Zaman diye bir olgunun içine doğuyoruz ama onu tanımlamaktan bile aciziz. Yapılan tanımların her biri kendince ve işi bir tarafından tutuyor, diyor Dç.

Zaman diye bir olgunun içine doğuyoruz ama onu tanımlamaktan bile aciziz. Yapılan tanımların her biri kendince ve işi bir tarafından tutuyor, diyor Dç.Dr.Halil Altuntaş zaman ve insan üzerine yazısında. Yaşayıp hissettiğimiz ama “şudur” diyemediğimiz bir muamma diyor zaman, için. Evrenin hareketlerine bağlı itibari bir algıdır, diyenler de var; yaratılmış ve gerçekliği olan bir şeydir diyenler de. Durum ne olursa olsun kesin olan şu ki insan zaman ile zorunlu bir ilişki yaşıyor ve bu ilişkiyi düzenleme sorumluluğu da kendi omuzlarında. Hayatı bu konudaki başarısı oranında anlam kazanacak, diye devam ediyor.
Zaman fiilî gerçekliğini, evrendeki varlıkların hareketlerinin nispeti ile kazanır. İnsan hayatı açısından zamanın gerçekliği ise daha pratik bir alt yapıya sahihtir: İnsan, içinde yaşadığı zaman sürecine yapıp etmeleri ile bir şekil vererek kendi hayatını ve olayları düzenler. Bu konuda aktif ve etkili olabildiği ölçüde zamanına hakim olmuş demektir. Zamanın nesnesi olmakla öznesi olmak arasındaki fark burada yatar. Hayatın rengi, tadı ve kokusu sizin dünya görüşünüzü yansıtıyor, değerlerinizi korumuş olarak rahat rahat soluyacağınız bir hava bulabiliyorsanız zamanı özünden yakalamışsınız demektir.
Külli bir mahiyet arz eden zaman kâinata sindirilmiş ilahi azamete işaret ederken, zaman içinde yer alan vakit olgusu insan hayatına şekil vermesi planlanan nizamın yapı taşları olarak rol oynarlar. Ömür dediğimiz süreç zamanın ürünü olan vakit kavramı sınırları içinde yaşanır. Bir bakıma vakit, ilahi kudretin, “ürün”e dönüştürmemiz için bize emanet ettiği ham maddedir.
Hayatın sermayesi olarak zaman “dirhem ve dinar” dan daha çok ihtimam görmüştür. “Batının aceleci, telaşlı insan tipi ile İslam’ın mütevekkil insanı arasında iki fark vardır. Birincisi, vaktin kurbanı iken, ikincisi vakti tasarrufu altına alır. Birincisi, doğal vakitler- dolayısıyla zamanı- unutmuş olarak boyuna dönen çarklara yetişmek kaygısıyla telaşlı bir yaşama ortamına germişken, ikincisi vakti tasarrufunun remzi olarak saati icat etmiştir” der Rasim Özdenören.
Zamanı yönetmek, onda cereyan eden olayların akışına kapılıp gitmek yerine, o olaylara yön verecek irade, plan ve etkinliklerin öznesi olmak; ahlakı kültürü sanatı, ekonomisi… ile onun ruhunu üretmek gerekmektedir. Müslümanların yaşaya geldiği son üç asırlık ziyan ve hüsran heyelanı bu konuda iliklere kadar işlemiş bir aciz ve çözülmüşlük halinin göstergesidir.
Zamana teslim olmanın en açık örneği onu ilahlaştırmaktır. Her şeyin öznesi olarak gördüğünüz zamanın elinde kendinizi masum ve çaresiz hissedersiniz, her şeyi “zamana bırak”ırsınız ve bundan hoşlanırsınız. Gerçekte bir kaçıştır, insanın genci iradesinden ve haysiyetinden kaçışıdır. Cahiliye Arabının, maruz kaldığı olumsuz olayalar karşısında suçu zamana yüklemesi bu kaçışın damgasını taşır.’’