Etkisi altına aldığı bütün ülkelerde bir aydın hareketi olarak başlayan “milliyetçilik”, daha sonrasında “Tanrı” adına yöneten hanedan ail

Etkisi altına aldığı bütün ülkelerde bir aydın hareketi olarak başlayan “milliyetçilik”, daha sonrasında “Tanrı” adına yöneten hanedan ailesince kendilerinin sömürüldüğü, o egemen ailelerce haksızlıklara uğratıldıkları, bunun yanında da içlerindeki ve çevrelerindeki diğer ulusların kendi uluslarının varlığına kast ettikleri hıncıyla hareket eden geniş yığınlara yön belirlemiştir.

Bu bağlamda Büyük Önder Atatürk’ün “Egemenlik kayıtsız, şartsız ulusundur” sözü Yunus’un şiirleri gibi anlam içre anlamdır…

Söz, aslında “egemenlik artık ‘Tanrı’ adına yöneten hanedan ailesinin değildir” ve bununla birlikte “egemenlik ağanın, şeyhin, seçkinci (elitist) dinci bir topluluğun veya seçkinci dinsiz, din karşıtı bir topluluğun, bir despotluğun (“tek kişi” merkezli baskıcı yönetim) da olmayacaktır” anlamını karşılamaktadır. Söz, “egemenliğin, ‘bir milliyete ait olma bilinci’yle hareket eden güçlü bir toplumun, yani halkın, yani ulusun olduğu”nu belirterek sonradan sonraya iyice çarpıtılan, içi boşaltılan “demokrasi”nin de ne olduğunu ortaya koymaktadır.

“Çocuk” denilen yaşlardan itibaren kendisinden çok şey öğrendiğimiz, 22 Temmuz 2011’de sonsuzluğa erişen değerli yazar Necdet Sevinç, 2002 yılında yazmış olduğu bir yazıda ulusal egemenliği kendince şöyle tanımlar ve özellikle 3 Kasım 2002’den itibaren seyretmiş olduğumuz “çadır tiyatrosu”nu çok güzel özetler;

“Benim için millî egemenlik, seçilmişlerin hükümranlığı ya da meclis hâkimiyeti falan değildir! Şâyet hürsem, özgürsem, bu topraklar bu gök, bu bayrak ve bu devlet benimse Türklüğü yaşamak demektir millî hakimiyet, buram buram koklamak demektir!

Türklük ve Türk Milleti’nin bütün mukaddesât ve müktesebâtı hergün hakarete uğruyor, hergün tezyif, hergün tahkir ediliyorsa Allah’ın hiçbir kulu Büyük Millet Meclisi’ni, millî egemenliğin delili ve teminatı olarak gösteremez bana!”(1)

Her şey bu kadar açıktır…

Bir hukuki ve toplumsal düzen olarak laikliğin, ulusal egemenlikle ve ulus devletle ilişkisini anlattığı, “Yedi Canlı Cumhuriyet” adlı kitabının önsözündeki söylemlerinde, kültür insanı Özdemir İnce hem 2009 yılında yazdıklarıyla, bir yazarın sonrasında olacaklara ilişkin öngörüsünü ortaya koyuyor, hem de Necdet Sevinç’in alıntıladığımız söylemlerini, kendi biçemince tamamlıyor;

“Muhalif dinsel cemaatler, AKP iktidarı döneminde artık siyasal partilere dönüşmeye başladı. Şu anda ülkeyi yönetmekte olan AKP bir dinsel cemaatler koalisyonudur. Ve önümüzdeki dönemde bu cemaatlerden biri tek başına hükümet etmeye başlayabilir. Ulusal devlet ve laik düzen hırpalandığı ya da ortadan kalktığı için demokrasi rejimi de sona erer. İster demokratik seçimle olsun, ister olmasın sona erecektir. Bu nedenle tek cemaatin iktidarı kuşkusuz demokratik yolla gerçekleşmeyecektir. Tek cemaatin kuracağı rejim despotik ve totaliter olacaktır. Öteki cemaatlerin iktidarı ancak kan dökülerek gerçekleşebilir. Demokratik seçimlerle iktidara gelmiş olmalarının hiçbir etik değeri yoktur; kendi cemaatlerinin tek başına iktidarını isteyenler her türlü fesat ve kargaşayı göze alırlar.”(2)

(1) Millî Egemenlik ve Palavracılar, Necdet Sevinç, Kurultay, 21 Nisan 2002
(2) Yedi Canlı Cumhuriyet, Özdemir İnce, Cumhuriyet Kitapları