Akil insanların temasları karşılıksız kalmadı

Başbakan Ahmet Davutoğlu,

"Çok farklı siyasi görüşler, çok farklı geçmişte belki ideolojilere sahip ama ortak bir vicdanı harekete geçirmek konusunda tereddütsüz aynı zemine sahip bir heyet olarak gerçekten size bütün ülkemiz adına, hatta sadece Türkiye olarak değil, sizlerin bu çabalarınız sonrasında çevre ülkelerde yaşanan kırılmaların derinleşmesi göz önünde alındığında bütün çevre coğrafyalar ve insanlık adına teşekkür borçlu olduğumuzu düşünüyorum" dedi.

Başbakan Davutoğlu, Dolmabahçe'deki Başbakanlık Çalışma Ofisi'nde Akil İnsanlar Heyeti ve ilgili bakanların katılımıyla düzenlenen toplantıda yaptığı konuşmada, toplumların karşılaştıkları zorlukları aşma iradelerini oluşturmalarını sağlayan en temel olgunun "ortak vicdan" olduğunu, "ortak aklı" harekete geçiren "ortak vicdan" olmadığında ortaya çıkanın yalnızca "salt müzakereye dayalı karşılıklı tartışma" olabileceğini ifade etti.

Akil İnsanlar Heyeti ile onlarca yıldır devam eden "önemli meselenin" yanı sıra toplumsal ve tarihi dönüşüme cevap teşkil edecek çözümler üretmek adına ortak vicdanı harekete geçirmeyi hedeflediklerini dile getiren Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Sayın Cumhurbaşkanımız ilk toplantıyı 4 Nisan'da 2013'te o zaman başbakan olarak sizlerle yaptığında o vurguda bulunmuştu. Çok yoğun çabalar gösterdiniz. Size minnettarız. 26 Haziran'a kadar olan, geçen bölümde 12 bin kilometrelik mesafe kat edildi. Sayısız uçak yolculukları yapıldı. 60 bin vatandaşımızla yüz yüze görüşmeler yaptınız. Çok farklı siyasi görüşler, çok farklı geçmişte belki ideolojilere sahip ama ortak bir vicdanı harekete geçirmek konusunda tereddütsüz aynı zemine sahip bir heyet olarak gerçekten size bütün ülkemiz adına, hatta sadece Türkiye olarak değil, sizlerin bu çabalarınız sonrasında çevre ülkelerde yaşanan kırılmaların derinleşmesi göz önünde alındığında bütün çevre coğrafyalar ve insanlık adına teşekkür borçlu olduğumuzu düşünüyorum. Çözüm süreci, bizim içim bu toprakların en önemli projesidir. En başından itibaren söyledik. Sadece bu ülkenin projesi değil, burada başarılı olduğunda çevre ülkeler için de ilham kaynağı olacak önemli bir tarihi yol ve yöntem tespit etme meselesidir."

Dışişleri bakanı olduğu dönemde ve başbakan olduğunda da hafızasını tazelemek için Akil İnsanlar Heyeti'nin çözüm sürecine ilişkin hazırladığı raporu okuduğunu dile getiren Davutoğlu, "Siyasi pratik içinde, ayrıca ondan öncesinde de akademisyen olarak sizlerden biri olarak, bir aydın olarak, ulaştığım sonuçların ne kadar güzel formüllerle sizin tarafınızdan dile getirilmiş olduğunu görmekten de büyük mutluluk duydum" dedi.

"Son gelişmeler olmasaydı da..."

Başbakanlık görevini devraldıktan sonra da bu konuda çalışma yaptığını, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile bu konuda yoğun istişarelerde bulunduklarını aktaran Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Aslında son gelişmeler olmamış olsaydı da zaten bu toplantı olacaktı, kesinlikle bir araya gelişimiz konjonktürel bir gelişmenin sonucunda değildir. Bunu özellikle vurgulamak isterim. Ortak bir sorumluluk taşıyoruz. Ortak vicdanı harekete geçirebilmek için, bu ortak sorumluluğu toplumun bütün kesimlerine yayma çabasında omuz omuza vermek durumundayız. Hasbelkader bu siyasi süreç içinde yer alıp bugün başbakan olarak huzurlarınızda bulunmamış olsaydım ve akademisyenliğim devam ediyor olsaydı, sizlerden biri olarak yine bu meselelere zihnimi yoruyor, gönlümü bu meselelere yoğunlaştırıyor olacaktım ve belki de sizinle birlikte oturuyor olacaktım. Siyasi otoriteye, toplumsal sorumluluk bilinciyle bir şekilde hitap etmek zorunda olan bir aydın olarak zihnim yine bunlarla meşgul olacaktı.

Bu giriş konuşmasından, hitabından ve benim meseleye nasıl yaklaştığımla ilgili temel hususları vurguladıktan sonra inşallah baş başa oturduğumuzda belki saatlerce sürecek oturumda sizlerden biri olarak istişare etmek istiyorum. Bu toprakların bir çocuğu, bu ülkenin geleceğiyle ilgili ümitler, idealler besleyen bir insan, bir birey, bir aydın ve bütün insanlık için, bölge için sorumluluk taşıyan, beşerler olarak oturup birlikte konuşacağız. Şunu bilinmesini en başından isterim, Akil İnsanlar Heyeti'nin yaptığı temaslar, karşılıksız kalmamıştır. Bunlar sadece sizlerin bölgelere yaptığı ziyaretlerle, o ziyaretleri sonucunda ortaya çıkan yazılı raporlarla, raflara kaldırılmamıştır."

"Çözüm süreci Türk hukuk sisteminin bir parçası"

Akil İnsanlar Heyeti'nin raporlarında yer alan pek çok hususun geçen yıl "demokratikleşme paketiyle" hayata geçtiğini ifade eden Davutoğlu, "Hazine yardımının yüzde 7'den yüzde 3'e inme şartı, harf yasağının kaldırılması, yer isimlerinin gözden geçirilmesi, siyasi propaganda da yerel dilin, anadilin kullanılması dahil olmak üzere birçok sizin teklif ettiğiniz, şimdi raporlarınıza dönüp baktığınızda, 'Evet biz teklif etmiştik' dediğiniz birçok husus, geçen seneki demokratikleşme paketinde yer aldı ama devrim mahiyetinde atılan bence en önemli adım, sizlerin hemen her bölgedeki raporlarda benim gördüğüm ve talebiniz olan ve bu çözüm sürecinin aktörü olan taraflarca da sürekli dile getirilen, yasal çerçevenin çözüm sürecine sağlanmış olmasıdır. Haziran ayında yaptığımız yasal düzenlemeyle artık çözüm süreci, Türk hukuk sisteminin bir parçası ve yasama kudretiyle bakanlar kurulunu da bağlayan bir temel esas halini almıştır" diye konuştu.

Genel başkanlık görevine geldiği AK Parti'nin olağanüstü genel kurulundaki konuşmasına "Selam olsun, insana, zamana ve mekana" dediğini hatırlatan Davutoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Siyasetin ve her türlü sosyal faaliyetin temel hedefi, insanın varoluşsal alanı olan mekana, tabiata, o varoluşsal çevreye, insanın zaman içinde akışını temsil eden tarihi kontekste hitap etme ve insana saygı esasına dayalı olmak zorundadır. İnsanı selamlamayan, o insanın tarihi akışı içinde hakkıyla kavramayan, insanın varoluş alanına ki bu inananlar için bir nimet olarak Allah'ın lütfettiği, felsefeciler için tabiat, ne derseniz deyin o alana saygı duymayan bir yaklaşımın siyasal alanda kalıcı, ahlaki bir temel bulması mümkün değildir. O zaman nasıl bir saygı bu? Bunun çözüm süreciyle irtibatı nerede? Her şeyden önce şunu ifade etmemiz lazım. Küçük kısır alanlara bir mesele hapsolunduğunda, son gelişmelerde olduğu gibi, o kısır alanda şiddet ağırlıklı bir dil ve eylem geliştirildiğinde büyük resmi kaybetmek gibi bir sonuçla karşı karşıya kalabiliriz. Bizim büyük resimde gördüğümüz şudur; İnsanlığın büyük tarihsel dönüşümünde en temel evreler, kadim, modernite, küreselleşme evrelerinden geçen evrelerdir. Kadim topluluklar, çoğulcu şehir yapılarına, mahalle yapılarına, sokak yapılarına sahip olan ve harmanlanarak bugüne kadar gelmiş, çok köklü tecrübelerin birbirleriyle etkileşimleri üzerine doğmuş bir birikim. Modernite, bu birikim üzerinde daha çok, daha homojen, ulusçu anlayışlarla tek tipe daha yatkın ama vatandaşlık hukukuyla tahkim edilen bir hukuk düzenini öngördü. Küreselleşme ise bireylerin bütün sınırları hukuki kayıtları da rahatlıkla aşabilecekleri öyle büyük, geniş teknolojik araçlar ortaya çıkardı."

"Herkes silahlansın, şurayı bassın' şeklinde tweet'ler atıldı"

Son olaylarda, küreselleşme ile ortaya çıkan iletişim araçlarının kötüye kullanıldığını aktaran Davutoğlu, "Silahlanıyoruz", "Herkes silahlansın, şurayı bassın" şeklinde tweet'ler atıldığını, "Türkiye IŞİD'e yardım ediyor" gibi gerçek dışı bilgilerin aktarıldığını belirten Davutoğlu, "Ortak kadim geçmiş ne olursa olsun, küreselleşmenin getirdiği o basit görünen ama çok etkileyici araçlar, bir anda bizim barışçıl projelerimizi demokrasi çabalarımızı, dumura uğratacak sonuçlar doğurabiliyor" dedi.

Türkiye'nin bir Latin Amerika, Kuzey Afrika, Batı Avrupa ülkesi olmadığını dile getiren Davutoğlu, "Bu topraklar, bu toprakların şehirleri, sokakları, devletleri, siyasi yapıları, sosyo kültürel bağları, en yakın zamana gittiğinde, 2-3 bin yıllık geçmişe dayanır. Bizde, bir bin yılı devirmemiş şehir neredeyse yoktur. Zaten şehirlerin şehir olması, bin yıllık bir sınavdan geçmesiyle irtibatlandırılır. Dolayısıyla bu topraklarda herhangi bir şehir, tek bir mezheple, tek bir dinle, tek bir etnik grupla adlandıralamayacak kadar farklı tarihi tecrübeler yaşamıştır. 'Şu şehirler Kürt şehridir, bu şehirler Arap şehridir, bu şehirler Türk şehridir' dediğinizde, tanımladığınızda geriye doğru 100 sene öncesine baktığınızda o şehirlerin çok daha heterojen, çok daha birbiriyle bütünleşik bir şekilde yaşamış şehirler olduğunu görürsünüz, şu anda da bu özellikleri taşıdığını görürsünüz" diye konuştu.

Olumlu sonuçlar doğuracak

Can Paker, Muhsin Kızılkaya, Oral Çalışlar, Etyen Mahçupyan, Nihal Bengisu Karaca, Hülya Koçyiğit ve Kadir İnanır ofise ilk gelen isimler arasında yer aldı.

Ofis girişinde geniş güvenlik önlemi alındığı ve heyetteki isimlerin, görevli polisler tarafından isim kontrolü yapıldıktan sonra içeriye alındığı gözlendi. Bu arada ofis önünde çok sayıda basın mensubu görev alıyor.

Toplantıya katılmak üzere Dolmabahçe Başbakanlık Çalışma Ofisi'ne gelen Akil İnsanlar Heyeti Karadeniz Bölgesi üyesi olarak görev alan gazeteci Çalışlar, basın mensuplarına yaptığı açıklamada, Kobani (Ayn el Arap) için yapılan eylemlerin herkesi endişeye sevk ettiğini belirterek, herkesin çözüm sürecine kararlı olarak sarılmasının olumlu sonuçlar doğuracağını ifade etti.

Soru üzerine, Akil İnsanlar Heyeti'nde yer alan 24 kişi ile yaptıkları "Çözüm Sürecine Sivil Katkı" başlıklı toplantıda dile getirilen, "Abdullah Öcalan'ın görüşlerini kamuoyuna doğrudan açıklamasına imkanı tanınması" konusunun da bugün yapacakları toplantıda Başbakan Davutoğlu'na iletileceğini aktaran Çalışlar, "Abdullah Öcalan dışında sürecin bütün aktörleri aracısız konuşuyorlar. Tek aracıyla konuşan Abdullah Öcalan. Abdullah Öcalan'ın görüşlerini aracısız bir şekilde açıklamasıyla ilgili bir imkan yaratılmasını isteyeceğiz" dedi.

Hükümetten kendilerine gelecek tekliflerden henüz haberi olmadığını da dile getiren Çalışlar, "Öcalan önerisi kabul görmezse, izleyeceğiniz yol ne olacak?" şeklindeki soruya, "Ne yapacağız? Yapacağımız bir şey yok? Biz talep etmeye devam edeceğiz" yanıtını verdi.

Akil İnsanlar Heyeti'nde yer aldığı halde bazı kişilere davetiye gitmediği yönündeki iddiaların sorulması üzerine ise Çalışlar, "Çağrıcılardan birisi olarak ben, ilk inisiyatifte, çözüm sürecini destekleyen bütün arkadaşlar burada olmalıdır' diye düşünüyoruz. Zaten anladığım kadarıyla Başbakanlıkta bütün 63 kişinin, 63'ü de çağrılmış. Bazı arkadaşlar katılmayabilirler. Bu da onların tercihi" diye konuştu.

Çağrılan tüm isimlerin toplantıya katılmasını umduğunu ifade eden Çalışlar, "Biz bir örgüt değiliz ki ayrılık olsun, fraksiyon olsun. Sonuçta hepimiz çağrıyı yaparken de bütün arkadaşlarla birlikte çağrı yaptık. Bundan sonra da böyle devam edecek. Zaten biz, 63 kişinin genişlemesini istiyoruz, 63 kişiyle kalmak yerine. 600 kişi olsun 6 milyon kişi olsun, hep birlikte barış sürecini, çözüm sürecini zorlayalım" dedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın çözüm süreci konusundaki son açıklamalarının sorulması üzerine ise "Herkes diline daha çok dikkat etsin. Yani dil, zaman zaman maalesef... Çok olumlu, çok önemli adımlar atıldı ama zaman zaman kullanılan dikkatsiz dil toplumda gerilim yaratıyor. Ben siyasilerden taraflardan atılan olumlu adımlara uygun bir yumuşak dil kullanmalarını öneririm" ifadelerini kullandı.

"Türkiye Sykes Picot'un bekçisi değildir"

Davutoğlu, konuşmasında çözüm sürecinin hemen öncesinde iki sene önce bir röportajda, "Türkiye Sykes Picot'un bekçisi değildir" dediğini anımsatarak, "Kastettiğim şey bu topraklardaki kadim birlikteliğin ve bugünkü siyasal birlikteliğin ancak ve ancak bize biçilmiş deli gömleklerini aştığımız zaman, tabularını yıktığım zaman gerçekleşeceğine dair olan inancımdır" diye konuştu.

Çevrenin, jeopolitik ortamın zeminine de değinen Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Bunu, uzun dönemli tarihi serüvenin hepimiz üzerinde durduğumuzda göreceğimiz şey, arızi bir parantez içinde yaşıyoruz hala. Son olaylar gösterdi ki Tel Abyad'ı Akçakale'den, Suruç'u Kobani'den Nusaybin'i Kamışlı'dan, Yayladağ'ı Bayırbucak'tan ayırmak mümkün değil. Yapamıyorsunuz. Dış politikayla ilgili ilk anda zikrettiğimde birçok kişi yanlış anladı. Sanki yayılmacı bir yaklaşımın izleri gibi. Hayır. Kastettiğimiz tek şey, bu Balkanlar için de geçerli, Kafkaslar için de ya bu sınırlar barışçıl yöntemlerle anlamsızlaştırılacak ve bütün o akraba topraklar birbiriyle kaynaştırılacaklar ya da çatışmacı acılar yaşanacak. Biz bunu gördüğümüz için şimdi geriye dönüp herkesin muhasebe etmesini istiyorum."

Davutoğlu, Arap Baharı'ndan çok önce ortak hükümet toplantılarıyla, Suriye ve Irak'la barışçıl yollarla bunu nasıl yaparız diye büyük bir çaba içine girdiklerini ifade ederek, vizeleri kaldırdıklarını ve Türkiye, Suriye, Ürdün, Lübnan havzasında ortak ticaret havzası kurduklarını dile getirdi.

"Eğer bu gerçekleşmiş olsaydı bugün yine Tel Abyad'la Akçakale arasındaki Sünni Araplarla, Türkiye'deki Araplar, Suriye'deki Araplarla Türkiye'deki Araplar, Türkiye'deki Türkmenlerle Suriye'deki Türkmenler, Türkiye'deki Kürtlerle Suriye'deki Kürtler o şehirler üzerinden vizesiz her türlü alışverişi yapıyor hale geleceklerdi" diyen Başbakan Davutoğlu, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Mülteci göçleri halinde değil de ticaret göçleri halinde, insani ilişkilerin getirdiği göçler halinde seyrüsefer halinde olacaklardı. Bizim vizyonumuz buydu ve gelecekte de ya bu vizyon egemen olacak ya Sykes Picot'tan daha kötü, daha beter parçalanmalar yaşayacağız. Siyasi iradeyi elinde tutanların imtihanı burada. Biz YDSK konseyleriyle, kültürel anlaşmalarla, üst düzey siyasi diyaloglarla aslında yapmak istediğimiz şey IŞİD'in bugün yıktığı, yıkma iddiasında bulunduğu o Sykes Picot düzenini ya da rejiminin bombalarla korumaya çalıştığı Sykes Picot düzenine karşı biz aslında barışçıl, ekonomik, siyasal, kültürel ağırlıklı bir bütünleşme stratejisi getirdik. Bizim savunduğumuz tek siyaset bu oldu."

Davutoğlu, o dönem Esed'le de Maliki ile de konuştuklarını belirterek, sonra ihtilaf ettikleri şeyin onların takip ettiği yöntemin çatışmaya yöneldiği anda başladığını söyledi.

Çatışmaya yönelip de Halep'i havadan bombaladığında, Humus'u açlık hapishanesi haline getirip, insanları zulme teşvik ettiğinde, Maliki'nin Sünni ve diğer kesimleri dışladığında demokrasiyi teşvik ederek, aynı anlayışı korumaya çalıştıklarını dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Ancak olmadı, bugünkü çatışmacı ortam doğdu. Yine önümüzde iki alternatif var. Ya barışçıl, karşılıklı saygıya dayalı esaslarla birleştirici bir yol seçeceğiz, ki bizim tercihimiz hep budur, ya da yayılmacı, sekter ve modern görünümlü ama aslında gayet arkaik, aşiretçi, baas ideolojisiyle veya benzeri ideolojilerle, marksizmle bezenmiş görüntü itibariyle ama gerçekte arkaik ideolojilerle çoğulcu yapılara karşı savaş ilan eden ya da bazen dini görünümlü, İslami görünümlü arkaik yapılarla çoğulcu yapılara savaş ilan eden terör ve radikal grupların tesiri altında kalacağız."

Akil İnsanlar Heyeti'nin özel önemi

İşte tam da Akil İnsanlar Heyetinin misyonunun burada özel bir önem taşıdığını dile getiren Davutoğlu, "Bizim açımızdan bu sivil inisiyatif, Türkiye'de eğer bu çizgiyi gerçekleştirebilirsek, aslında çözüm sürecinin başarısı bütün bu sosyokültürel, sosyopolitik ve etraftaki jeopolitik çatışmaları engelleyecek yegane yoldur" diye konuştu.

Çözüm sürecinin üç karakterine dikkat çekmek istediğine işaret eden Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Birincisi çözüm süreci millidir, yerlidir, özgündür. 12 yıl içinde biz, ister buna Kürt sorunu deyin, ister terör sorunu deyin, hangi siyasi yaklaşımı benimserseniz benimseyin, bu meseleyi çözüme kavuşturabilmek için her yöntemi denedik. Sayın Cumhurbaşkanımızın 2005'te Diyarbakır'da yaptığı devrimci konuşmayı herkes hatırlar. O andan itiaren bir taraftan toplumu demokratikleştirerek, herkese ayrımsız ve eşit vatandaşlık hakkını tanımak, başörtü özgürlüğünden Alevi vatandaşlarımızın haklarına kadar her kesime yayarak bunu insan haklarına dayalı demokratikleşme, sivilleşme süreçlerini hayata geçirmek çabası içinde olduk. Diğer taraftan da en doğru yöntem nedir diye sürekli zihin yorduk."

Bakan arkadaşlarının her birinin bu süreçlerin değişik kademelerinde görevler aldıklarını dile getiren Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Oslo sürecini denedik, acaba Avrupa'da, Türkiye'de o zaman çatışma şartları olduğu için onun dışında bir yerde daha soğukkanlı görüşmeler yapabilir miyiz diye. Bir komployla bütün o süreç dumura uğratıldı. Hatırlayacaksınız 2009 yılında Habur'dan girişleri sağlayacak noktaya geldik. Yine son derece gereksiz bazı adımlarla o süreç de akamete uğratıldı. Bütün o tecrübelerden sonra şu sonuca ulaştık. Ne olacaksa bu topraklarda, bu toprakların insanları arasında olacak. Oturacağız, konuşacağız. Konuşulacak, müzakere, istişare edilecek ve hep beraber yerli, milli ve tamamiyle bu toprakların kaderine sahip çıkma hakkına sahip insanlar ve aydınlar, siyasiler arasında olacak."

"Bütün siyasi riskler alındı"

Davutoğlu, 5 sene önce imkansız görülen süreçleri bütün siyasi riskleri alarak devreye soktuklarının altını çizerek, "İmralı'yla görüşmelerden tutun da HDP heyetlerini yaptığı görüşmelere kadar şimdi herkes bir vicdani olarak sorsun. Hep dönüp, hükümetten ve devletten bir şeyler bekleyenler hangi tabuları nasıl yıktığımızı ve nasıl her türlü şeyi tartışarak demokratik ortamda bir netice elde etmeye çalıştığımızı görsünler" diye konuştu.

Akil İnsanlar Heyeti'nin kompozisyonun dahi çözüm sürecinin milli, yerli, belli bir tek tipçi anlayışla değil, özgün Türkiye'ye ait olduğunun işareti olduğunu vurgulayan Davutoğlu, "Beraber yaşıyoruz bu süreçleri, şimdi beraber zorluklarla karşılaşıyoruz. Kimse bu süreçte topu karşı taraflara bir yerlere atmaya kalkmamalı, sizleri kastetmiyorum zinhar. Bu yol, bu topraklarda hakkı bulunan, bu toprakların çocuklarının elele yürüyeceği bir yoldur" dedi.

Başbakan Davutoğlu, "tarihdaşlık bilincini kaybetmiş" ve "kadim geçmişten bağını koparmış" ulusalcı ideolojilerin, bir müddet sonra dışlayıcı bir kültüre dönüştüklerini kaydetti.

Modernite görünümü içinde üzeri süslü ve çarpıcı kelimelerle örtülse de, her gün barış ve demokrasi dese de bir ideolojinin, tek bir ırka, tek bir mezhebe, siyasi yaklaşıma hitap etmeye başlamışsa ve devleti sadece şu veya bu mezhebin, şu veya bu etnik grubun malı gibi görmeye başlamışsa bir müddet sonra tıkanıp, donuklaşıp anlamını kaybedeceğini dile getiren Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Zaten çevre ülkelerde yaşanan krizlere baktığınızda ister Suriye, ister Irak, ister Ukrayna ister diğer bölgelerde, tarihi kültürel fay hatlarının, bugün modernite görünümü altındaki ulusalcı ideolojilerle karşıtlık ilişkisine dayalı olarak bölündüklerini görüyorsunuz. Ben Irak'a ilk seyahatimi yaptığımda hem Bağdat'a hem Musul'a hem Basra'ya hem Erbil'e gitmiştim. Orada bunu yakından fark ettim. Bir toplumun şehirleri, 'şu şehir etnik gruba, şu şehir şu etnik gruba aittir' denmeye başlamışsa o toplumu bir arada tutmak güçleşiyor. Peki bu nereden çıkıyor? Modernitenin kimlik algısının yanlış yorumlanmasından. Belki, başka ülkelerde olumsuz sonuç doğurmayacak bir ayrım, kadimi yoğun yaşamış bizim gibi toplumlarda etle tırnağın kopması gibi ülkeleri, toplumları birbirinden kopardı. Biz bunu çok derinlemesine yaşadık tarihi tecrübemizde. Balkan Muhaceretini biliyoruz. Mübadele dediğimiz, şimdi baktığımızda veri olarak görünen nüfus değiş tokuşunun nasıl insani trajedilere yol açtığını biliyoruz. Hala Anadolu'dan göç etmiş, Yunanistan'daki Rumlarla, Yunanistan'dan, Balkanlar'dan göç etmiş Türklerin nasıl hüzünle o geçmiş çok kültürlü ortamı özlediklerini hepimiz biliyoruz.

Bu yaşanması gereken tecrübeydi belki, belli aşamalarda, zorunluluk içinde savaşların getirdiği bir tecrübeydi ama şimdi artık 1. Dünya Savaşı'nın 100. yılını idrak eden insanlar olarak hepimiz bir kere şunu keşfetmek zorundayız. Tekçi yapılar, kadim kültürlerin olduğu yerlerde hangi etnik ve mezhebi grup adına olursa olsun acı getiriyor, hüzün getiriyor. Bu sadece bizde değil. Pakistan-Hindistan bölünmesinden de yaşanan acıları hatırlayınız."

"Kadim" kavramına "geri kalmış", "feodal bir kimlik" gibi değil, "bize kadar intikal eden bir kültürel çoğulculuğu barındıran, korunması gereken bir tarihdaşlık" olarak bakmak gerektiğini anlatan Davutoğlu, hiçbir İskandinav ya da Latin Amerika ülkesinin bu kadar yoğun bir harmanlamanın içinden geçip gelmediğine işaret etti.

Kadimi muhafaza edip, o tarihdaşlığı güçlü evrensel hukuka ve insan haklarına özgürlüklere dayalı bir vatandaşlık kimliğini kurabilen toplumların yükseleceğine inandığını ifade eden Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Vatandaşlık kimliği, o tarihdaşlık kimliği ile desteklenmek durumunda. Bu, şu demektir; hiçbir toplum, hiçbir vatandaşı konuştuğu anadil, sahip olduğu kültürel geçmiş, aidiyet hissettiği herhangi bir şekilde aidiyet hissettiği kültürel bilinç anlamında tahkir edilemez, dışlanamaz; hiç kimse kendisine doğuştan verilmiş olan ve kendi iradesi dışında olan dil, kültür özellikleri dolayısıyla herhangi bir baskı altında tutulamaz. İşte, kadimle modernitenin en doğru sentezi burada. Bunu yapamayan toplumlar, Suriye'de olduğu gibi, Irak'ta olduğu gibi tek bir ideoloji, Baas ideolojiyle tek bir toplum çıkarayım dediklerinde o kadimin birikimini yok ediyorlar, evrensel hukuka, insan haklarına dayalı bir toplum da inşa edemiyorlar.

Biz AK Parti iktidarları döneminde bütün çabamız, bir taraftan reformcu ve devrimci niteliğimizle bütün bu baskı ve tekçi ideolojilere karşı reformu harekete geçirirken diğer taraftan reformcu, devrimci, evrenselci bir dille hareket ederken diğer taraftan da bize kadim kültürümüzden gelen unsurları da pekiştiren bir dil kullanmaya özen gösterdik. Bu tarihi zemin üzerinde Türkiye'nin farkı şudur. Çözüm sürecinin dayandığı, sosyokültürel zemin de budur. Biz yerleşik, bütünleşik ve iç içe geçmiş, her şeye rağmen iç içe geçmiş, sosyo kültürel yapılar içinde bulunuyoruz. "

Davutoğlu, "Irak'ın birliğini en fazla kim tehdit etmiştir" denildiğinde, buna Saddam zulmü, sömürgeci geçmiş gibi birçok şey söylenebileceğini ama kendisine sorduklarında, "Irak'ın birliğine bugün değen tehditi yapanlar Basra'yı bir Şii bir şehir, Musul'u bir Sünni şehir, Erbil'i bir Kürt şehri diye tanımlayanlardır." cevabını vereceğini belirtti.

O andan itibaren artık sosyokültürel bütünleşik yapının doğmayacağını dile getiren Davutoğlu, "Şehir devletten önce gelir. Şehirden önce gelen de insanlık bilincidir. Eğer bölgeler siyasi pratiklik açısından değil de etnik ve mezhebi kimlikler açısından dağıtılmışsa, o andan itibaren o sosyokültürel bütünlüğü sağlamak çok zor. Bizim farkımız ne burada? Oradan farklı olarak veya diğer ülkelerden, biz Kürt, ve Türk diğer unsurlar olarak her yerde iç içe ve birlikte yaşıyoruz. Balkanlar'ın her milleti, Kafkas ve Orta Asya'nın her milleti, Mezopotamya ve Ortadoğu'nun her kimliği Anadolu'da var. Hele hele İstanbul'da artık sokaklarda, aynı apartmanda var. Bir Arnavut ile bir Azeri'nin, bir Kürt ile bir Boşnak'ın aynı apartmanda olduğu tek yer İstanbul'dur" dile konuştu.

"Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir"

Tek parti döneminde yaşananlara en açık dille eleştiri getirenlerin kendileri olduğunu söyleyen Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Bizim yapmamız gereken bu sosyokültürel zemini tahkim etmek, güçlendirmek. Sosyopolitik bir zemin var. Geçen bir soru üzerine uluslararası bir kanalda da zikrettiğim bir husus var. 'Kürtlerin devleti yok, Kürtlerin bir devlet arayışı var.' O zaman söyleyeyim; Kürtlerin devleti Türkiye Cumhuriyeti Devleti'dir. Neden? Değişik vesilelerle zikrettiğim şey, sadece bir devlete devleti ululama sakın görülmemelidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti nevzuhur bir devlet değildir. Bizim şehirlerimiz nevzuhur kimlikler üzerine doğmadı. Yani Sykes Picot'nun ya da 2. Dünya Savaşı sonrası sömürgeci yapıların dağılması sonrasında ortaya çıkan ulus devletler arasında değildir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti, İstiklal Harbi'ni omuz omuza, bütün o Mezopotamya, Kafkas ve Balkan kavimlerinin çocukları omuz omuza, bir arada verdiler. O bir arada vermiş olan Çanakkale Savaşı da dahil olmak üzere ortak çabanın ürünü olarak doğdu ve sosyo politik süreklilik hep devam etti bu topraklarda. İstanbul Meclisi, Ankara Meclisi... Ankara Meclisi'nin kompozisyonuna bakın. Dün Amasya'daydım, Amasya Tamimi'ne bakın, oradaki millet kavramına bakın, 1. Meclis'teki konuşmalara bakın, bu hepimizin devleti ama Suriye, diğer devletler kesinlikle hafife almak kastıyla söylemiyorum, diğer devletlere baktığınızda sosyo politik süreklilik bir öncesini redde dayalı olduğu için neredeyse yok. Kendilerini meşrulaştırmak için ta eski çağlara kadar gitmek zorundalar. O zaman bizim bu zemini mutlaka muhafaza etme durumumuz var."

Kaynak: AA