ATATÜRK’ÜN LOZAN VİZYONU

“Milli Mücadelelere şahsi hırs değil;  milli ideal, milli onur sebep olmuştur.” Diyen Büyük Atatürk, zaferden sonra , bağımsızlık mücadelesinin milletler nezdinde tescili olacak Lozan Antlaşması sürecinde  hiç boş durmamış  yerli,yabancı basına  birçok demeç vermiş ve kamuoyunu bilgidiren birçok açıklamalarda bulunmuştur. Lozan görüşmeleri devam ederken  halkı bilgilendirmek amacı ile, çeşitli  yerlere yaptığı ziyaretlerde, halkın merak  ettiği konuları , onların sorularına  saatlerce cevap vermiştir.

Bunların yanında  21 Kasım 1922 tarihinde başlayan  Lozan  Konferansında  Türk Heyetinin moralini  gönderdiği mesajlarla  en üst seviyede tutmaya çalışmıştır. Yerli ve yabancı basına verdiği demeçlerde, büyük azim ve kararlığını ortaya koymuş, haklı davada gerekirse her şeyin göze alındığını  özellikle vurgulamıştır.

22 Aralık’ta  Gazeteci Grace Ellison’un sorularına verdiği cevapla dünyaya şöyle seslendi : “ Lozan’daki delegeler gibi   biz de, tek bir müttefik kuvvetin uhdesinde  özgürlük  değil, gerçek bir özgürgürlük istiyoruz.( ...) Lozan Konferansı mesaisinde şahit olunan gecikmelerin hiçbirisinde hükümetimize mesuliyet ve kabahat atfedilemez. (...) Medeniyet aleminin unutmaması lazım gelen mühim  bir nokta daha vardır: TBMM tarafından idare edilmekte olan yeni Türkiye, Babıali’nin idaresindeki Osmanlı İmparatorluğu değildir.Yeni Türkiye şeref ve haysiyetini, kudret ve kudretini idrak etmiş ve hukukunu muhafaza için mevcudiyetini tehlikeye atmaya  da hazır ve amadedir.(...)

İki gün sonra gittiği Eskişehir’de  yaptığı açklamada ;  “ Lozan Konferansı basit bir meseleyi hal ile iştigal etmiyor.Yeni Türkiye Devletinin  ve TBMM’nin üç buçuk senelik meselesini hal ile iştigal etmiyor.(...) Düşmanlarımız yalnız bize ait hesapları somak gibi iyi, adil ,insani bir zihniyete sahip olsalardı mesele iki günde biterdi. Fakat öyle işe başladılar ki, asırların birikmiş meselelerini bizden soruyorlar. ( ...)

Görüşmelerin başlamasından iki ay sonra Atatürk kamuoyunu aydınlattı:“ Düşmanlarımız, Sevr Antlaşması’ nın  muhteviatında beliren, bizi imha etmek maksadını, başka bir kisve ile takip ediyorlar.” (...)

Ankara da bulunan İngiliz gazeteci G. Ward Prise Atatürkü ziyarete gitti. Görüşmede Atatürk gazeteciye  şöyle dedi:“ (...) Eski Osmanlı İmparatorluğu hükümeti sürekli, kaynaklarından fazla  borçlanarak mahveci hatasını yaptı ve böylece yabancıların Türkiye üzerinde ,memleketi bu kadar mahveden , o mali tahakkümlerini  kurmalarına fırsat verdi. Türkiyenin mali bağımsızlığını  bu kadar derinden ihlal eden bir müessenin  Düyunu  Umumiye-i Osmaniye’nin ortaya çıkmasına yol açtı.Gelecekte bu gibi mali prangalardan kaçınmakta kararlıyız. (...)

 Lozan görüşmelerindeki zorlu  süreci  Büyük Atatürk  Nutuk’ta şöyle belirtir:

“ Efendiler, iki dönemden ibaret olup sekiz ay devam eden Lozan Konferansı ve sonucu dünyaca bilinen bir husustur.

Bir süre Ankara’da Lozan  Konferansı görüşmelerini takip ettim. Görüşmeler hararetli ve tartışmalı geçiyordu.Türk halkını tanıyan olumlu bir sonuç görülmüyordu.Ben bunu gayet doğal buluyordum.Çünkü, Lozan Barış masasında ele alınan  meseleler, yanlız üç dört yıllık yeni devreye ait  ve onunla sınırlı kalmıyordu. Yüzyılların hesabı görülüyordu. Bu kadar eski, bu kadar karışık ve bu kadar kirli hesapların içinden çıkmak, elbette o kadar basit ve kolay olmayacaktı.

Efendiler, bilindiği üzere,  yeni Türk Devletinin yerini aldığı Osmanlı Devleti  Uhud-i Atika (eski anlaşmalar) adı altında birtakım kapitilüsyonların esiri idi, Hristiyan halkın birçok hakları ve ayrıcalıkları vardı.  Osmanlı Devlleti, Osmanlı ülkesinde oturan yabancılara karşı yargı hakkını uygulayamadı; Osmanlı vatandaşlarından aldığı vergiyi, yabancılardan alması engellenmiş bulunuyordu. Devletin varlığını kemiren ve kendi sınırları içinde yaşayan azınlıklarla ilgili tedbirler alması mümkün değildi.

Osmanlı Devleti, kendisini kuran temel unsurun, Türk Milletinin, insanca yaşamasını sağlayacak tedbirleri alma bakımından da engellenmişti; memleketi imar edemez, demiryolu yaptıramazdı.Hatta okul yaptırmakta bile serbest değildi. Bu gibi durumlarda, yabancı devletler hemen işe karışırlardı.

Osmanlı hükümdarları ve çevresindeki yakınları, gürültü ve gösteriş içinde yaşayabilmek için memleketin bütün servet ve kaynaklarını kuruttuktan başka, milletin her türlü çıkarlarını feda etmek, devletin  haysiyet ve şerefini ayaklar altına almak şekliyle birçok dış borçlar yapmışlardı. O kadar ki, devlet bu borçların faizlerini bile ödeyemeyecek duruma gelmiş dünya gözünde, iflas et etmiş sayılmıştı.

Efendiler, mirasçısı olduğumuz Osmanlı Devleti’nin dünya gözünde hiçbir değeri, fazileti ve haysiyeti kalmamıştı. Devletlerarası hukukun dışında tutulmuş, sanki himaye ve korunmaya muhtaç bir duruma gelmiş gibi kabul ediliyordu.

Geçmişteki hoşgörürlüğün ve yapılan yanlışların sorumlusu biz olmadığımıza göre, yüzyılların birikmiş hesapları bizden sorulmamak  gerekirken,  bu konuda da dünya ile karşı karşıya gelmek bize düşmüştü. Milleti ve memleketi gerçek bağımsızlık ve hakimiyetine sahip kılmak için, bu güçlüğe ve fedakarlığa da katlanmak bizim üzerimize yüklenmişti. Ben, mutlaka olumlu bir sonuç alınacağından emindim. Türk Milletinin varlığı için, bağımsızlık için, hakimiyet için ne pahasına olursa olsun elde etmeye ve sağlamaya mecbur olduğu hakların dünyaca tanınacağından asla şüphem yoktu.  Çünkü, gerçek bu haklar, kuvvetle, liyakatle, fiili ve maddi olarak elde edilmişti.  Konferans masasında zaten istediğimiz elde edilmiş olan bu hakların şeklince ifade ve onayanmasından başka bir şey değildi. İsteklerimiz, açık ve doğal haklarımızdı. Bundan başka, haklarımızı kazanmak ve korumak için kudretimiz de vardı; kuvvetimiz de yeterliydi. En büyük gücümüz, en güvenilir dayanağımız milli hakimiyetimizi kavramış, onu fiili olarak onu halkın eline vermiş ve halkın elinde tutabileceğimizi fiilen ispatlamış olmamızdı.

İşte bu düşüncelerle, konferansın gidişini soğukkanlılıkla takkip ediyor ve ortaya çıkan tersliklere gereğinden fazla önem vermiyordum.”

Lozan Antlaşması imzalanmış olmakla beraber, daha sonraki gelişmelerden  Lozan’ın Büyük Atatürk’ün zihninde bitmediğini anlıyoruz.

 Lozan’da  büyük mücadele verilmesine rağmen  alınamayan Boğazlar’daki hakimiyetin  Montrö Sözleşmesi (1936) ile alınması, ömrünün son yılında  hasta haliyle Hatay’ı  Anavatana katması, O’nun zihninde Lozan sürecinin devam ettiğini göstermektedir.

Atatürk , 1932  yılnda  Türkiye’yi ziyaret  eden  ABD Genel Kurmay Başkanı  General  Douglas  Mac Artur’a şöyle der:  “ Allah nasip eder, ömrüm vefa ederse  Musul, Kerkük ve Adaları geri alacağım. Selanik de dahil Batı Trakya’yı  Türkiye hudutları içine katacağım.” (  Türk Silahlı Kuvvetler Dergisi, syf :26, sayı 333, Temmuz 1992)  Türk Milleti   bunları Atatürk’ün vasiyeti olarak kabul  etmelidir.

Yüksek  mefküreleri ( ülküleri )  ve ileri hedefleri  olan milletler ayakta kalır.