Size nesne olmayı dayatan, “özne” olmanızı reddeden, paylaştığınızın ortamın sizde yarattığı duygulardır.

Aradığınız, anlaşılmak dediğiniz, huzur dediğiniz, mutluluk dediğimiz;

Özne olmanın üçlü saç ayaklarını yaratan “objeleri ve paylaşımları” ararız.

 Bizi var kılacak olan o duygu kaynaklarıdır.

İnsanın duyguları; üstünde dolaşan gökyüzünün rengini değiştirir.

Örneğin; eğer bulut varsa, biz değişime öncülük edecek bir yaşam tarlasında bir tohumuz.

Duygu kaynakları yetiştireceksindir.

Hasat zamanı geldiğinde;

Duygu kaynağı ilk etkisini; İçe dönüklüğümüz, göz kapaklarımızın ağırlaşması, yüzümüzün ütülenmemiş keten gömlek gibi buruşuk olmasından anlarız.

Bu durum biz de iç dalışlarımıza neden olur.

Damarlarımızda bizi bir iç yolculuğa çıkarır.

Bu yolculuk ölmüş olan duygularımızı tespit etmek ve çare aramak içindir.

İlk varış noktamızdaki “anlaşılmamak duvarıdır.”  

Anlaşılmamak duvarı;

Baş ağrımızın her zonklayışı ile hissettiğimiz yaşam damarlarındaki yolculuğumuzun karşımıza ilk çıkan duvardır.

Bu ağrıyı kesmeyin ki; o damar açılsın.

Ve anlaşılamamak duvarı parçalansın.

Ve ağrınız kesilsin.

Ağrıya dayanamayıp ilaç alırsak;

Bilmeliyiz ki o duvara” alışmak boyasını” sürmüş oluruz.

Ağrıyı hissetmeyiz ama alışmak zehrini içimize çekmiş oluruz.

Alışmak; kokainden daha tehlikeli ve bağımlılığı yüksek bir davranış zehridir.

Bunun sonucu olarak artık her şeyi “mış” gibi yaşarız.

Hayatımız “ iptal edilebilirlik” bile değil.

” Yokluk” hükmündedir.

Alışmak duvarını yıkarsak, başımızın üstündeki bulutlar yağmur olacak ve bedenimiz arınacaktır.

Ve bedenimiz kaygan şekilde olana kadar yağmur yağacaktır.

Damarlarımızda ki bu yolculuk vücudumuz kaygan olduğu için,

Bizi ikinci duvar olan “stres duvarına” götürecektir.

Stres duvarı” gereksizlerle örülüdür.”

Ne kadar gereksiz kelimeler,

Cümleler

Ve davranışlarla örülü “gereksizler duvarı yağmur ter ile karışıp” yıkılacaktır.

Dayanmamız gereken, gereksizler yumağından oluşan sözcüklerdeki vücudumuzda ki değen yerdeki acılardır.

Bu acılar Ruhumuzda morluklar oluşturur.

Yağmurun dinmesi ile son bulacak

Ve küçüleceğiz.

Çünkü artık “yaşamın kılcal damarlarında” ağrısız, morluğu olmayan ve huzurlu ruh ile tekrar yolculuk başlayacak.

Bundan sonra “anlaşılmak ve huzur” dediğimiz özne olmayı gerektiren iki ayağımız olacak.

Ayağa kalkacağız.

Ayaktayız artık.

Arayışımız bizim “benliği toz duman” edecek olan mutluluktur.

Mutluluğu “Tozu hiçlik olan benlik” tanımlar.

Çünkü mutlu isen;

Artık benliğini gökyüzüne de, yeryüzüne de çıkarabilir,    indirebilirsin.

Önemsizsin.

Benliğin üçayaklı olan,

Huzur, anlaşılmak ve mutluluktur.

İster uçar.

İster konarsın.

“Ben kavramı sen de boğulur gider.”

Ve “üçayaklı benler;”

“Yaşlanarak değil yaşayarak ölürler.”

Bilirsin ki; Yüzünüzde ki kırışıklar; üçayaklı benlerden oluşur.

“Yaşanmışlıklar mezarında gömülürler”…

Saygıyla