İsrailli mağrur komutan İsaac Owen'ın âmâ bir çocuğu dünyaya gelmişti. Owen kendi çocuğunun gözlerinin görmesi için Filistinli bir kızın gö

İsrailli mağrur komutan İsaac Owen'ın âmâ bir çocuğu dünyaya gelmişti. Owen kendi çocuğunun gözlerinin görmesi için Filistinli bir kızın gözlerini almak üzere harekete geçmişti.

Filistin'de bir mülteci kampındaki okula (sözde) göz muayenesi için bir sağlık heyeti gönderiyordu. Tetkikler yapılıyordu, doktor görünümdeki aşağılıklar, Zehra'nın gözlerini beğeniyorlardı.
***
En yakınlarımdan birisi, “Son zamanlarda çocuklarla alakalı çok güzel yazılar kaleme alıyorsun, tamam ama toplumun vicdanı başka konular da yaz!” demişti geçen yıllarda.

Haklıydı aslında. Şöyle bir baktığımda köşe yazılarım, buna benzer hususları ihtiva ediyordu. Ama öyle bir şey oluyor ki, bir haber, bir fotoğraf karesi, hak edilmeyen bir mahrumiyet, ne bileyim bir bakış beni kendimden geçiriyor ve ben yine isyan ederek aynı yere geliyorum.

Kaç yıldır böyle olmamış mıydı? Suriye’de, okullara bomba atıldı, her şeyden habersiz yavruların kolları bacakları koptu, Aylan ile Galip’ler hiç bilmedikleri yerlerde sahillere vurdu, yazmaktan başka çarem var mıydı?

İzmir’de insanlıktan payına düşeni almakta geç kalmışın biri, göçmen çocuğunu, Kemeraltı’nda yere çarptı, orada olsaydım, aynısını o adama yapardım diye geçirdim içimden.

Hatay’da pide veya ekmek çalan mülteci çocuklara, demir çubuklarla saldıranlara da ‘aynı açlığı iliklerinize kadar yaşayın, aynı demir çubuklu dayağı siz de yiyin bir gün’ diye beddualar ettim.

Suriye’nin karanlık, yakılmış hayalet şehirlerden birisinde bir baba iki evladına banyo yaptırmaya çalışıyordu, ben şu an sahip olduklarıma sevinemedim bile. Hatta onların yaşadıklarına bakarak hamd etmenin bencilce, aşağılıkça, sahtekârca olduğuna kanaat getirdim.

Yıkıntıların arasında bir çocuk “Cennette yemek var mı?” diye soruyordu, beynimden vurulmuşa döndüm bunu duyduğumda.

Başka bir yavru, üç gündür bir şey yemeyen kardeşleri için kendisini videoya çeken adamdan yemek istiyordu; insanlığımdan, yaşamaktan, yemekten utandım. Bombalı saldırıda ağır yaralanan çocuk, son nefesini vermeden önce, “Seni kırdıysam affet anne!” dedi ben anneme sarılamadım bile.

En acısı da ölürken “Hepinizi Allaha şikâyet edeceğim,” diyendi. Umarım söylemiştir Allaha, her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatmıştır. O da bir hal çaresine bakar bu dünyayı, geldiğimiz noktayı, zalimleri, herkesin gözünün içine baka baka çocukları öldüren Allahın belası zorbaları...
***
Alman Federal Asayiş Dairesi (BKA) verilerine göre, 1 Ocak 2016 itibariyle 18 yaşından küçük 4 bin 749 sığınmacı çocuğun nerede olduğu bilinmiyormuş. Kayıp sığınmacı çocukların 431’i 13 yaşının altındaymış, 4 bin 287’si ise 14-17 yaşları arasında bulunuyormuş.

Resmi verilere göre, 1 Temmuz 2015 itibariyle bu sayı bin 637 olarak kayıtlara geçmişmiş. Aynı şekilde İsveç’e gelen 2000’e yakın çocuktan haber alınamıyormuş. Bunun 2018 yılı Mart ayı itibariyle geldiği noktayı tahayyül bile edemiyorum.

Ne yazık ki bu çocuklar, dilim varmıyor ama, suç örgütlerine katılmışlardır, fuhuş yaptırılıyordur, dilendiriliyorlardır, birkaç ay içinde ölmeleri muhtemel işlerde öne sürülmüşlerdir. Organ mafyasının eline düşmüşlerdir. Zavallı organları pis, çirkin, zengin piçlerine hayat verecektir.

Zehra'nın Gözleri  isimli bir dizi seyretmiştim yıllar önce… Aslında ağlamaktan bakamamıştım ya... İran yapımı bir arkası yarındı bu. Ali Drahşi'nin yönetmenliğini üstlendiği yapımda Mir Hüseyin Malimi, Sumuta Hisam ve Cihan Bahş Sultani adlı isimler oynuyordu.

Herkes rolünün hakkını fazlasıyla vermişti. Dizinin konusu şöyleydi. Dört başı mamur, İsrailli komutan İsaac Owen'ın âmâ bir çocuğu dünyaya gelmişti. Owen bunu hazmedememişti, kendi çocuğunun gözlerinin görmesi için Filistinli bir kızın gözlerini almak üzere harekete geçmişti.

Filistin'de bir mülteci kampındaki okula (sözde) göz muayenesi için bir sağlık heyeti gönderiyordu. Tetkikler yapılıyordu, doktor görünümdeki alçaklar, Zehra'nın gözlerini beğeniyorlardı. İsaac Owen ne yapıp ediyor, Zehra’nın ailesini kandırıyordu ve kızın güzel gözlerini oğluna alıyordu.

Sanatçılar bu yüzden siyasetçilerden daha ileri görüşlülerdi, sanat bu nedenle siyasetten çok daha insaniydi, yaşamı ve yaşamayı savunuyordu. Çünkü bu dizi 2004 yılında yapıldı, bu yapıtın senaristleri ta o zamanlardan bu gün yaşananları, geldiğimiz noktayı görmüştü, sezmişti.

Gerçi şimdi daha aleni ve komplike yapıyorlar artık. İsrailli komutan İsaac Owen gibi mizansen içinde uygulamıyorlar planlarını… Kaçırıyorlar, alıkoyuyorlar, arayanları soranları, peşlerinden koşanı olmayan çocukları... Pervasızca pisliklerini, rezil emellerini bilerek isteyerek, hayata geçiriyorlar.

Avrupa’ya göç etmiş veya muhtelif yerlerdeki Suriyeli çocukların, dalaklarını, kalplerini, böbreklerini ve başka işe yarayacak organlarını alıyorlar. Tıpkı Zehra’nın gözlerine göz diktikleri gibi…

Onların zavallı bedenlerinin üstüne parayla örülmüş, megalomanyakça, sadistçe, çamurlu ve katran karası bir dünya kuruyorlar.

Koca dünya, kerli ferli adamlar, en güzel kıyafetleri giyen bakımlı ablalar, kalın boyunlu siyasetçiler, kodaman kodaman milyon dolarlarla oynayan insanlar ve kendini her konuda yetiştirmiş bilmem kaç dil bilenler, çocukları dünyaya sığdıramıyorlar, sığdıramadılar… Hayret ki ne hayret…