Direnişin Kalbi Filistin’de, Nefesi Avrupa’da Atıyor

Almanya, İsviçre, İtalya ve Avusturya gezimizde ekibimizi en çok etkileyen şey, Filistinli kardeşlerimizin acılarını omuzlayan insanların sessiz çığlıklarla Münih’te gerçekleştirdiği o muhteşem yürüyüştü.

Asıl sarsıcı olan, Filistinli olmayan hatta Müslüman bile olmayan Avrupalıların Gazze’de yaşananlara sessiz kalmamayı bir onur meselesi haline getirmiş olmalarıydı. Bir araya gelişlerindeki inanç, yüzlerindeki ışıltı ve sloganlarındaki kararlılık bizleri derinden etkiledi.

Bu satırları sadece bir Türk gazeteci olarak değil, Hun İmparatoru Attila’nın torunu olarak yazıyorum. Çünkü Avrupa’nın merkezinde, tarih boyunca kana bulanmış meydanlarında bu kez adaletin sesi yankılanıyordu. Ve bu ses, öyle bir yankıydı ki, artık marjinal değil, giderek merkeze yerleşen bir halk vicdanına dönüşmüş duruma gelmişti.

Gazze’deki insanlık dışı saldırılar artık Batı kamuoyunun dahi inkâr edemeyeceği boyutlara ulaşmışken, Avrupa’nın göbeğinde, Münih’in tarihi meydanlarından birinde insanlık, sessizliğini bozdu.

Filistin’e Dönüş Platformu tarafından düzenlenen bu yürüyüşte, sadece Gazze değil, tüm insanlık haykırıyordu. O yürüyüşe katıldığımda önce sıradan bir gözlemciydim. Ta ki organizatörler mesleğimi öğrenene kadar… Yanıma ekipten bir arkadaşımla gelerek, “Sen gazetecisin, bizimle yürü” dediler. O andan sonra sadece izleyen değil, yürüyen, hisseden ve kayda geçen bir tanığa dönüştüm.

Bu hareketin yalnızca Almanya ile sınırlı kalmadığını görmek de etkileyiciydi. Mısır’dan İngiltere’ye, Güney Afrika’dan Fransa’ya kadar uzanan bir ağ gibi insanlar kenetlenmişti. Özellikle Mandela’nın oğlunun destek mesajı, Güney Afrika’nın apartheid’e karşı direnişiyle Gazze’deki direnişin kardeşliğini gösteren güçlü bir semboldü.

Göstericilerin taşıdığı Güney Afrika bayrakları ve “tarih tekerrür eder ama ezilenler bir gün kazanır” hissiyatı, bu yürüyüşü basit bir protesto’dan öte çıakrarak, tarihle hesaplaşma eylemi haline getirdiğine şahit olduk.

Eylemde dikkat çeken dövizlerden biri Almanya’ya doğrudan sesleniyordu.

“Germany, you're complicit in famine, displacement and genocide. No weapons for Israel!”

“Almanya, açlık, yerinden etme ve soykırıma ortaksın. İsrail’e silah yok!”

Bu cümle, sadece bir siyasi tavır değil, Almanya'nın tarihsel suçluluk psikolojisinin bugün İsrail’in saldırılarına “görmezden gelme” kalkanı oluşturduğunu yüzüne vuruyordu.

Bir başka döviz daha da ağır şekilde bir gerçeği haykıryordu.

“Boycott Germany, the UK, the US and the Israeli occupation.”

“Almanya’yı, Birleşik Krallık’ı, Amerika’yı ve İsrail işgalini boykot et.”

Artık hedef sadece İsrail değil, onu doğrudan ve dolaylı besleyen tüm güç yapılarının olduğu da haykırıldı.

Mossad Gölgesi ve Polis Gerilimi

Yürüyüş sırasında Almanya polisi doğrudan müdahale etmedi ama gölgeleri hissediliyordu. Göstericilerin etrafında dolaşan sivil kişiler, yalnızca gözlemci gibi değil; kontrol edici, yıldırıcı, fişleyici bir izlenim bırakıyordu. Mossad’la bağlantılı olduğu düşünülen bazı kişilerin varlığı, bu yürüyüşte yalnızca kameraların değil, istihbaratın da hazır bulunduğunu gösteriyordu.

Bizimle iletişime geçmeleri, yürüyüş sonrasında da sürmeye devam etti. Takibe alındığımızı hissettiğimiz anlar yaşadık. Avrupa’da bir gazeteci olarak takip edilmenin ne demek olduğunu, o yürüyüşten sonra daha net anladım. Hiç olmadık bir yerde üniversite ödevi için bizimle resim çekinmeye gelenler bile oldu. Bizde çekindik ve kendilerinin de resmini çektik.

Avrupa’da Sessizlikten Direnişe Geçiş

Avrupa uzun yıllar Filistin konusunda ya sessiz kaldı ya da sözde tarafsız kaldı. Ancak bu gösteride gördüm ki artık üniversite gençliği, entelektüeller ve aktivistler “tarafsızlık” bahanesini kenara bırakmış. Fransız postkolonyal ekolü artık işgalin “epistemolojik meşruiyetini” sorguluyor. Alman entelektüeller ise “tarihsel suçluluğun bugünkü zulme alet edilmesine” karşı çıkıyor.

Filistin’e Dönüş Platformu’nun Münih’teki yürüyüşü, bir anın değil, bir çağın başlangıcını temsil ediyor. Bu, yalnızca bir bölgeye özgü bir kriz değil; küresel vicdanın uyanışı.

Gazeteci olarak değil, bir insan olarak yazıyorum. Cinsiyet kimliklerini özgürlük kılıfıyla pazarlayan ve bu uğurda tüm değer sistemlerini tahrip eden Batı, her ne kadar adaletin ve direnişin sesine kulaklarını tıkasa da; Münih’te yükselen bu ses, yalnızca Filistinliler için değil, insanlık için de bir umut işaretidir.

Belki de yeni bir çağ, işte tam da bu meydanlardan doğacak…