“Bir fırça darbesiyle ruh iyileşir mi?”
Evet. Eğer o fırçayı tutan el Sema Efe’ye aitse, evet.
İlk tanıdığımda, mesleğini sevgiyle icra eden bir hemşireyle karşılaştım sanmıştım. Meğer karşımda yalnızca şifa dağıtan bir sağlık emekçisi değil, aynı zamanda renklerle, sabırla ve içsel bir ışıkla insan ruhunu iyileştiren bir sanatçı duruyormuş. Sema Efe, hem hemşireliğin hem sanatın iç içe geçtiği çok özel bir yolculuğun adı.
Onun hikâyesi, resmin bambaşka bir anlam kazandığı yerden başlıyor: Meme kanseri teşhisiyle…
Kimi bu haberi alınca hayattan geri çekilir. Ama Sema Hanım tam tersini yaptı. “Bir hobin olursa bu zorlu süreci daha rahat atlatırsın” diyen doktorunun önerisini sadece bir uğraş olarak değil, yeni bir yaşam biçimi olarak benimsedi. Resimle tanıştı, ama bu tanışıklık sadece onun değil, zamanla sayısız insanın ruhuna dokunan bir sürece dönüştü.
Bugün bir öğrencisi olarak, onun sayesinde ilk kez fırçaya uzanan elimle yeni bir hayata da uzandım diyebilirim. Sema Hanım yalnızca akademik birikimini ve tekniğini öğretmiyor. Onun atölyelerinde sabır öğretiliyor, öz şefkat öğretiliyor, renklerin dilinden hayatın anlamı okunuyor.
Sadece ben değilim...
Sema Efe'nin öğrencileri arasında Türkiye’nin dört bir yanından profesörler, doktorlar, başhekim, başhekim yardımcıları, hemşireler ve sağlık camiasının birçok kıymetli mensubu iş çıkışı mesai sonrası eğitim alıyorlar. Gündüzleri mesai saatlerinde ise tedavisi devam eden kemoterapi hastalarına tedavi anında resim yaptırıyor. Ayrıca dışarıdan gelen pek çok sanatsever, farklı meslek gruplarından insanlar da onun atölyelerinde yer alıyor. Herkesin ortak noktası: Kalbini iyileştirmek, ruhunu renklendirirken ressam da olmak istemesi… Ve bunu Sema Hanım’ın içtenliğinde bulması.
O bugün yalnızca ülkemizde değil, dünyada da bir iz bırakmış durumda.
Sema Efe, Azerbaycan’dan Japonya’ya, Viyana, Yunanistan, Bulgaristan, Kıbrıs, Hindistan’dan Paris’e kadar birçok ülkede, büyükelçiliklerin himayesinde sergiler açmış bir sanat yolcusu.
Bu sergiler sadece sanatla değil, ruhlar’da da iz bıraktı.
Ve en güzeli, bu yolculuklara öğrencilerini de dâhil etti.
Dünyanın dört bir yanında, onun rehberliğinde yetişmiş öğrenciler, sanatın gücünü temsil etmeye devam ediyor. Bu sadece bir başarı değil, bir vizyon.
Ve ben…
Ben şuna şahit oldum:
Sema Efe’nin bulunduğu hiçbir ortamda kavga, gürültü, negatif bir enerji yok. Gerçekten yok.
Herkes o kadar huzurlu, o kadar mutlu, o kadar pozitif ki anlatamam.
Sanki o atölyelere başka bir enerjiyle giriliyor.
O bir “ışık elçisi” gibi... Girdiği her ortamı aydınlatıyor.
O yüzden atölyede insanlar birbiriyle inanılmaz uyumlu. Yeni dostluklar kuruluyor, herkes birbirine destek oluyor, sahip çıkıyor.
Böylesine bir birlik ve iyilik duygusu, ancak Sema Efe gibi biriyle mümkün olabilir. Gerçekten çok özel, çok değişik bir atmosfer yaratıyor.
Tablolarındaki ışık, umutla yanar.
Kırmızı, azmin ve yaşam tutkusunun simgesidir.
Gelincik çiçeği ise onun ruhuna en yakışan metafordur: hassas ve narin görünür, ama kökleri güçlüdür, kolay kolay solmaz.
Bu metafor, aslında onun öğrencilerinin ruhunda da can bulur. Her birimiz onunla birlikte kendimizi bulduk.
Bugün, sergileri Ankara’dan Paris’e uzanıyor, ama onun asıl sergilediği şey sabır, direnç ve umutla bezeli bir hayattır.
Sema Efe’nin ışığında yürümek; sadece bir atölyeye girmek değil, kendinle karşılaşmak demektir.
Ben, onun öğrencisi olarak bunu yaşadım.
Ve biliyorum ki, o fırçayı tutan elin ardında sadece bir sanatçı değil, hayatı iyileştiren ve güzelleştiren bir yürek var.
İyi ki varsın Sema Efe.
İyi ki bizimlesin.