“Kira artışlarında fırsatçılar, ev sahipleri zulm etti kiracılara, yüksek kiralar uyguladılar.” İfadeleri doğru gibi gelebilir. Ama sadece konunun başında değilde sonundan bakarsan doğru gelebilir. Bu ifadeyi sorgulamazsak asıl suçlu görünmez bir kahramana da dönüşebilir. 

Kiracı olamanın zorlukları malum, üst üste gelen elektrik, doğalgaz, telefon, gıda zamları insanların bellerini büktü. İşleri hiç kolay değil. Elbette hangi toplum olursa olsun, toz yığını gibi elde süpürge (sopa), bir kenara süpürülme politikalarına maruz kalırsa, yığının en altında kalanın canı her zaman ilk ve daha fazla yanan olmaktadır. Üst üste yığılmalar artıkça sonraki katmanlara sıra gelir. Bu en basit fizik kanunudur... 

Öte yandan ev sahibi olanlara “zulm eden” yani acımasız, gaddar, milletini sevmeyen insanlar şeklinde lanse edilmesi de hayret uyandırır...

“Rant ekonomisi ile büyüyeceğiz” diye gazetelere atılan manşetler dün gibi gözümüzün önünde... Rant ile yönetme anlayaşının yanlışlarını bir bir anlatanlara “Dış güçler” gibi ipe sapa gelmez şeyler denilerek, ‘Rant ekonomisi’ mali programı devam ettirildi. Bugün ise; O rant politikasına inanmış, onları takip etmiş insanlara ağır ifadeler söyleniyor. 

Her bir köşeye, hatta orman arazilerine bile imar verilip, AVM’ler, irili, ufaklı binalar dikildi. Eş zamanlı olarak fabrikalarımız, ekonomi kalelerimiz yabancılara satıldı. Satın alan yabancılar ise fabrikaları küçülttü. Kendi milletine yani ithal ürüne yöneldi ya da tamamen kapattı. Hatta bir çoğunun ana fabrika binası bile yıkıldı. Oralara da “Millet Parkı” yapıldı. Sanki çalışma, kırlarda yat-dolaş mesajı veriliyordu... Nüfusa oran ile yetersiz bırakılmış üretimin de sermayeleri konuta yöneltildi. Üretim daha da azaldı. Yine Suriye, Mısır, Afganlara konut almaları karşılığında vatandaşlık hediye edildi. Yıllar boyunca top yekün her bir kuruş konuta yönlendirildi. Haliyle konut fiyatları da astromik bir şekilde yükseldi. Hatta konut satın alma bedeli ile kıyaslayınca kira bedelleri çok çok düşük bile kaldı. Yirmi sene önce ‘on senelik getirisi ile kendini öderse iyi’ olarak anılırdı. Şimdi ‘kırk senede kendini karşılarsa’ dua edip çok iyiymiş diyorlar.  

Kısa sürede esnaf, orta ölçekli işletmeler, hatta sanayiciler dahi bu alanın astronomik rant kâzancını görüp, az kazandıran ya da kazandırmayan üretim sermayelerini konuta yönelttiler. Bunu elbette geleceği için, rant ekonomisi sisteminde kendini koruma güdüsü ile yaptı... Böylece şirket sermayeleri de konuta dönüşmüş oldu. Düzenli işi olup çalışanlar geleceklerini korumak adına hükümetin de desteklediği, indirimli kredi faizleri ile konuta yönlendi. Finansal yatırımlar konuta dönüştü. Ardından da bu kişiler, herkesin yapacağı gibi konutlarını kiraya verdiler. Rant politikaları ile yoğrulmuş bir ekonomi anlayışı çerçevesinde yatırımları bugün oldukça, hatta abartılıca değerli... Haliyle o değerlenmeden fayda sağlayıp, hazinenin dış borç yükü, politik lüks harcamalar, denk bütçe açıkları, faiz sarmalları, ihracata oran ile ithal çokluğu, bolca para basımı ve yüksek enflasyon karşısında en az ezilen olabilme çabasındalar. Bu en doğal ve her insanda var olan güvende kalma isteğidir.

Bu davranışın doğru ya da yanlış olduğunu halk ayrıca tartışır. Lâkin kira artışlarını eleştirecek en son kişi, bu sistemin kurucusu hükmedenlerdir. Çünkü politikaları topraklarımızı rant cenneti haline çevirmiştir.

İşte bu sebeple ev sahipleri “Zulm edenler” olarak anılamaz. Hedef saptırılarak ve  “zulm eden” olarak; Yapılan politik hataların ecüş bücüşlüğü ile… Ekonomi biliminden, sosyolojisinden uzak, zararlı düşüncelere maruz kalmış insanlara “ahhh” edilemez. 

Kiracıların durumu çok ama çok daha zor. Onlar ya zamanında bu politikaları görmediler. Ya da görmelerine rağmen imkânları olmadı, eyleme geçemediler. 

Tekrar etmeliyiz elbette ev sahipleri zulm eden değillerdir. Yaradılışları gereği, içinde bulundukları ortamda, siyasi tavra uygun olarak hayatta kalmaya çalışmaktadırlar. İnsanlık erdemine ulaşmış hiç kimse faiz ve rant ile ezilmeyi hak etmez. Bu sebeple rantçılık günahtır. Hatta çok net olarak diyebiliriz ki! Rant ve faiz politikaları gibi ‘zararlı düşünceler’ ile zulm gören bizzatihi onlardır, millettir. Zulm eden ise asla değillerdir.

Dil, cumhuriyet gibi anlaşılamayan bahaneler ileri sürerek, düşünemediğini açıkca ifade eden politikacıların, elbette düşüncesizliğe ya da ‘zararlı düşünceye’ düşmesi de kaçınılmaz olacaktır.

Gelin bunu Hacı Bektaş-i Veli’den bir şiir ile değerlendirelim.

“Hararet nar’dadır, sac’da değildir. Hakikat baştadır, tac’da değildir. Her ne ararsan ara kendinde ara. Kudüs’te, Mekke’de, Hac’ta değildir.”

Hararet, sıcaklık, öz, araştırma, geliştirme, düşünce ateştendir. Üzerindeki metalden, sactan ya da herhangi bir nesneden değildir. Düşünce senin içinde, özünde... Sen yeter ki düşünmek iste... Özünü, altyapını harla, canlandır... Bak o zaman iki yüz yıldır konuşulmayan, kullanılmayan bir dil olan ‘Matorca’ ile dahi düşünce, felsefe üretebilirsin. 

Sıcaklık ateştedir, tencerede değil... Fahiş kira hükmedendendir, ev sahibinden değil...

Asla düşüncesizliğin sebebi Türk milletinin binlerce yıldır konuştuğu dile atfedilemez...

Unutmayalım ki! Bir dili öldüren, kullanılmaz hale getiren; Sadece devletinin güçsüzleşmesi, borçlanması, halkının çalışamaması, tembelleştirilmesi ile birlikte, başka bir milletin o coğrafyaya yerleşmesi ve güçlü olan o devletin dilinin daha fazla kullanması ile olur. Tarihte, sadece bu ve benzeri durumlarda halkın öz dilinin kısa zaman içinde yok olduğu görülmüştür. 

Düşüncesizliğin bedeli; Türkçemize, Harf Devrimine, Cem’e, Cuma’ya, Cumhur’a, Yüz yıllık Cumhuriyetimize ödetilemez. 

Ayrıca bu tutum; Türk milletinin o yüce ozanlarına, düşünce insanlarına Karacaoğlan’a, Yunus Emre’ye, Ahi Evran’a, Hilmi Ziya Ülken’e, Hasan Ali Yücel’e, İbn-i Sina’ya, Ali Kuşçu’ya ve nicelerine hakarettir.