Martin Eden

Roman, Dünya Klasiklerine kanonlaşmış bir eser olarak adını yazdıran; Jack London'ın kendi hayatından da kesitler bulunan ve bu kesitleri de protagonist Martin Eden'in hayatı üzerinden bizlere sunan muhteşem bir eser olmuş. Bu yanıyla da otobiyografik izler taşıdığını fark edeceksiniz

Sadece bir roman değil, bir romandan çok daha fazlasına sahip bu eserde, dönemin toplumsal ve sınıfsal eşitsizliklerini, iki yüzlülüğü, çıkar ilişkilerini, aşkı da bulacaksınız. Ancak sadece bir aşk romanı olarak asla düşünülmemelidir. Yazarın bu kurguyla beraber, o dönemin sosyal sınıf farklılıklarını açıkça gözler önüne sermesi, okurken okuyucusunu düşündürmeye yönelten birçok temayı ele alması muazzam bir yapı ortaya koyuyor.

Ayrıca, kişinin bir başkası için mi bir şeyleri başarması ve kendisini kanıtlaması doğrudur, yoksa gerçekten kendi yaşamının anlamını keşfederek, kendisini keşfederek bu amaç uğruna mı hedefler belirlemesi ve bir şeyleri başarması doğrudur? Bunun kurguya ince ince işlendiği ve sorunun cevabının Martin’in hayatı ile ortaya konduğu muazzam bir gerçeklik var.

Martin içindeki tılsımı ortaya çıkarabilmesi, kendisini geliştirebilmesi, başarılı olabilmesi Ruth ile başladı. Ama Martin başarılı olup, yükseldiğinde ise iç dünyasında yaşadıkları neticesinde bunun ne kadar yanlış olduğunu görüyoruz. Çünkü kişi önce kendisini keşfetmelidir ve ardından yaşamının anlamanı bulmalıdır. Bu anlam doğrultusunda hedeflerine yürümeli ve başarılı olmalıdır.

Zengin bir ailenin kızı olan Ruth ile tanışan Martin, o günden sonra hayatında dönüm noktası yaşayacaktır. Ruth’un yer aldığı üst toplumsal sınıf ve Martin’in buraya çok uzak oluşu, Martin’in sosyal ve kültürel engellerle boğuşmasına ve iç dünyasında uçuruma sürüklenmesine sebep olacaktır. Kendini kanıtlama hırsıyla, müthiş bir çalışma temposuna koyulur, yazar olmak ister ve yine bu sektörde de rekabet, çatışmalar ve çıkar ilişkileriyle karşılaşır.

Yalnızlığı, sosyal statü farkından kurtulma arzusu, farkına vardığı çıkar ilişkileri, Ruth ile yaşananlar, Martin’i derinden etkiler. Başarıya ulaşmasına rağmen sanki bu gelen başarı ve yükselmeyle kendisine daha da yabancılaşır ve kendisini daha yalnız hisseder. İç dünyasında ise tüm bu sorunlar ile boğuşur. Fakir bir denizci olan Martin Eden'in yükselişi, düşüşü, hırsı, iç dünyasında yaşadıkları, hayal kırıklıkları onu farklı bir sona götürecektir. Belki de sürekli bir yalnızlık hissi ve gerçekten kendi yaşamının anlamını keşfedememiş olması, onu Ruth sayesinde, Ruth'a karşı bir şeyler kanıtlama hırsıyla bir mücadeleye ve belli şeyleri başarmaya yönlendirdi ama sonrasında yaşanılanlar onda büyük bir ruhsal çöküş ve boşluk yarattı.

Eser aynı zamanda kitapta o dönemin izlerini taşıdığı için hem dönemi daha yakından tanımanızı sağlıyor hem de düşündürücü özelliğiyle okuyucusunda farklı bir tat bırakıyor.

Tavsiye edeceğim ve keyifle okuyacağınız bir eser “Martin Eden”. Ancak roman bu incelediğim yanları ve muhteşem kurgusunun akıp girmesine rağmen, eserde beni yoran ve okuma zorluğu hissettiğim iki durumla karşılaştım. Eleştirel anlamda bu iki detaydan biraz bahsetmek istiyorum.

Bunlardan birincisi betimlemelerin aşırı uzun olmasıydı. Yarım sayfa bir betimlemeyi okurken, bir yandan kafamda “Hadi artık konuya geç Jack London.” diye düşündüğüm birçok sayfa oldu. Kimi okuyucular uzun uzun betimlemeleri çok sever ve dolayısı ile bu kitaptaki betimlemeleri de çok iyi bulabilir. Ancak ben 3-4 satırdan fazla betimlemeden sıkılan bir okuyucu olarak, benim gibi düşünenlerin uzun uzun yer verilen betimlemelerden biraz sıkılacağını tahmin ediyorum.

İkinci durum ise betimlemeden de büyük problem olan ve okumayı oldukça zorlaştıran “notlar” kısmıydı. İlgili sayfada numaralar ile belirtilen kısımlar, kitabın en arkasında bir bölümde numara numara sırayla açıklanmış. Durum böyle olunca da bir kitabın en arkasına git ve o numarayı oku, bir sayfana dön ve romanına devam et modunda oluyorsunuz ve aşırı bir zaman kaybı yaratıyor. Bu tarz notların ilgili sayfanın hemen altında verilmesi bence çok daha verimli ve kitabı daha rahat okunabilir bir hâle getiriyor. Mesela bunun en büyük örneğini Osman Balcıgil romanlarında yaşarım. Osman Bey’de dönem kitaplarında sürekli özel bilgiler sunar ve bu bilgiler ile ilgili vermek istediği detayı da hemen o sayfanın altında paylaşır. Bu tarz olunca durum daha keyifli hâle geliyor.

Kitaptan aldığım güzel bir alıntı:

“Buralara nereden geldiğimi biliyorum, gidecek daha çok yolum olduğunu da biliyorum ve gerekirse dizlerimin üstünde sürünerek de olsa oraya gideceğim.”

Jack London

12 Ocak 1876’da San Francisco’da doğdu. Gerçek adı John Griffith Chaney’dir. Evlilik dışı bir çocuk olarak dünyaya gelen Jack London, babası tarafından terk edildikten sonra soyadını, sekiz aylıkken annesinin evlendiği John London adlı savaş gazisinden aldı. Ve üvey babası ile annesinin yanında büyüdü. Maddi zorluklar yaşamış, hayat mücadelesi vermiş birisidir ve bu zorlukları eserlerinde de görüyorsunuz. 1894’te serserilik suçlamasıyla otuz gün hapis yattı.

Dört yıllık ortaöğrenimini bir yılda tamamladıktan sonra California Üniversitesine girdi ama maddi zorluklar sebebiyle yarım bırakmak zorunda kaldı. Elliden fazla esere imza atan London, kitapları başka dillere çevrilme sayısında yüksek rakama sahip olan yazarlardandır.

20 yaşında sosyalizmi benimsedi. Bundan önce sağlıklı ve güçlü bünyesinden kaynaklanan bir iyimserliğe sahip, çok çalışan ve dünyaya olumlu gözle bakan bir kişiydi. Fakat “Nasıl Sosyalist Oldum?” adlı makalesinde de belirttiği gibi halkın en alt tabakalarını daha yakından gördükçe sosyalist fikirleri oluşmaya başladı. İyimserliği ve ferdiyetçiliği yavaş yavaş söndü ve mecbur olmadıkça hiçbir zaman daha fazla çalışmamaya karar verdi. Özellikle incelemesini yaptığım Martin Eden romanında toplumsal sınıf ayrımlarına ve eşitsizliklere dem vurduğunu fark edeceksiniz

Kitap okuyarak kendi kendisini eğiten ve geliştiren birisidir. İki evlilik yapmıştır. 22 Kasım 1916’da vefat etmiştir.