Bu soru artık bir endişenin değil, bir alışkanlığın cümlesi oldu. Her sabah uyanıp pencereden dışarı bakan birinin, gördüğü gri gökyüzüne hayıflanması gibi. Oysa mesele, sadece dünyanın nereye gittiği değil. Asıl sorun, bizim bu gidişata nasıl teslim olduğumuz.
Gençlik ne istiyor, neyin derdinde? Bu ülkenin üniversite amfilerinde, atölyelerinde, kafelerinde, sokaklarında dolaşan genç zihinler neden bu kadar kırgın? Kendilerini neye ait hissediyorlar, ya da hissedebiliyorlar mı?
Bir zamanlar din, ahlak, aile, gelenek gibi kelimeler; hayatın içinde bir yön, bir liman gibiydi. Şimdi bu kelimeler ya şekilci bir baskıya dönüştü ya da tamamen işlevsizleşti. Gençlik, dinî değerleri ya kaçınılmaz bir zorunluluk ya da uzak durulması gereken bir “eski zaman kalıntısı” olarak görüyor. Çünkü ona bu değerler sevdirilmedi, gösterilmedi. Dayatıldı. Ezberletildi. Hâliyle itildi.
Peki biz ne yaptık? Modernleşeceğiz diye kendi kökümüzü kazıdık. Kültürel bağlarımızı “geri kalmışlık” zannettik. Oysa modern olmak, Batı’yı taklit etmek değil; kendi değerlerini çağın ruhuna uyarlayabilmekti. Biz ise çağın ruhunu satın aldık, ruhumuzu yitirdik.
Yozlaştık. Estetikten uzaklaştık. Dil bozuldu, zevkler sığlaştı. Gündemler, ekranlar, tartışmalar… Her şey yüzeyde. Derinlik, düşünce, nezaket – artık nostaljik birer hatıra gibi. Ve bu kültürel erozyon, sadece hayat tarzımızı değil, toplumun ruhunu da çökertti.
Bugün neden bu kadar beyin göçü var sanıyoruz? Sadece ekonomik sebepler mi? Hayır. İnsanlar sadece parayı değil, değeri de arıyor. Saygı, liyakat, adalet… Bir ülkenin gençleri kendini değersiz hissediyorsa, bunun sebebi yalnızca geçim sıkıntısı değildir. Asıl sebep, bu topraklarda emeğin, bilginin, çabanın karşılığının görülmemesidir.
Bu halk neden kırgın? Çünkü dinlediği yok. Çünkü bir kıymeti, bir sesi olduğunu hissetmiyor. Çünkü kararlar onun adına alınıyor, sorunları başkalarının lütfuyla çözülmeye çalışılıyor. Bu halkın sesi, zamanla bir fısıltıya dönüştü. Ve şimdi o fısıltı bir çığlığa evriliyor. Sessiz ama güçlü bir çığlık.
Yeniden başlamamız gerekiyor. Ezberleri bırakıp hakikati aramakla. Gençlerin sorularından korkmadan. Değerlere geri dönmekle ama onları yeniden anlamlandırarak. Kendi toprağımızda, kendi köklerimizle yeniden yeşermekle.
Çünkü bu ülkenin geleceği, sadece teknolojide, yatırımlarda ya da sınır ötesi politikalarda değil. Bu ülkenin asıl geleceği; kendini anlayan, köküne sahip çıkan ve dünyaya kendisi olarak çıkan bir nesilde saklı.
Haftaya görüşmek dileğiyle sevgiyle hoşçakalın.