Başarılı yazar Yeşim Büyükmeriç ile yazın hayatına ve “Vişne Tadında Düşler” adlı yeni kitabına dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz si

Başarılı yazar Yeşim Büyükmeriç ile yazın hayatına ve “Vişne Tadında Düşler” adlı yeni kitabına dair konuştuk. Keyifli sohbetimiz sizlerle…
Öncelikle sizi tanımak isteriz. Yeşim Büyükmeriç kimdir?




Kendimi tanıtmaya hayatıma büyük ölçüde yön veren, çok sevdiğim mesleğimle başlayayım isterseniz. Ben bir Jeoloji Mühendisiyim. Bir mühendis, bir bilim insanı, iki çocuk annesi ve bir akademisyen. Şimdilerde ise yeni yola çıkmış bir şair ve yazar. Mesleği nedeniyle yaşamının yarısı arazilerde, doğanın eşsiz güzellikleri içinde, laboratuvarlarda, fosiller ve taşlar arasında geçmiş, bilime adanmış bir ömür benimkisi.



1990 yılında Ankara Üniversitesi (AÜ) Mühendislik Fakültesi Jeoloji Mühendisliği bölümünden mezun oldum. Aynı üniversiteden sırasıyla, 1993 yılında ‘Jeoloji Yüksek Mühendisi’ ve 2001 yılında ise ‘Doktor’ ünvanlarını aldım. Çalışma hayatına 1991 yılında Ankara Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği bölümünde araştırma görevlisi olarak başladım. Daha sonra aynı yıl, Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü'ne (MTA) geçtim. Bundan sonra tam 23 yıl MTA benim okulum, ailem oldu. MTA’da 1991-2001 ve 2006-2010 yılları arasında Jeoloji Etütleri Dairesi'nde, Paleontoloji servisinde çalıştım. Bu arada yurtdışında, Avusturya, Macaristan, Fransa, Hollanda ve Gürcistan’da uluslararası projelerdeki görevlerim nedeniyle ülkemi temsilen davetli araştırmacı olarak çalıştım. Bu ülkelerde Doğa Tarihi Müzeciliğini öğrendim. Müzecilik bilgilerimi kendi kurumumda değerlendirmek üzere, MTA Tabiat Tarihi Müzesi’ne geçtim ve 2001-2006 yılları arasında Paleontoloji Birim Yöneticisi olarak atandım. 2010-2011 yılları arasında ise Müze Müdür Vekili olarak görev yaptım. 2011-2014 yılları arasında yeni kurulan MTA Deniz Araştırmaları daire başkanının teklifiyle bu daireye geçiş yaptım. Bu sayede denizde jeolojik araştırmalar üzerine deneyimlerim artmış oldu. 2014 yılında ise Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü’nde öğretim üyesi (Doçent) olarak göreve başladım. Doktora çalışmalarım sırasında, 1998 yılında Tübitak NATO-A2 bursuyla iki ay Macaristan Doğa Tarihi müzesinde çalıştım. Post doktora çalışmaları için 2005 ve 2009 yıllarında Paris Doğa Tarihi Müzesi’nde Fransa tarafından davetli araştırmacı olarak çalışmalarda bulundum. Yine 2005 yılında Avrupa Birliği Destekli “Synthesys” araştırmacı bursu ile 1 ay Viyana Doğa Tarihi Müzesi’nde çalıştım. 2010 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi’nden doçent unvanı aldım. 2014-2019 yılları arasında Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi’nde öğretim üyesi (Doç. Dr.), Bölüm Başkanı ve Anabilim Dalı Başkanı olarak görev yaptım ve en son, 2019 yılının Mart ayında ise aynı üniversitenin Profesör kadrosuna atandım. Çalışma hayatım boyunca yüzlerce, hatta binlerce fosil topladım. 50’ye yakın yeni fosil türü ve 4 yeni fosil cinsinin altına imzamı attım. İsmimin verildiği iki fosil türü de bulunmaktadır. Son derece büyük ve bilimsel nitelikli bir fosil koleksiyonuna sahibim şimdi. Fosiller ve doğanın dili bana ilham kaynağı da oldu.



Yazın hayatınız nasıl başladı? Size öncülük etmiş isimler var mı?
Hayatımı büyük ölçüde bilimsel çalışmalarım kaplamaktaydı. Çok sayıda indeksli, hakemli dergide uluslararası ve ulusal düzeyde makalelerim, bildirilerim, yurtiçi ve yurtdışı davetli katıldığım konferanslar ve çeşitli dergilerde popüler bilim yazarlığım bulunmakta. Yine pek çok ulusal ve uluslararası projede araştırmacı, yürütücü ve danışman olarak görev yaptım ve halen yapmaktayım. Bunlar arasında 2018-2019 yılında Antarktika için vermiş olduğumuz bir projenin yürütücülüğü de bulunmakta. Elde ettiğimiz sonuçları bugünlerde yayın olarak hazırlamaktayız. Şiir ve kısa yazılardan oluşan “Vişne Tadında Düşler” isimli kitabım ise edebiyat alanındaki ilk eserimdir. Yıllardır ders anlatma, sunum, makale gibi konularda yazı yazmaya ve konuşmaya yatkınlığım, tecrübem ve dili iyi kullanabilme becerim var. Bunun dışında bana öncülük etmiş herhangi bir kimse yok. Yazılarımı ve şiirlerimi paylaştığım zaman çevremdeki yakınlarım ve arkadaşlarımdan olumlu görüşler almaktaydım. Böylelikle farklı bir alana adım atarken onların görüşleri de bana bir yerde cesaret vermiş oldu. Tüm deneyimlerimi edebi bir eser ortaya koyma anlamında değerlendirmiş oldum galiba. Zaten her ne içerikte olursa olsun, yazdıklarımı eleştirel bir bakış açısıyla kendim de defalarca gözden geçiririm hep.



Yazarken nelerden esinlenirsiniz? Örnek aldığınız yazar veya şairler var mı?
Edebiyat alanındaki ilk kitabımla biraz emekleme dönemimde olduğumu düşünüyorum. Şiirlerimde özgür ruhlu, betimsel, mitolojik, düşsel, romantik, sorgulayıcı ve felsefi yaklaşımları kullanıyorum. Bu nedenle kendime özgü bir tarzım olduğunu düşünüyorum. Belki bir kadının içinde taşıdığı farklı duygu durumları ve düşüncelerinin bir yansıması olduğu için böyle bir harman ortaya çıkıyordur, kim bilir… Şiirlerini sevdiğim şairlerin başında Can Yücel ve Nazım Hikmet geliyor. Sonra “Cemal Süreya, Sabahattin Ali, Orhan Veli, Küçük İskender, Ahmet Haşim beğendiğim şairler arasındadır.” diyebilirim. Zaten birkaç şiirimde Ahmet Haşim’in şiirlerindeki birkaç cümleye de yanıt verir tarzda göndermeler yaptım. Yabancı şairlerden Paul Eluard’ı özgürlük, aşk, özlem ve romantizm dolu olmasıyla çok beğeniyorum. Bunun dışında, son şiirimde Ölü Ozanlar Derneği’ne bir gönderme yaptım. Özellikle son dönemde yaşadığım bazı üzücü durumlar nedeniyle o filmdeki öğretmen karakteri ile kendi aramda bir çeşit benzeşim kurdum.

 

Yazdıklarım, bir anda bir kitap oluverdi. Keşfediyor, öğreniyor, hayal kırıklıklarına uğruyor, seviyor, yanılıyor; ama özgürce yaşıyor. Büyümesi gerekiyor ve halen dizleri yaralı olarak büyüyor. Şiirlerimin içinde hem resimler hem de öyküler var aslında. Yaşanmışlıklar; bazen o anki duyguları ifade etmek adına yazılmış, bazen de düşsel, soyut imgeler şekline dönüştürülmüş. Bir bakıyorum, bir anda kendimi bulunduğum ortamdan soyutlanmış olarak bir ağaca, bir kuşa, denize ve hatta bir sineğe bile şiir yazarken buluyorum. Bu sırada da aslında okuyucuyu felsefi bir yaklaşımla düşünmeye ve sorgulamaya davet ediyorum. Ucu açık sorular sorarak yorumu biraz da okuyucuya bırakıyorum. Bazı şiirlerim, özellikle yaşamı anlamlandırma ve sorgulama üzerine. Mitolojik ve felsefi unsurları da katarak yaşam ve ölümü anlamlandırmaya çalışıyorum. “Dem”, “Ab-ı Hayat”, “Döngü”, “Yitik Gölgeler”, “Günebakan” bu tarz şiirlerimden. Özellikle bu tür şiirlerde, ilham geldiğinde satırlar bir anda zihnimden kalemime akıyor ve hatta dili de biraz farklı ve anlaşılmaz oluyor. Bazen gözümün önünde bir resim canlanıyor ve o anda çalakalem yazıyorum. Bazen de yoğun duygularımla başa çıkamadığım için olsa gerek, yazmak en iyi çare oluyor. Sanırım bunların tümünü kendime özgü bir ritimle ya da aksak bir ritimle anlatmaya çalışıyorum. Hayat da öyle değil mi zaten? Hayatı bazen ritimle, bazen aksak ritimle yaşarız.

Kasım ayında okurlarla buluşan “Vişne Tadında Düşler” adlı kitabınızdan bahseder misiniz? Bu kitabı neden yazdınız?
Çocukluğum maalesef; çok kötü bir döneme, 80 öncesi ve sonrasına denk geldi. Hiçbir zaman çocukluğumu yaşayamadığım. Sokaklarda oynayamadım, bisiklete binemedim, parka bile doğru düzgün gidemedim. Bunu, yasakçı ve baskı dolu bir gençlik dönemi izledi. Yetiştirilme tarzım nedeniyle içimden geçenleri hiçbir zaman doğru düzgün ifade edemedim. Aşırı korumacı ailem ve biraz da çekingen karakterim nedeniyle sosyal ortamlardan, arkadaşlıklardan uzak kaldım. Tüm hassasiyet ve kırılganlıklarıyla hayat; içimde büyüyememiş bir çocuk ve kalbinde değer görmemiş, hasarlı sevgiler enkazıyla dolu bir kadınla baş başa bıraktı beni. Bununla ilgili bir şiirim de var kitabımda “Büyümeden Yaşlanmışım” isimli.



Yıllarca her şeyimi şiirlere ve yazılara dökmüştüm; ama her seferinde yazdıklarımı kendime hiç acımadan yırtıp atmıştım. Yıllar sonra yazdıklarımı saklamaya karar verdim bir gün; ama bir şiir kitabı haline geleceği hiç aklımda yoktu aslında. Kitabımdaki şiirler, Ankara'dan Zonguldak'a geldiğim, akademik hayata başladığım 2014 yılından 2019 yılına kadar süregelen beş yıllık bir zaman dilimini içeriyor. Tabii başlangıçta “Bir kitap yazayım.” düşüncesi yoktu hiç. Yeni bir akademisyen olarak Zonguldak’a gelmiştim. Hiç bilmediğim ve tanımadığım küçük bir şehir. Son derece kapalı, bir o kadar da başka şehirlerde olmayacak kadar masum ve bir o kadar da kaderine edilmiş bir şehir. Cumhuriyetin ilk şehri; ama terk edilmiş gibiydi sanki. Büyük bir heyecanla, fikirlerle gelmiştim güzel şeyler yapmak, yenilikler getirebilmek ümidiyle. İlk dersimi verdiğim gün karşımdaki gençler belki o anda fark etmemişlerdi; ama sevinç ve heyecandan sesim titremiş ve gözlerim dolmuştu. Bu çok özel bir sorumluluktu ve öğretmek çok güzel bir duyguydu. Kitabımdaki “Vişne Ağacı” isimli ilk  yazım, tek başıma hiç bilmediğim bir şehre taşınmadan önceki bilinmeyene karşı merak ve yeni iş ortamı öncesi duyduğum heyecanlarımı yansıtmaktadır. Son şiirim ise içinde bulunduğum şehrin bende hissettirdiği hayal kırıklıklarını dile getirmektedir. Umutlar ve heyecanlar, yerini bir çeşit umutsuzluğa bırakmıştır.

“Vişne Tadında Düşler” okurlara hangi mesajları vermeyi amaçlıyor?
Öncelikli olarak kitabımla her yaştan herkese ilham olabilmeyi diliyorum. İçinde paylaştığım duygular, düşüncelerle insanların iç dünyalarına hitap edebilmeyi ve onlara aslında yalnız olmadıkları mesajını verebilmeyi istiyorum. Günümüzde sanal dünyanın getirdiği yalnızlaşma ve dejenerasyona inat, empati kurarak gerçekten var olmanın ve duygularımızı ifade etmenin, bize insan olduğumuzu hatırlatmasının en güzel ve en içten yol olduğunu hatırlatmak istiyorum herkese. “Yansımalar ve Yanılsamalar” adlı yazımın bunu en iyi ifade eden eleştirel yazılarımdan biri olduğunu düşünüyorum. Kitabımla dünyamı izlemeye davet ediyorum. Çünkü okuyucularım şunu da bilmelidirler ki; bu kitap sadece bir şiir kitabı değil, aynı zamanda tek başına farklı bir şehirde yaşamaya çalışan ve kendince bir çıkış yolu arayan bir kadının olabildiğince yoğun ve derin duygularıyla iç dünyasından süzülerek çıkıvermiş resimlerdir.

Kitabın ismi nereden geliyor?
“Bilim dünyasındaki yolculuğum, bana doğanın büyüleyici dünyasını keşfetme olanağı tanıdı. Gördüğüm dünya; önce renklere, sonra da içimde filiz veren bir vişne ağacına dönüştü. Mevsimden mevsime değişen, büyüyen, kâh çiçek açan, kâh meyve veren… Şimdi bu ağaç, dile geldi! Doğaya, yaşama, acılara, aşka ve mistik düşlere dair ne varsa içinde; kâh denemeler, kâh şiirlerle anlatmak istiyor.” diye kitabımın arka kapağında bulunan bir paragraf yazmıştım. Gerçekten de doğadan, mesleğimden, içsel yolculuklarımdan ve hayata dair gözlem ve deneyimlerimden ilham alarak yazmaktayım. Vişne ağacı benzetmesiyle aslında meyve veren ve büyüyen bir ağaç olarak kendimi kastetmekteyim. Bu ağaç, düşünce hislerini geçmişten günümüze düşsel kurgusal şiirlerle anlatıyor. Bir yazımda; “Bir ağacım ben.” diye anlatıyorum neler hissettiğimi. Yani “Vişne Ağacı” ben oluyorum ve anlattıklarım da duygularım, düşlerim ve düşünsel sorgulamalarım.

Sizce kitap, beklenen başarıya ulaşacak mı?
Yeni çıkan kitaplar yeterince okunuyor mu, bilmiyorum. Bir kadın şair olmak da aslında çok alışılagelmiş bir şey değil ülkemizde; ancak kitabımın sevileceğini düşünüyorum. Bu yüzden özellikle edebiyat çevresinden gelebilecek eleştirmenlerin görüşlerini ve okuyuculardan gelecek geri dönüşleri de çok merak ediyorum. Onların görüş ve eleştirileri benim için çok değerli.

Kitabınıza bir okur gözüyle nasıl yorum yaparsınız?
Bir okur gözüyle, şimdiye kadar çoğunlukla erkek şairlerin gözüyle gördüğümüz duyguların ve düşüncelerin, bu sefer de bir kadın şairin bakışıyla nasıl olabileceğini deneyimlemenin oldukça anlamlı ve değerli olduğunu düşünüyorum.

Hazırlık aşamasında olan yeni bir eseriniz var mı?
Artık içimdeki çocuğu serbest bıraktığıma göre, o büyüdükçe yeni şiirlerim ve yazılarım da gelecek. Zaten şimdiden çok sayıda yeni şiir biriktirdim bile. Ayrıca, aklımda yazmayı planladığım öyküler de var. Bu arada toplumda iyi tanınmayan mesleğim Jeoloji (Yerbilimleri) hakkında bilimsel kitaplar da hazırlamaktayım. Bunlar, biraz daha popüler bilim tarzında olacak. Yine küçük çocuklara yönelik Doğa Bilimlerini ve Yerbilimlerini resimli öyküler şeklinde anlatan kitap projelerimiz de var. Arkadaşlarımla bu konuda ön çalışmalara başladık bile. Ayrıca, Doğa Tarihi Müzeleri ile ilgili bilgi ve deneyimlerimi anlatan bir kitap hazırlamaktayım bugünlerde. İlk etapta bu kitabı çıkartmayı planlıyorum; çünkü Doğa Tarihi Müzeleri bize yaşamı, doğayı, yaşadığımız gezegeni anlatıyor ve sorgulatıyor. Bana doğayı, doğa felsefesini, canlılarla empati kurmayı öğreten, doğanın kendisinin aslında eşsiz ve dinamik bir sanat olduğunu öğreten ve ilham veren mesleğimi en çok da bu nedenle çok seviyorum.=

Son olarak gazetemiz okurlarına neler söylemek istersiniz?
Zonguldak’ta tek başıma yaşadığım 5 yıl boyunca kendimi, hayatın farklı yönlerini ve kendimi keşfetme olanağı buldum. Bazen ön yargılara maruz kaldım, bazen gıpta edildim, arkadan konuşuldum, merak edildim ve bazen de yok yere hırpalandım. Bir kırılma noktasında bir gün duygularımı, içimde herkesten gizlediğim Yeşim’i o naif, kırılgan, çocuk haliyle serbest bıraktım. Her şeye rağmen farklı yönlerimi keşfedebildiğim için çok mutluyum. Keşif yolcuğunu herkese öneriyorum. Kendi yeteneklerini keşfetsinler, önce kendilerini sevip değer versinler. Ömür boyu eğitimden asla vazgeçmesinler. Kendilerine yaşla ve konumla sınırlar çizmesinler. Yaşam yolculuğunun sınırlardan ibaret olmadığı, ancak yeniliklere açık olunduğu sürece anlaşılabilir. Hatta bununla ilgili bir şiirim var kitabımda “Yaşım Yok” isimli. En ilham verici şiirlerimden biri olduğunu düşünüyorum. Kitabımı okumanız ve her zaman sevgiyle kalmanız dileğiyle…