HAŞHAŞİLER (Arapça Hashishiya yada Hashishun), Haşişin ya da Haşhaşiyyin de denir. Ayrıca Esasiyyun kelimesinden ortaya çıktığıda savunulur İs

HAŞHAŞİLER

(Arapça Hashishiya yada Hashishun), Haşişin ya da Haşhaşiyyin de denir. Ayrıca Esasiyyun kelimesinden ortaya çıktığıda savunulur İsmaililiğin Nizarî kolundan çıkan bu topluluğun 15. yüzyıla dek faaliyetlerini sürdürdükleri sanılmaktadır.Kapalı bir topluluk olan Haşhaşiler (suikastçiler) radikal bir din akımının takipçileri olarak ortaya çıktılar.
Suikasti, Eyyubilere, Selçuklulara, Abbâsîlere, Tapınak Şövalyelerine ve Haçlılara karşı kullandılar. Ayrıca üçüncü haçlı seferi sırasında haçlılara ve tapınak şövalyelerine de suikast yapmışlardır. Avrupa dillerine Haçlı Frankları tarafından taşınan assassin sözcüğünün kökeni haşhaşilerden gelmektedir. Kendilerine edda’vatul-cedide (yeni dava, yeni öğreti) ya da fedaayiin (Arapça fedailer –bir amaç uğruna kendini feda etmeye hazır olan) derlerdi. Onlar üzerinde en büyük tesiri olan kişi ise şüphesiz Hasan Sabbahtır.Lakin Suikastçilerin Kurucusu sanıldığı gibi Hasan Sabbah değildir. Suikast öğretileri Pers İmparatorluğuna kadar uzanmaktadır.

Kadim Pers Suikastçileri, İran ve Şia gücü ile Birlikte karşımıza Haşhaşiler olarak çıktılar. Haşhaşilerin Dünya Tarihi sahnesinde boy göstermeleri kendilerine Liderlik yapan 2 Şahısın kordinasyonu sayesinde gelişmiştir. Bu isimlerden birisi Hasan Sabbah diğeri ise Raşidüddin Sinan el-İsmaili"dir. Hasan Sabbah ve Raşidüddin Sinan el-İsmaili , Tarikatın başında Şeyh-ül Cebel yani Dağın Yaşlı Şeyhi Mahlaslarıyla anılmışlardır.Lakin bu bizim anladığımız manada Şeyh değildir. Hasan Sabbah Alamut Karargahının , Raşidüddin Sinan el-İsmaili ise Masyaf Karargahının Yaşlı Şeyhidir. Moğol istilasından sonra Alamutun düşmesi sebebiyle Haşhaşilerin Merkez Karargahlarını Masyaf Kalesine taşımaları ,Raşidüddin Sinan el-İsmaili"nin Haşhaşilerin Lideri olmasını ve Al Muallim(Büyük Öğretmen) olmasını sağlamıştır.

MASYAF KALESİ-SURİYE
Masyaf Kartalı - (Raşidüddin Sinan (Al Muallim)


Raşidüddin Sinan el-İsmaili (doğum adı: Ebü'l-Hasen Raşiüddin Sinan) 1126'lı yıllarda Basra yakınlarında Vasıt yolu üzerindeki Akrüssudan Köyü'nde İmamiye Şiası'na mensup bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Nizari İsmailiyye'ce genellikle Sinan Raşidüddin diye anılır. Aynı zamanda Hasan Sabbah'ın lakabı olan Dağın Yaşlısı ve Öğretmen (Al Muallim) olarak da anıldığı için onun bir devamı niteliğindedir. Basra'da tahsilisini tamamladıktan sonra genç Nizari İsmailiyye'ye girdi. Nizari İsmailiyye doktrini hakkında sağlıklı bilgi edinebilmek için Haşhaşinler'in merkezi Alamut'a gitti. Burada İsmaili öğretilerini, İhvan-ı Safa'nın er-Reas'il'ini ve diğer bazı eserlerini inceledi. Aynı zamanda burada çeşitli dini kitaplar okuyup; Kur'an ve Kitab-ı Mukaddes'le ilgili çeşitli araştırmalar yapdı. Kabala öğretilerini de öğrendiği rivayet edilir. Eğitiminden sonra Haşhaşin Tarikatı'nın lideri olmuştur. Alamut'un Cengiz Han önderliğindeki Moğol İstilası'na uğramasından sonra Masyaf'ı merkez alır. Haşhaşiler Cemaati'ni buradan yönetmeye ve Selçuklular'a karşı kendini korumak için terörist aktivitelerine buradan devam eder. . Eyyubiler'le de savaşmıştır. Ölümü nasıl olduğu pek bilinmez. Kendi suikastçilerinden biri tarafından öldürüldüğü de rivayet edilir. NOT:Ölümünü aşşağıda okuyacaksınız. Şianın kadim Pers Suikastçileri Büyük Selçuklu İmparatorluğunun yıkılmasına sonuç açacak Suikastler yaptılar. Bunlardan en yıkıcı 2 Suikast Büyük Selçuklu İmparatorluğunun Veziri Nizamülmülk ve Büyük Selçuklu İmparatoru , Sultan Melikşaha yapılan Suikastlerdir. İran hiçbir zaman Müslüman Türklerin yanında yer almayacaktır. Çünkü sanıldığı aksine İran Şiası İslam Gücü ile yönetilmemektedir. Perdenin arkasında Pers İmparatorluğundan gelen ve İslam Kılıfı içine saklanmış bir yapılanma bulunmaktadır. Eğitilen fedailerden birisi olan İbn-i(Ebu) Tahir, Nizamülmülk savaş hazırlığı yaparken çadırına öğrenci kılığında girip onu şehit etmiştir. Haşhaşiler’e (suikastçiler'e) yapılacak büyük sefer böylece başlamadan bitmiştir. Çok geçmeden yine Haşhaşiler tarafından Melikşah da Şehit edilmiş ve Büyük Selçuklu İmparatorluğunun çöküşü başlamıştır.. Daha sonra Sultan Sencer, Haşhaşiler’e (suikastçiler'e) bir saldırı yapmayı planladıysa da uyandığında yastığına saplanmış hançeri ve mektubu görünce vazgeçmiştir. Mektupta "İster bizimle ilgili planlarını gerçekleştir, ister bizi rahat bırak, yatak odana kendi evimmiş gibi girebiliyorsam arkanı sağlam tut. İbn-i(Ebu) Tahir". Diye bir mektup iddaa edilir. Evet Sultan Sencere Suikast yapıldığı doğrudur lakin Suikasti yapan Ebu Tahir değil çok daha sonraki Suikastçilerden birisidir. Çünkü Nizamülmülk e Suikast yapan Ebu Tahir ile Sultan Sencere Suikast arasında 65 yıl vardır. Haşhaşilere dönecek olursak. Ölüm korkusu olmadan, sadece ve sadece aldıkları görev doğrultusunda kolaylıkla ölümü kabul edebilirlerdi.Bu suikastçi yapı 1090-1200'lü yıllara kadar bir çok devletin korkusu olmuşlardır. Haşhaşiler görüldüğü üzere katı kurallara sahip değillerdir. Sadece amaçları doğrultusunda ölümüde normal karşılamaları tüğleri ürpertir.Eğitimleri okadar zorlu değildir.Çok güçlüde sayılmazlardı. Hançer kullanmayı iyi bildikleri için, zehir kullanmaktan çekinmiyorlardı. Bazı haşhaşiler kurbanını bir kaç ay boyunca yavaş yavaş zehirliyerek öldürdüğüde görülmüştür.Hatta bazen durum öyle bir hal alırki süikast için, gerekli bilgiyi alabilmek adına bir haşhaşi'nin 1 yıl boyunca keşiş yaptığıda görülmüştür.

HAŞHAŞİNLERİN BİTMEYEN HIRSI

Haşhaşinlere kolay ölüm yoktur çünkü onları en korkutucu kılan özelliklerden biri ise öldürdüğü kişi bir 'lord' bile olsa Hasan Sabbah onlara beklemelerini ve kaçmamalarını öğretmiştir. Bunu söylemesinin sebebi korkusuz bir süikastçi ekibi olan birine kimsenin saldırmaya cesaret edemeyecek olduğunu düşünmesiydi.Peki Hasan Sabbah bu suikastçileri neden kullanıyordu? En merak edilen konuda budur.Bir okadarda ilginçtir.Alamut kalesi Hasan Sabbahın elindeyken, bir çok kez kuşatılmıştır.... Haşhaşinleri kullanmasının sebebi Selçuklu İmparatorluğu ile savaşmaktı ve intikam almaktı.Bu intikam Tuğrul ve Çağrı beyler dönemine kadar uzanmaktaydı.Sizi ansiklobdik tanımlar yapıp sıkmakta istemem ama konuyu en iyi şekilde anlamanız adına bu çok iyi olucaktır. Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, 1055'te Bağdat'a girerek Abbasi Halifeliği'nin koruyucusu olup, bölgedeki Şiî Fatımî Devleti'nin nüfuzunu sona erdirdi. Fatımîler, ordularıyla baş edemedikleri Selçuklular'ın hakim oldukları topraklarda propagandayla taraftar toplayarak güçlenmeye çalıştılar. Tarihin en acımasız ve dehşet saçan terör örgütünü kuran Hasan Sabbah, Fatımî hükümdarı Mustansır Billah'ın Horasan'daki temsilcisiydi. Hasan Sabah, yoğun bir propaganda faaliyeti sonucunda geniş bir taraftar kitlesi toplamıştı.
Ancak Mustansır Billah'ın ölümünden sonra tahta istediği kişi geçmediği için Fatımîler'den ayrıldı. Hasan Sabbah, 1090'da Alamut Kalesi'ni ele geçirerek adı terörle bir tutulacak Haşhaşî örgütünü kurdu. . Sabbah, terörle dehşet yaratarak bölgede hakim olma yolunu seçmişti. Propagandanın işe yaramadığı yerde terör devreye giriyor ve yaratılan dehşetle Haşhaşîler'in nüfuz sahası genişliyordu." Hasan Sabbah korku imparatorluğu gücüne ulaştığında Baş vezir Nizamülmülk ve Melikşah Selçukluyu yönetmekteydi.Hasan Sabbah Suikast için yetiştirdiği Fedailerini sonunda en büyük projesi için sahneye çıkarmaya hazırlanıyordu. Ve sonrasında olanları yukarda anlatmıştık zaten. Hasan Sabbahın Alamut kalesini almasıyla başladi haşhaşi serüveni.

Haşhaşiler, Tapınak Şövalyeleri
Ve Selâhaddin Eyyûbî Mücadelesi

(HAŞHAŞİLER ve TAPINAKÇILAR İTTİFAKI)


Haçlıların Kudüs’ü ele geçirmesi, Suriye ve Filistin’de bir çok yeri işgal etmesi, İsmaîlîlerin hareketlerini kolaylaştırdı. Etkilerini ve topraklarını genişletmek için “Haçlılarla birlikte” hareket ettiler, Suriye’nin Haçlıların eline geçmesini sağladılar. Kendileri de bunun karşılığında istedikleri yerlere yerleştiler ve kalelere sahip oldular. Haçlılarla yapılan bu ortak çalışmanın sonucunda, Hasan Sabbah’ın Haşhaşiliği, bağlı oldukları İsmaîlîliğin merkezi Mısır ile komşu oldu. Mısır ve Suriye tekrar İsmaîlî mezhebi altına girmişti.

Ancak bu dönemde, hem Mısır, hem Hasan Sabbah Haşhaşiliği, hem de Haçlılar için, unutulmayacak bir isim ortaya çıktı: Selâhaddin Eyyûbî. Sultan Nurettin adına hareket eden Selâhaddin Eyyûbî, 1171 yılında Mısır’ı ele geçirdi ve 270 yıl hüküm süren İsmaîlî devletini ortadan kaldırdı. Devletleri yıkılan ve halifeleri ölen İsmaîlîlerin hedeflerinde Selâhaddin Eyyûbî vardı. Ona suikast tertip etmek için Mısır’da bir sürü adam topladılar, Suriye ve Filistin’de haçlıların ve Sicilya’daki hristiyanların yardımlarını sağladılar. Ancak Selâhaddin Eyyûbî, suikast gerçekleşmeden, suikastı tertip edenlerin hepsini yakalayıp idam etti. Suriye’den harekete hazırlanan Haçlılar, Mısır’daki suikastçıların yakalandığını ve idam edildiğini haber alınca geri döndüler. Sicilya’da harekete geçen donanma ise İskenderiye’ye gelip karaya asker çıkardı ama oraya da hızır gibi yetişen Selâhaddin Eyyûbî, kanlı bir savaştan sonra onları İskenderiye’den çıkardı.

SELAHADDİN EYYÜBİ:
“HAŞHAŞİLERİN İNİNE GİRECEĞİZ!”

Bu memleketin içinde bir katil ve mücrim ini var. İnsanların başına belâ kesilen ve herkesin emniyetini tehdit eden bu katiller, bugün kuvvetli olduğumuz için inlerine çekileceklerdir, yeryüzünde izleri yokmuş gibi hareket edeceklerdir. Ama bizim zayıf anımızı da bekleyip, cinayetlerini sürdürmek isteyeceklerdir. Biz insanları bu hunhar insanlardan kurtarmaya karar verdik. Masyaf kalesini Sinan’ın başına yıkmak, insanlığa ve dinimize en büyük hizmettir.” Kudüs’ün fethinden bir ay sonra on bin kişilik asker, iki ayrı ordu halinde Sinan’ın Masyaf kalesine doğru yola çıktılar. Şeyh-ül Cebel Sinan, bu ordudan çok korktu. Önce tehditler savurdu, ardından yumuşadı. Selâhaddin Eyyûbî’nin kumandanlarını rüşvetle, hediyelerle, çeşitli vaatlerle kandırmaya çalıştı. Fakat onu ve yaptıklarını çok iyi bilen kumandanlar, Sinan’ın aldatıcı vaatlerine kanmadılar. Ya teslim olmalarını, ya da savaşmalarını söylediler.

Şeyh zavallı ve bitkin bir hale gelmişti. O zamana kadar hep kendini gizleyen adamlarıyla, sinsi suikastlerle, fedailerin hançerleriyle iş görmeye alışkındılar, karşı karşıya savaşmalarının yenilgiyi getireceği belliydi. Bu arada iki baş Dai, gizli bir operasyonla Sinan’ı öldürüp uçuruma attılar ve Baş Daî Tavus yeni Haşhaşi lideri oldu. Selahaddin Eyyübi’nin komutanlarına mektup gönderdi. Sinan’ın öldüğünü, kendilerinin de artık bir daha kimseye zarar vermeyeceklerini belirtti. Selâhaddin Eyyûbî’nin kumandanı Emir Zeydun bir süre düşündü. Bu haşhaşiler şimdi böyle diyorlardı ama fırsatını buldular mı, cinayetlerini en acımasız biçimde sürdürmekten geri kalmıyorlardı. Yine de Tavus’un tekliflerini kabul edecekti ama Masyaf kalesini de yıkacaklardı. Tavus’a bu tekliflerini mektupla iletti. Tavus bir süre düşündü. Kalenin yıkılması çok kötü olacaktı. Başka bir teklif sundu. “Kaleyi yıkmayın ama işgal edin.” Zeydun kabul etmedi. Ona göre bu teklif, onların iyi niyetli olmadıklarını gösteriyordu. Çünkü Selâhaddin ordusunun sürekli işgal edecek zamanı yoktu, zaten Selâhaddin Eyyûbî, şu anda bile haçlılarla uğraştığından, kendileri de ona katılacaklardı. Ayrıca kalenin yıkılmamasını istemek, fırsat kollamak anlamındaydı. Bu görüşte iletildi; ya kale yıkılacak, ya da savaş yapılacaktı.

HAŞHAŞİLERİN SONU

Tavus için savaşmaktan başka çare kalmadı. O sabah büyük bir fedaî ordusu kaleden çıkıp saldırıya geçti. Kanlı bir savaş olmasına rağmen çabuk eridiler. Üç gün üç gece fedailer kuşatmayı kaldırmak için kale dışına çıkmışlar ama başaramamışlardı. Tavus, kale kapısı ile bütün kaleyi çeviren müthiş uçurumu birleştiren köprüyü yıktırdı. Şeyh-ül Cebel’e ait bütün hazineler, kıymetli eşyalar uçuruma atıldı. Ama, Selâhaddin Eyyûbî’nin askerleri bir kaç gün içinde uçurumun üstüne bir köprü yaptı. Bunun üzerine Tavus kalan adamlarını taraçanın kenarına topladı ve uçuma atlamalarını emretti. Onlar uçuruma atladıktan sonra geriye kendisi, baş daîsi ve haremdeki kadınlar kalmıştı. Selâhaddin Eyyûbî’nin askerleri köşke doğru geliyorlardı. “Haydi biz de cennete!” diye bağırdı Tavus ve hep birlikte uçurumdan aşağıya atladılar. Bir kaç saat geçmeden Masyaf kalesinin her tarafı Selâhaddin Eyyûbî’nin orduları tarafından ele geçirildi. Yüzyıllar boyu İslam dünyasını dehşete saçan Haşhaşilerin artık beli kırılmıştı. Ve ondan sonrası günümüze kadar gelen efsanevi haşhaşi hikayeleri ve onlar ile yapılan mücadele Tarihimiz çok sırlı ve gizemli olaylar ile dolu….!

Kaynakça: Asiye Güldoğan (Selahattin Eyyubi Bölümü)