Merhaba Zeynep, şu an hayatının nasıl bir döneminde bu sohbeti gerçekleştiriyoruz?

Benim milattan sonramda gerçekleştiriyoruz diyebilirim bu sohbeti… Bir yandan “Kibarlık Budalası Remix” ile sahneye çıkacağım, bir yandan da çalışmalarına başladığımız yeni bir dizi projem var. Bu yoğunluğun  arasında çevirmenliğini yaptığım ve bu sene ikinci sezonuna giren “Timsah Ateşi” oyunu oldukça başarılı bir şekilde sezonu açtı. Virüs Dergisi’nin son sayısında da bir şiirim yayımlandı. Özel hayatım da şahane gidiyor,  sağlığım da yerinde. Hayatımın en üretken ve en şanslı dönemindeyim diyebilirim.
 

“Kibarlık Budalası Remix” oyunuyla birlikte tatlı bir telaş içerisindesin. Öncelikle biraz kendi karakterinden biraz bahseder misin?

Ben bir bıçak hocasını oynuyorum. Metnin orijinalinde bu karakter eskrim hocası olarak yazılmış. Oyunun bizim oynadığımız versiyonu Caner Alper tarafından günümüze uyarlandı ve onun dediğine göre uyarlarken aklında bıçak hocasını bir kadına oynatma fikri yokmuş; benimle tanıştıktan sonra aklına böyle bir fikir gelmiş. Sonra da Mehmet Binay ile birlikte rolü bana teklif etmişler. Mösyö Jourdain’in dilediği şana ve şöhrete ulaşmak için kendine tuttuğu dört hocadan birini canlandırıyorum. Bir yanı oldukça dişi, bir yanı da erkekleşmiş bir kadın olan histerik bir bıçak hocasıyım.
 

Bu oyunun içinde seni en çok heyecanlandıran şey ne oldu?

Öncelikle oyunun bir klasik uyarlaması, bir “remix” olması beni çok cezbetti. Caner ve Mehmet ile çalışacak olma fikri de büyük bir keyifti. Uyarlamayı dayandırdıkları güncel eleştirileri ve bunları uygulama biçimlerini sevdim. Oyunumuz gender-fluid. Aynı zamanda da teknoloji ve sosyal medya ile gelen -engel olamadığımız- günümüz gerçeklerine; saray, koltuk, şan ve şöhret merakına dokunuyoruz. Sahneyi de birbirinden yetenekli oyuncularla paylaşıyorum. E daha ne olsun, değil mi?

Molierenin en sevilen oyunlarından biri olan “Kibarlık Budalası”nın çağdaş bir uyarlamasıyla seyircilerin karşısına çıkıyorsunuz. Nasıl bir dünyanın içinde olacağız?

Rengarenk bir dünyayla karşılaşacaksınız. Oyunu dijital bir dekor önünde oynayacağız. Benim için bir ilk olacak; çok heyecan verici... Seyirciye, kostümleriyle, müzikleriyle ve dekoruyla 2022 dünyasında bir kibarlık budalası göstereceğiz. Sahnede bir DJ’imiz bile var. Danslı, kahkahalı eğlenceli bir “remix” olması için son sürat çalışıyoruz.
 

Zenginliğin ve gücün taşlandığı “Kibarlık Budalası” bana günümüz insanlarını da anımsatıyor. Yıllar geçtikçe Molier’nin dünyasına daha mı çok yaklaşıyoruz?

“Klasik” olarak kategorilendirilen oyunların ortak yanı da budur zaten. Onları klasikleştiren şey, her devirde her dönemde geçerliliğini koruyor olmalarıdır. Moliere’in dünyasına “daha çok” yaklaştığımızı düşünmüyorum. "Hâlen yakınız” diyebilirim.

Oyunda bir seyirci olarak koltuğa oturduğunuzda “Zeynep” olarak kendinizi en yakın hissedeceğiniz karakter hangisi olur?

Bu soruya genel bir cevap vermek çok zor. İnsanız, her halimiz mevcut ve meşru. Çoğunlukla Madam Jourdain’in düşüncelerini benimsiyorum ama sanırım. Tekrar ediyorum, bu zor bir soru ve bu cevap kesin bir cevap değil. Her karakterden irili ufaklı bir karşılık bulurum illâ ki.
 

Bugüne kadarki yolculuğuna baktığım zaman kendinden emin, ne istediğini bilen bir Zeynep görüyorum. Okuduğun okullar, kurslar… Yolun ilk kıyısında hep oyuncu olma isteği var mıydı?

Doğru görmüşsün :) Ben çocukluğumdan beri sanatın içindeyim; çünkü sanatçı bir aileden geliyorum. Annem İTÜ Temel Bilimler mezunu, onu konservatuvara anneannem hazırlamış. Babam bir jazz sevdalısı, jazz davul çalar. Çocukken evde bir yanda rock ve jazz çalardı, bir yanda Türk Sanat Müziği. Babamın babası şiir yazarmış. Sıra bana gelene kadar aileden bir tek oyuncu çıkmamış. O açığı da ben kapamışım işte. Benim oyuncu olma isteğim orta okul yıllarında başladı. Okuduğum okul tiyatroya çok önem veren bir okuldu. Müzikaller hazırladık, daha o yaşta Les Miserables, Cats filan çalışıyordum ingilizce. Lisede de köpürdü bu isteğim. Sonrası da işte, senin söylediğin o yolculuk başladı. Okullar, işler güçler…

İnişlerde çıkışlarda, ayakta kalma mücadelesinde ama hep sahnenin içinde olmanın mutluluğu içerisindesin. Bu heyecanı, keşfetme arzusunu korumayı nasıl başarıyorsun?

Hepimiz aşağı yukarı aynı mücadelelerin içindeyiz. Hepimizin savaşı kendine tabi. Yıpratıcı bir dünyada, zorluklarla boğuşup duruyoruz. Üstelik yalnızca kendimiz için değil. Başkalarının mücadelelerine katkıda bulunmak için de çabalıyoruz. Bu düzende pek çok konuda efor sarf etmek gerekiyor ama heyecanı ve keşfetme arzusunu korumak benim için bunlara dahil değil. Mesleğimin çıkış noktası heyecan ve keşfetme arzusu zaten. Heyecan da, keşfetme arzusu da çocukluk kadar. Çocukluk hiç geçmez. Benim için geçmez yani...
 

Hayatının belirli dönemlerini yurtdışında geçirmişsin. Farklı dünyalar, farklı insanlar bugünkü Zeynep’e neler kattı?

Yurtdışında hatırı sayılır zaman geçirdim. Dünya yurtdışında farklı değil, orada da aynı dünya. İnsan yine insan oralarda. Sadece hâller ve durumlar değişkenlik gösteriyor. Ama her yaşta başka bir şey kattı. Beşinci sınıfın yazında Londra’da yatılı okulda üç ay kalınca boyumun tek başıma duş almak için çok kısa olduğunu öğrenmiştim mesela, bavul hazırlamayı da orada öğrendim, ana dilim gibi İngilizce konuşmayı da :) Üniversitede disiplini ve özgürlüğü öğrendim. Hatta ülkeye döndüğümde bir hocam sormuştu, “Anlat bakalım orada öğrenciler ne kadar farklı” diye.. “Öğretmenler de çok farklı hocam” demiştim. Mesleğimle ilgili de vizyonum genişledi yurtdışında. Bugün oyunculuğun yanı sıra aynı zamanda oyun çevirmeni olarak da çalışıyorsam, bunu da yurtdışında geçirdiğim zamanlara borçluyum.

Bugüne kadar hem tiyatro hem dizi hem de sinema da yer aldın. Bu üçlünün içerisinde seni en çok tatmin eden alan neresi?

Pek çok meslektaşım dizileri yalnızca para kazanmak için yapıyor ama ben öyle değilim. Dizi de sinema da tiyatro da temelinde oyunculuk. Hepsinin keyfi benim için ayrı. Ben işimi lâyığıyla yapabilmenin peşindeyim. Kimse için değil, kendim için… Yerli dizilerin yersiz uzunluğu, çalışma saatlerinin adaletsiz ve insanlık dışı olması dışında, üçüne de “oyunculuk” olarak baktığımda temelinde bir fark göremiyorum. Bu soruyu şöyle değiştirirsek galiba istediğin şekilde cevaplayabilirim. “Hayatın boyunca yalnızca tek birini yapacak olsaydın hangisini seçerdin?” Buna cevabım tiyatro olurdu tabi ki. Tiyatroyla yaşamımı idame ettirebilecek olduğumu hayâl ederek bu cevabı verdiğim de not düşülsün ama :)
 

Sahnede başka bir Zeynep var. Daha özgür, daha mutlu, daha doğal… İçindeki tiyatro aşkını anlatabilir misin? Desem hangi cümleler eşlik eder?

Sahnede başka bir Zeynep yok aslında. Zeynep hep özgür, hep doğal ve çoğunlukla da mutlu. Sahnede Zeynep’in canlandırdığı türlü türlü hayatlar var. O hayatları anlamak için harcanan zaman ve emeğe aşığım ben. Yolculuğa aşığım...
 

En zor zamanlarda bile umudunu diri tutmaya çalışan Zeynep’le zirvenin doruklarında olan Zeynep arasında seni sen yapan, asla değişmeyen karakteristik bir özelliğiniz var mı?

İkimiz de saçımızla oynuyoruz.
 

Bugüne kadar edindiğiniz en önemli hayat dersi, en değerliniz ama aynı zamanda size kendini hep hatırlatan “an” veya “anı” neydi?

Bana “en” dediğin an ben korkuyorum. En önemli hayat dersi şöyle dursun, en sevdiğim yemeği bile seçemem ben. Bana kendimi hep hatırlatan şeyler acılarım oluyor genellikle. Yaşadığım acılar karşısında verdiğim tepkileri hiç unutmuyorum. Hayat dersiniyse gerçekten bilemiyorum. Hayat halâ devam ediyor..
 

Bir sabah kalktığında seni dünyanın en mutlu insanı yapacak bir dilek hakkın olsa ne dilerdin?

Tümüyle adaletli bir dünyada “en” mutluluğa çok yaklaşabilirdim.
 

FOTOĞRAF: Ahmet Can Mocan, Fatih Yılmaz