Mevcut Küresel Plan: Türkiye Neden Sıradaki Hedef?

Kıskaca Doğru: Montrö’nün Gölgesinde, Mavi Vatan’ın Ufuk Çizgisinde Türkiye

Dünya tarihini büyük savaşlar değil, haritaların sessiz kıpırtıları değiştirir. Bir harita bir milim oynarsa, milyonların kaderi yerinden kayar. Bugün ise bu harita kıpırtısının tam kenarındayız. Adı konmamış bir kuşatma, tanımlanmamış bir savaş ve adına hâlâ “barış” denilen bir planın içindeyiz.

Ve bu planın son hedefi, artık açıkça Türkiye. Sıranın bize geldiğini hâlâ fark etmeyen varsa, kusura bakmasın ama kafasını kuma gömmüş demektir.

BOP’tan İsrail-İran Savaşına, Oradan Anadolu’ya Uzanan Yol

Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile başlayan süreçte önce Arap ülkeleri diz çöktürüldü. Irak haritadan silindi, Libya çöktü, çöldeki bir silah deposuna dönüştü. Suriye paramparça edildi ve Rusya-İran-ABD-İsrail-Türkiye'nin birlikte savaştığı bir hayalet devlet haline geldi. Yemen çocuk mezarlığına döndü İran hâlâ direniyor ama ciddi bir savaşın içinde. Bu savaşta İran’ın zayıflaması demek, Türkiye’nin jeopolitik tamponlarının ortadan kalkması demek. Yani hedef, İran değil sadece. Hedef, İran yıkıldığında boşalan alanı kimin dolduracağı.

BOP'un ilk evresi, rejim devrimleri ve iç savaşlarla Arap dünyasında statükonun yıkılmasıydı. Irak, Libya, Suriye, Yemen gibi ülkelerde bu başarıldı.

Bu bir bahar değildi, bu bir mezarlık çiçeğiydi. "Arap Baharı" adı verilen süreç aslında emperyalizmin yeni doğum sancısıydı.

Amerika'nın harita üstünde cetvelle çizdiği “özgürlük” yolları, Irak çöllerinde kanla sulandı. Libya’da petrol kuyularının dibinde çürüdü. Suriye’de çocuk cesetlerinin başına oturmuş bir emperyal hüzne dönüştü. Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) dedikleri şey, aslında Büyük Ortadoğu Paylaşım Projesiydi. Sondan bir önce ki kale olarak İran belirlendi.

İran, askeri ve dini yapısıyla dirençli kaldı ama bir savaşla tüketilmeye çalışılıyor.

Sorun şu;

İran yıkılırsa, güneyimizde yeni bir kukla devleti kim durduracak?

Karadeniz NATO gölüne dönerse, Montrö’yü kim savunacak?

Ege’de ABD üsleri zincir gibi dizilirken, biz hâlâ Yunan adalarında sirtaki oynayıp, ucuza karides yiyip tatil mi yapacağız?

Bence hayır…Bu haritanın kıvrımları artık Anadolu’ya dayandı. Çünkü Montrö’nün gölgesi Karadeniz’e, Mavi Vatan’ın iradesi Doğu Akdeniz’e vurdukça, Küresel efendilerin uykuları kaçtı. “İran’ı da kıralım, ardından Türkiye’yi sıkıştıralım” düşüncesi artık diplomatik maskelerle değil, harita üzerinde net şekilde görünüyor.

Sıra Türkiye’de: İsrail-İran Savaşı'nın Ardından Gelen Jeopolitik Dalga İran’ı savaşla diz çöktürme çabası, sadece Tahran’ı hedef almıyor. Asıl hedef, İran’ın yıkılmasıyla oluşacak jeopolitik boşlukta Türkiye’yi sıkıştırmak.

İsrail-İran Savaşı sonrası:

İran'ın nükleer ve askeri kapasitesi tamamen törpülenirse, Suriye'deki İran etkisi azalırsa, Lübnan'daki Hizbullah zayıflarsa, Türkiye'nin güney sınırı Batı-İsrail ekseni için "temizlenmiş" olur. Bu, Türkiye’nin kuşatılması, içerde istikrarsızlaştırılması ve gerekirse parçalanması aşamasına geçiş için bir jeopolitik eşik oluşturur. Zaten ABD ve İsrail paktı bunu tamamen olmasa da büyük şimdilik büyük bir oranda başardı.

İran’ın zayıflamasıyla, Irak-Suriye hattı yeniden Batı kontrolüne girecektir. Bu da Türkiye’nin güney sınırlarında ABD/İsrail destekli terör devletçiğinin kalıcılaşması demektir. Üstelik İran devre dışı kalırsa, Kafkasya hattı da yeniden dizayn edilir, Türkiye’nin Azerbaycan ile doğrudan kara bağlantısı (Zengezur Koridoru) tehdit altına girer. Bu yüzden İran ile yapılan hesap, Türkiye için yazılmış bir faturadır.

Bizden istenenler Montrö ve Mavi Vatanı sonlandırmamızdır. İşte bu noktada Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Mavi Vatan, Türkiye'nin kaderini belirleyecek iki ana sütun olarak önümüzde duruyor.

Montrö Boğazlar Sözleşmesi: Son Kale

Montrö Boğazlar Sözleşmesi sayesinde Türkiye, Karadeniz’in denge bekçisi olmuştur. Bu sözleşme yalnızca savaş gemilerinin geçiş rejimini düzenlemez; aynı zamanda Türkiye’nin jeopolitik tarafsızlık alanını da tanımlar. Montrö, sadece bir hukuk metni değil; Türkiye’nin boğazlara vurulmuş jeopolitik mühürüdür. Montrö olmasa, Karadeniz bugün NATO donanmasıyla kuşatılmış olurdu. Sözleşme bir gün ortadan kalkarsa, İstanbul ve Çanakkale Boğazı’nın güvenliği, masadaki NATO komutanlarının iki dudağı arasında olacak. Montrö sayesinde, Rusya bile Türkiye’ye belli ölçüde bağımlıdır ve hala bu sayede, Türkiye hâlâ bir “denge devleti” pozisyonunu sürdürebiliyor. Bu yüzden Montrö’yle oynamak isteyenler, aslında Türkiye’yi “jeopolitik hadım” etmeye çalışanlardır.

Bugün ABD’nin ve NATO’nun Montrö’nün delinmesi yönündeki baskıları artıyorsa, bu tesadüf değildir. Çünkü Karadeniz, artık bir NATO gölüne dönüştürülmek istenmektedir. Ukrayna-Rusya savaşı, bunun sadece görünen perdesidir.

Mavi Vatan: Haritayı Tersine Çeviren Duruş

Mavi Vatan kavramı, sadece bir deniz doktrini değil, Türkiye'nin zihinsel bağımsızlık beyannamesidir. Mavi Vatan, Batı'nın 100 yıl sonra Türkiye’yi sadece karaya sıkıştırma planını bozdu. Kıbrıs, Akdeniz, Ege, hatta Libya ile kurulan deniz hattı Türkiye’nin denizdeki Misak-ı Millîsidir. Türk donanmasının Doğu Akdeniz’de sancak göstermesi, Avrupa’yı rahatsız etti. Türk donanmasının Akdeniz’deki hareketliliği, Mavi Vatan söylemiyle birlikte bir deniz bilinci uyanışı yarattı. Libya ile yapılan deniz yetki anlaşması, Yunanistan ve Fransa’nın paniklemesine neden oldu. Çünkü bu, Türkiye’nin denizlerden geri çekilmeyeceğini, aksine denizlerde bir 'karasal derinlik' kurmak istediğini gösteriyordu.

İşte bu yüzden şimdi sıra bize geldi:

Montrö’nün delik deşik edilmesine, Mavi Vatan’ın unutturulmasına, Türkiye’nin Anadolu içlerine itilmesine. Bu yüzden şimdi Türkiye, Doğu’dan, Güney’den, Batı’dan ve hatta Karadeniz’den çevrelenmeye çalışılıyor.

Bu süreçte Türkiye:

· Doğu Akdeniz’de sondaj yaptı: Enerji bağımsızlığı için ilk defa masaya yumruğunu koydu.

· Azerbaycan’la Karabağ’ı kurtardı: Türk Birliği’nin ilk fiili testiydi.

· Savunma sanayiinde kendi gemisini, İHA’sını, tankını yapmaya başladı.

· Kendi milli duruşunu (Suriye politikası, savunma sanayii, enerji bağımsızlığı, Avrasya açılımı) kurmaya çalıştı.

· Türkiye S-400 aldı: NATO’ya “siz artık tek patron değilsiniz” dedi. NATO içinde ama Batı’dan bağımsız politikalar izledi.

· Mesele, Türkiye'nin “bağımsız bir oyuncu olma ihtimali” bile Batı için tehlike olarak görülüyor. Yani; hedef “kişi” değil, potansiyel."

· Bu yüzden Batı eksenli güç merkezlerinin gözünde “kontrol edilmesi gereken sapma” haline geldi. Ve bu yüzden cezalandırılıyor.

Türkiye’yi Neler Bekliyor? (Jeopolitik Riskler ve Olası Senaryolar)

İç Cephe Baskısı

· Ekonomik manipülasyonlar, yoksulluk üzerinden yapılan sivil itaatsizlik planları.

· Dövizin dizginsiz salınması, enflasyonun çıldırtılması, halkın “geçim” adı altında esir alınması.

· “Liberal ekonomi” adına dışa bağımlılığın kutsal inek gibi korunması.

· Sosyal kutuplaşma (mezhep, etnisite, ideolojik bölünmelerin derinleştirilmesi),

· Mülteci üzerinden demografik sıkıştırma, iç güvenlik problemleri ve kriminal yayılım,

· Medya ve algı operasyonlarıyla yönetime güvensizlik aşılanması.

· Kürt-Türk, Alevi-Sünni, Laik-Dindar çatışma senaryolarının zemin yoklamaları.

· Sosyal medyada 'trend' sanılan ama arkasında psikolojik harp uzmanları olan kampanyalar.

Dış Cephe Kuşatması

· Kuzeyde ABD’nin taşeronu Yunanistan ve güneyde Girit ile GKRY'nin ABD üsleriyle güçlendirilmesi,

· Güneyde Suriye'nin kuzeyinde bir PKK devleti altyapısının oluşturulması, “Kürt Koridoru” adı altında İsrail’e kadar uzanacak bir “yeni İsrail duvarı” örülüyor.

· Kuzeyde Karadeniz’e uzanmak isteyen NATO hamleleri...

· Doğuda İran’la savaş sonrası sınırın “güvenliksizleştirilmesi”, İran sınırı, savaş sonrası “delik deşik” bir güvenlik hattına dönebilir.

· Azerbaycan-Türkiye hattının kesilmeye çalışılması (örneğin Zengezur Koridoru’nun baltalanması),

· NATO içinden Türkiye’ye karşı kullanılabilecek baskı ve ambargolar.

· Yani Türkiye hem içeriden çözülmek, hem dışarıdan kuşatılmak isteniyor.

Asimetrik Savaşlar

· Darbe, terör, suikast, sabotaj, siber saldırı gibi hibrit savaş araçları,

· Türkiye'nin enerji hatları, savunma tesisleri, finans merkezlerine saldırılar.

Türk Vatandaşları Olarak Ne Yapmalıyız?

· Bu iş artık sadece hükümetin, sadece ordunun, sadece diplomatların, bürokratların meselesi değil. Bu iş hepimizin meselesi. Çünkü kuşatma başlarsa, ilk darbe markette hissedilir. Sonra okulda, sonra hastanede, sonra ekmek kuyruğunda...

· Bilinçlenmeliyiz. Bu savaş artık tankla değil, bilgiyle kazanılıyor. Kafamıza akıttıkları dizilerle, uygulamalarla, sahte gündemlerle uyutulmayalım. Birey olarak önce bu sürecin farkında olmalı, medyatik oyalamalardan uzak durmalıyız.

· Sosyal medyada karşımıza çıkan her içeriği sorgulamalı, her krizin arkasında kimin kazandığına bakmalıyız.

· Gerçek tehditlerin ideolojik değil jeopolitik olduğunu anlamalıyız.

· Milli birlik ve toplumsal direniş ruhu yeniden inşa edilmeli. Birliğimizi korumalıyız. Bu millet, Çanakkale’yi aşılmaz yaptıysa; şimdi de algoritmalara, sahte bilgilendirmeye karşı yeni bir “dijital istiklal savaşı” başlatmalı.

· Aidiyetini hatırlamalı: Aile, millet, tarih, vatan… Bu kavramlar soyut değil, sığınak olmalı. Kadim aidiyet bağlarını (aile, mahalle ) ihya etmeli. Batı’nın en çok korktuğu şey, Türk milletinin birbirine dönmesi.

· Modern dünyanın dayattığı bireycilik, toplumun en büyük kırılma noktasıdır. Komşuluk, akrabalık, hemşerilik gibi sosyal dokular, kriz anında hayat kurtarır. Aidiyet duygusu olmayan toplum, ilk şokta dağılır. Provokasyonlara karşı “birlik şuuru” içinde hareket edilmelidir.

Ekonomik ve Dijital Savunma

· Yerli üretimi desteklemeli, krizlere karşı kendi çevresinde mikro çözümler üretmeli.

· Türk Lirası ve milli üretim sistemleri desteklenmeli,

· Siber güvenlik ve dijital mahremiyet konularında bilinçlenilmeli. Siber güvenlikten medya yönetimine, algı savaşlarından yapay zeka tehditlerine kadar her cepheye hazırlıklı olunmalı.

DEVLET NE YAPMALI?

Askeri ve Jeopolitik Tedbirler

· Savunma sanayiinde dışa bağımlılığı sıfıra indirmek,

· Doğu Akdeniz ve Güney sınırlarımızda askeri varlığımızı kalıcılaştırmak, Güneydeki tehdit artık savunmayla değil, kalıcı yerleşim ve fiilî kontrolle bertaraf edilebilir. Suriye’nin kuzeyinde bir “güvenli bant” kurmalı. Artık ‘sınır ötesi harekât’ değil, sınır ötesi “yerleşik varlık” gerekiyor. Özetle; Suriye’nin kuzeyinde kalıcı üs bölgeleri, Irak’ın kuzeyinde ekonomik entegrasyon, Akdeniz’de deniz üssü varlığı sağlanmalı,

· Mavi Vatan’da kararlılık gösterilmeli; gerekirse denizden müdahale, diplomatik kriz pahasına yapılmalı. Doğu Akdeniz’deki enerji haklarımız uluslararası askeri korumaya alınmalı,

· Montrö Boğazlar Sözleşmesi asla tartışmaya açılmamalı; aksine diplomatik cephede güçlendirilmelidir. Montrö'ye sıkı sıkıya sarılınmalı. Boğazlar, sadece gemi geçişi değil, gelecek kuşakların kaderidir,

· İran sonrası oluşacak boşlukta Türkmen, Azeri ve Kürt nüfusla stratejik ittifaklar kurulmalı,

· PKK ve YPG’nin bulunduğu her noktayı “meşru hedef” olarak ilan edip gerektiğinde nokta operasyonları yapılmalı,

Ekonomik ve Enerji Güvenliği

· Türk Devletleri Teşkilatı’nı fiili bir ekonomik ve enerji birliğine dönüştürmek, Türk Devletleri Teşkilatı sadece kültürel değil, askeri ve ekonomik bir güç merkezi haline gelmeli,

· Asya açılımı hızlandırılmalı; Batı’ya mecburiyet politikası reddedilmeli,

· Karadeniz ve Doğu Akdeniz’deki enerji kaynaklarını uluslararası koruma altında tutmalı,

Dijital ve Bilgi Güvenliği

· Kendi üretimini, kendi yazılımını, kendi eğitimini kurmalı ve kullanmalı. Çünkü bağımlı bireyden milli toplum doğmaz. Milli savunma sadece silahla değil, bilgiyle, yazılımla, bilinçle yürütülmeli.

· Tüm kamu kurumlarında ve kritik tesislerde yerli yazılım ve donanım sistemlerine geçilmesi,

· Milli sosyal medya ve iletişim platformlarının kurulması. Batı menşeli dijital hegemonya, bilgi savaşlarında en büyük zaafımızdır. Devlet eliyle “dijital istiklal projesi” başlatılmalıdır.Türkiye'nin WhatsApp’a değil yerli mesajlaşma sistemine, Google’a değil yerli arama motoruna, Batı yazılımına değil kendi işletim sistemine ihtiyacı var.

· Bilgi savaşları çağında bilgiyi üreten, saklayan, yöneten kazanır.

Toplum Mühendisliğine Karşı Direnç

· Devlet, gençliğini TikTok’a terk edemez. Her mahallede bir bilinç kulübü, her okulda jeopolitik okuryazarlık dersi başlatmalı.

· Eğitim, medya, kültür alanında yerli-milli içerikler, yapımlar, söylemler geliştirmek,

· Yerli düşünce ekolleri, think-tank yapıları desteklenmeli.

Türkiye, BOP’un son aşamasında siyasi değil, jeopolitik hedef haline getirilmiştir. İsrail-İran savaşının ardından ortaya çıkacak güç boşluğunda, Türkiye’nin bağımsızlık potansiyeli hedef alınacaktır. Bu nedenle Türkiye, ekonomik, askeri, toplumsal ve kültürel olarak “hibrit savunmaya” geçmek zorundadır. Bu süreçte sıradan bir vatandaş da, stratejik görevler üstlenmiş bir devlet görevlisi de aynı savaşın içindedir. Hepimize düşen; bilinç, birlik ve seferberlik ruhudur.

BOP, kendi içinde çökmüştür. Çünkü Batı, Orta Doğu halklarını tanımadan, harita çizenlerin kibriyle hareket etti. Aynı kibirle şimdi Türkiye’ye yöneliyorlar.

Türkiye, Montrö’nün gölgesinde ve Mavi Vatan’ın siperinde, tarihi bir eşiğe gelmiştir. Bu bir rejim ya da hükümet meselesi değil, devlet aklı ile yok oluş arasındaki çizgidir.

Ama unuttukları bir şey var: Bu millet Selçuklu’nun sabrını, Osmanlı’nın iradesini ve Anadolu’nun çetinliğini hâlâ damarlarında taşıyor.

Ve eğer bir kez daha "istiklâl ve istikbâl" tehdit altına girerse, tarih bir kez daha Türk Milleti'nin ayağa kalktığı o günleri yazmaya hazırdır.