Bir zamanlar, kudretli bir adam tanımıştım. Vasatî biriydi ama kendisini çok yakışıklı görüyordu yahut fiziki dezavan

Bir zamanlar, kudretli bir adam tanımıştım. Vasatî biriydi ama kendisini çok yakışıklı görüyordu yahut fiziki dezavantajının farkındaydı ama bunu daha itici hâle getirerek, çevresindekileri rahatsız ediyor; bundan tuhaf bir mutluluk duyuyordu.



Saplantılı bir şekilde, saygı beklentisi içine giriyor, bunu görmediğinde zor kullanıyor, derhal elindeki yetkileri hayata geçirmekten geri kalmıyordu.



Kadın erkek, çok kişiyi ağlattığına, odasına girdikten sonra hışımla geri çıkıp kendi halinde oturan birine ‘o geçerken neden ayağa kalkmadığını’ sorduğuna, akabinde tehditler savurduğuna çok şahit olduk.



Üstelik bu şahsın başka bir meziyeti daha vardı. Kendisinin ortalama zekâ seviyesinin çok üstünde biri olduğunu iddia ediyordu.



İster kalabalık bir ortamda, isterse birebirde “Ben çok akıllı, matematiksel, sınıflama ve denetim yeteneği olan bir insanım!” diye haykırmayı marifet zannediyordu.



Bu şahıs ile hiçbir zaman sağlıklı bir iletişim kuramadım, odasına girdiğimde kirpi gibi olurdum, demek istediklerimi tam manasıyla ifade edemezdim. Onun abuk sabuk ve ergen kokan esprilerine sırıtmak zorunda kalmak en kötüsüydü.



En sonunda küçük bir yanlışlıktan dolayı, bana sesini yükseltti, kalabalık bir platformda, attı tuttu. Ben de ona cevap vererek ekmeğine yağ sürmedim. İleriki günlerde, bu muktedir şahıs, tayin olup gitti. Araya mevsimler, seneler girdi.



Bir gün öyle bir haber geldi ki, bu adam devlete mugayir birilerine çalışıyormuş. Bu yüzden elindeki tüm imkânları, yetkileri alındı ve hatta devlet kadrosundan da uzaklaştırıldı.



Sosyal medyada, başına gelenlerle ilgili bunun anlatımlarını okudum. Nasılsa denk geldi, olacak ya...



Kendisinin saf ve temiz bir insan olduğunu, bir köylü çocuğu olarak hiç kötülük düşünmediğini, halis niyetinin, insanları kırmama hassasiyetinin kurbanı olduğunu anlatıyor, günah çıkarıyordu.



Ne kadar üst, olayları okuyabilen ve öngörü sahibi insanlığından da zerre kadar bahsetmiyordu.



Ben de onun çok dâhi (!) bir insan olduğunu bizzat tecrübe ederek, görmüş oldum. Aslında kendisiyle çalıştığım yıllar boyunca onun yüksek bilgi birikiminden ve ferasetinden dolayı iletişimde başarısız olduğumuzu da şahsen anladım.



***



Yeni keşfettiğim ve kalemini beğendiğim Tim Parks, Europa adlı romanında;



“Yıllar boyunca, birinin gözüne girmeye çalışırsın, o insanla ilişki kurma ihtiyacı hissedersin, o ilişkiyi kuramadığın takdirde daha değersiz bir insan olacağını düşünürsün, sonra bir de bakarsın ki ilişkiyi asıl engelleyen şey, o insanın zekâdan ve değerlendirme yeteneğinden yoksun olmasıymış; belki yıllarca hayal kırıklığı yaşadıktan sonra, görmezden gelmek için çırpındığın, göze batacak kadar aşikâr olan gerçeği sanki bir anda görüverirsin: bu insan pek akıllı sayılmaz.” şeklinde muazzam bir pasaj yapar.



Bir insan ile yerinde, yapıcı ve dışa dönük bir ilişki kurmak, onunla güven esaslarına dayalı sağlam bir bağı hayata geçirmek istersiniz.



Hatta belki de yaşamınızı, değerinizi ve mutluluğunuzu o yakınlığa da adarsınız. O karşılıklı aktarımın sizi yaşamın içinde daha emniyette, esenlik dolu ve olumlu hissettireceğini ısrarla düşünürsünüz.



Bunun için koşarsınız, yorulursunuz, yer yer kendinizi paralarsınız. En nihayetinde bu iletişim gelir bir yerde tıkanır, muhatabınızın yaptıkları, anladıkları veya kavrayamadıkları, her seferinde, sizi mutsuz eder.



Bir insan ile can dinlendirici, sezgilere, karşılıklı anlamaya ve anlama dayalı bir ilişki kuramıyorsanız ya sizin aklınız ona göre biraz kıttır ya da muhatabınız zekâdan ve değerlendirme yeteneğinden yoksundur.



Davul bile dengi dengine diye boşuna dememişler. Bu kadar açık ve net...



İnsan ilişkilerinde ve karşılıklı davranışlarda, ‘bir şeyi yerli yerinde ve yararlı bir yolda kullanma yeteneği’ yahut bu konunun ön plana alınıp kişisel çabalarla geliştirilmesi fazlasıyla önemli.



Ama gerçek zekâdan, muhakemeden, sezgiden ve kavrayıştan bahsediyorum.



“Ben şöyle akıllıyım, böyle zekiyim, IQ olarak ortalamanın da çok üstündeyim!” diye ahkâm kesip, elindeki yetkilere güvenerek önüne geleni kırıp incitip de hayatta aptal şapşal şeyler yapanlar, ondan sonra da munis kedilere dönen müptezeller gibi olmamak lazım tabii…



Fatih ALTINBEYAZ