Son kitabım Bir Muallimenin Gözünden Sultan Reşad Sarayı, Babıali Kültür Yayıncılığı’ndan geçtiğimiz Ekim ayında çıktı. Ülkemizin ve düny

Son kitabım Bir Muallimenin Gözünden Sultan Reşad Sarayı, Babıali Kültür Yayıncılığı’ndan geçtiğimiz Ekim ayında çıktı. Ülkemizin ve dünyanın sıcak gündeminden ancak fırsat bularak bu yazımda siz kıymetli okurlarıma kitabımı tanıtmak istiyorum.
Kitap esas olarak iki bölümden meydana geliyor. İlk bölümü, merhume Safiye Ünüvar Hanımefendi’nin 1962’de tamamlayarak 1964 yılında yayınladığı Saray Hatıralarım kitabının gözden geçirilerek gerekli düzeltmeler yapılmış ve çok sayıda dipnot ve resimlerle ile zenginleştirilmiş bir versiyonu teşkil ediyor. Hatıratın devamında ayrıntılı bir “İlaveler” bölümü kaleme aldım. Bu bölümde, hatıratta vuku bulan olaylar ve adı geçen bütün hanedan mensuplarının hayatını, bugün hayatta olan çocuklarını ve torunları ile nerede yaşadıklarını geniş olarak anlattım. Çok sayıda resim ilave ettim. Neredeyse hatıratın hacmi kadar ayrı bir bölüm meydana geldi. Bu kitabın yayınlanmasındaki amacım okuyucunun, 623 yıl devam ederek dünya tarihinde inkâr edilemeyecek önemli izler bırakmış olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim merkezi olan sarayı ve saray hayatı ile ilgili doğru bilgiler elde etmeleri ve hayallerinde orayı canlandırabilmeleriydi.
SIRLARLA DOLU BİR DÜNYA
Osmanlı Devlet’inde padişahın, eşleri, çocukları, gelinleri ve bunların hizmetlerini gören çok sayıda cariye ile beraber yaşadığı saray bölümüne Harem-i Hümayun denir. Hareme, orada yaşayan şehzadeler yani padişah çocuk ve torunlarının dışında hiçbir erkek adım atamaz. Bunun tek istisnası hadım Harem Ağalarıdır. Onlar da daha çok Haremin dış dünya ile olan işlerine bakarlardı. Sarayda görevli cariyelerin idaresi ise Hazinedar Usta denilen yaşlı cariyelerde idi. Bunların başı olan Baş Hazinedar Usta, külliyetli miktarda maaşı olan, rütbeli ve sarayda hatırı sayılan önemli bir şahsiyetti. Ancak halk, sarayda böyle mühim bir kadının varlığından bile haberdar değildi. Bugün dahi çoğunun adını bilmiyoruz. Asırlar boyunca Haremde görevlerini yapmışlar ve bu dünyadan sesiz sedasız göçmüşlerdir.
Saray dışındaki kişiler için Hareme girmek, orada gözlem yapmak, yaşananlara şahit olmak ve dışarı çıkıp bunları hikâye etmek, saray dışından Müslüman kişiler için bile mümkün değildi. Nerede kaldı ki ecnebiler için mümkün olsun. Sadece son devirlerde bazı ecnebi doktorların bizzat padişahın nezaretinde, hasta olan kadınefendileri muayene etmek üzere çok kısa süreliğine Hareme girdiğini biliyoruz. Onlar da muayene ettikleri kadınefendi dışında kimseyi görememişler, hatta padişahın yanında ayakları titreyerek geçtikleri çok sayıda kapı ve koridorun ardından nereye gittiklerinin bile farkında olamamışlardır. Yerli ve yabancı yazarların romanlarında yazdıkları ve ressamların tablolarında aktardıklarının gerçeklerle ilgisi olmayıp büyük ölçüde kendi hayallerinin ürünüdür.
YAYINLANMIŞ DİĞER SARAY HATIRALARI
Saray hayatı ile ilgili gerçek bilgileri aktaran hatırat sayısının neden az olduğunu böylece açıkladıktan sonra bugüne kadar yayınlanmış hatıra kitaplarına bir göz atalım. Şerefiye Leyla Açba Hanım’ın (öl. 1931) yazdığı ve 2004’te yayınlanan Bir Çerkes Prensesinin Harem Hatıraları bunlardan biri. Leyla Hanım’ın babası Mehmed Refik Bey Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın mabeyn katiplerinden, teyzesi Hadice Rabia Peyveste Hanımefendi, Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın hanımlarından ve Şehzade Abdürrahim Hayri Efendi’nin annesi idi. Kendisi 4 yaşında saraya girmiş, 1919-1924 arası Sultan Mehmed Vahîdeddin Han’ın ilk hanımı Emine Nazikeda Başkadınefendi’nin usta cariyesi olarak görev yapmıştı. Bir diğeri Leyla Saz’ın (öl. 1936) 1921-22 yılları arasında Vakit Gazetesi’nde “Harem-i Hümayun ve Sultan Sarayları” başlığı ile neşredilen hatıralarıdır. Leyla Hanım, Sultan Abdülmecid Han’ın kızlarından Münire Sultan’ın (öl. 1862) 7 yıl nedimeliğini yapmıştır. Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın kızlarından Ayşe Hamide Sultan’ın (öl. 1960) Babam Sultan Abdülhamid ve Şadiye Sultan’ın (öl. 1977) Hayatımın Acı ve Tatlı Günleri de diğer önemli saray hatıralarıdır.
SARAY DIŞINDAN BİR HATIRAT
İşte az sayıdaki saray hatıralarından biri de Safiye Ünüvar Hanımefendi’nin Sultan Reşad sarayını anlatan hatıratıdır. 1914 yılında İstanbul Dârülmuallimatı’ndan mezun olmuştu. Sultan Reşad sarayında başimam olan İsmail Hakkı Efendi eniştesi idi. Eniştesinin aracılığıyla padişahın torunlarına öğretmen tayin edilerek 1915 Mayıs’ında saraya girdi. Sultan Reşad’ın vefatına kadar 3 sene Yıldız ve Dolmabahçe Saraylarında bizzat yaşadı. Daha sonra 1924’te Hanedan’ın sürgün edilmesine kadar Sultan Reşad’ın büyük oğlu Şehzade Mehmed Ziyaeddin Efendi’nin köşkünde görevine devam etti. Bu on yıl boyunca yaşadıklarını ve şahit olduklarını aktardığı hatıratı bu bakımdan çok değerlidir.
Safiye Hanım’ın yazdıklarından, okulundan yeni mezun olmuş genç bir muallime olarak çok iyi bir gözlemci olduğunu anlıyoruz. Genç yaşına rağmen ailesinden gördüğü terbiye ve okulundan aldığı eğitim sayesinde saray halkı ile çok iyi ilişkiler kurmuştur. Kendisine verilen görevi layıkıyla yapmak için çırpınması ve insanlara olumlu yaklaşımı sebebiyle kendini herkese sevdirmiştir. Padişahın ve diğer Hanedan mensuplarının takdirini ve itimadını kazanmıştır. Böylece sarayın her noktasına girebilmiş ve oradaki hayat ile ilgili en ayrıntılı bilgilere vakıf olabilmiştir. Ayrıca sarayla ilgili gözlemlerini, diğer saray mensubu hatırat sahiplerinin aksine halktan biri olarak kaleme almış olması, verdiği bilgilerin değerini bir kat daha artırmaktadır.
HAREMİ AYRINTILARIYLA ANLATMIŞ
Safiye Hanım’ın hatıratından, padişah ile eşlerini, oğullarını, gelinlerini ve torunlarını hem şekil ve şemail olarak hem de tavır ve davranışları bakımından tanıma fırsatı buluyoruz. Ayrıca Haremdeki diğer görevlileri hem ismen hem de yaptıkları işler bakımından öğreniyoruz. Bütün bu kişilerin tahsil ve terbiye durumlarını, kabiliyetlerini, birbirleriyle olan ilişkilerine vakıf oluyoruz. Haremde gerçekleştirilen toplantıları, giyilen kıyafetleri, yenilen yemekleri ve içilen kahveleri bütün adabı ve muaşereti ile gözümüzde canlandırabiliyoruz. Safiye Hanım, kandil gecelerinde alayları, bayramlardaki merasimleri ve bayramlaşmaları, padişahın bizzat katıldığı Hırka-i Şerif ziyaretlerini bütün ayrıntısıyla aktarmaktadır.
Ayrıca sarayda hiç de öyle tarih kitaplarında veya romanlarda anlatıldığı gibi şaşaalı bir hayatın olmadığını öğreniyoruz. Haremde belki az sayıda Hanedan mensubu hanımın ve yüksek rütbeli cariyenin, konumları gereği pahalı elbise giymeleri ve kıymetli takılar takmalarının dışında öyle dudak uçuklatacak bir debdebe göremiyorsunuz.
Harem halkının, rütbesine ve konumuna göre birbirine resmî davrandığı, oturup kalkmanın, yiyip içmenin, giyinmenin, saray dışına gidiş gelişlerin velhasıl bütün hâl ve hareketlerin belli kurallar içinde yapıldığı, neredeyse bir devlet dairesi yaşantısının hüküm sürdüğü intibaını alıyorsunuz. Gürültü patırtı bir yana yüksek sesle konuşmanın bile hoş karşılanmadığı bir ortamdan söz ediyoruz. Zaten her devirde Osmanlı sarayının sadece Harem değil diğer bölümlerindeki ahlak ve terbiye, edep ve adap dalga dalga önce İstanbul halkına, oradan da bütün bir ülkeye sirayet edegelmiştir.