Kamuoyunda ve televizyonlarda sıkça gördüğümüz bir Hoca’nın: “Geçmiş kitaplarda İzmir, Yunan işgalinden tefriciyyeyle kurtulmuş, kaynak verd

Kamuoyunda ve televizyonlarda sıkça gördüğümüz bir Hoca’nın:

“Geçmiş kitaplarda İzmir, Yunan işgalinden tefriciyyeyle kurtulmuş, kaynak verdim. Millet de zannediyor ki bilmem kim kurtardı… Ne bilmem kim kurtardı (İzmir) tefriciyyeyle kurtuldu. İzmir’i şeyhler kurtardı. Bundan sonra tefriciyye ateş gibidir. Yangını yaktın, anında… Tefriciyye okundu o işin olmaması mümkün değil. Demek ki Suriye’nin kurtulmasına bir tefriciyye tutturamadık demektir. O kadar mübarek insan var diyoruz ama bu Suriye’de ne oldu, düzelmiyor? Irak öyle ehlisünnet bitti, bitiyor ya… Bir tefriciyyeyi doğru dürüst yapamadık, inşallah yapacağız.”

diye devam eden bir konuşmasına şahit olduk.

Başka bir Şeyh ise, kendisinin Allah ile konuşarak depremi engellediğini iddia etti ve şöyle cümleler söyledi.

“Deprem Sibir Dağı’nın üzerinden Manisa üzerine siyah bulut halinde çöktü. Allah beni görevlendirdi, ben de gelmesin dedim. İkinci defa gene hücum etti ben yine gelmesini istemedim, bulut geri gitti. Deprem üçüncü defa, yine bulut halinde Manisa’ya hücum etti, ben yine Rabbimden gitmesini diledim, Manisalıların evlerinin yıkılmasını istemedim ve Allah bunu kabul etti. Deprem doğuya gitti.’’

İnançlı kesimi, hassasiyeti olan insanları ve bu hocalara/şeyhlere samimiyetle gönül verenleri incitmeden ve ötelemeden yazacağım.

Emeğin, gayretin, araştırmanın, incelemenin, bir eser ortaya koymanın ve dikmenin yetiştirmenin nasıl görmezden gelindiğinin farkında mısınız? Gerçekten tehlikenin farkında mısınız?

Suriye’deki ve Irak’taki çocukların, güvenlikte olmaları, okumaları, güzel bir eğitim almaları, sorgulamayı ve karşılaştırmalı eğitimi öğrenmeleri, dil bilmeleri, derin kitaplarla, gerçek din ve güzel ahlak ile müşerref olmaları önemli değil.

(Küçümsemeden, geri çekmeden ve alaya almadan yazıyorum) tefriciyye öğrenmeleri ve okuma sayısı tutturmaları yeterli onlar için…

Batı Anadolu evladı olarak Kurtuluş Savaşı’nı katılanları görmesek, bizzat o günleri yaşayanların anlattıklarını defalarca göz yaşları içinde dinlemesek hocanın sözlerine inanacağız.
Doğrudur Milli Mücadele’de çok dua edilmiştir, milyonlarca tefriciyye ve tüncina okunmuştur.

Mareşal Fevzi Çakmak’ın muharebe meydanlarında savaşırken bir elinde de Kur’an olduğu söylenir ama ilk önce Efeler, Milis Kuvvetleri ve en nihayetinde Düzenli Ordu kutlu bir amaç etrafında birleşmiş ve sahaya inmiştir.

Başta Mustafa Kemal Atatürk ve diğer büyük komutanlar, kahraman askerler ellerinden ne geliyorsa hayata geçirmişlerdir. Halk ile birlikte, hep birlikte, canlarını dişlerine takarak topyekûn işgalcilerin topraklarımızdan atılması için ellerinden gelen gayreti fazlasıyla göstermişlerdir.

Kıt kanaat imkânlarla Yunan’ın üstüne hücuma geçmeden, ruhaniler mi gelip kurtarıverecekti bizi ve güzide memleketimizi... O zaman Yunanlar topraklarımıza ayak basmadan önlem alınsaymış ya, manevi büyükler, muhayyel yaratıklar düşmanı İzmir’e sokmasaymış örneğin...

Öteki de dua etmiş, gelmesin demiş, deprem Manisa’nın üstünden doğu vilayetlerine gitmiş. Tabii doğudakiler insan değil, sadece Manisa önemli ve depremden kurtarılması gereken bir şehir…

Bu durumun sonucu milli servete katkısı olmayan, ekip biçmeyen, sanatla ve zanaatla işi olmayan, az önce saydıklarımı küçümseyip sürekli tüketen ve oturduğu yerden, hampadan bir şeylere sahip olan bir toplum haline gelmek… Bunun diğer adı homini gırtlak pufidi kandil tumba yatak…

Ve bu gidişin sonu hakikaten iyi değil… Yakın zamanda gördük, Türkiye ekmeyen, biçmeyen, üretmeyen ve kolay yoldan para kazanmak için taklalar atan bir toplum olmuş…

Üstelik eline fırsat geçince (dolarla alakası olmayan mallara) hayâsızca zam yapan bir güruh var karşımızda. Alım gücü olmayan ve gittikçe fakirleşen insanlar onların umurunda değil…

Ama bazı hocalar bunlarla ilgilenmek yerine farklı telden çalıyor… Bu tipler kendileri yedi yıldızlı otellerde tatil yaparken, milyon dolarlık zırhlı arabalara binerken ve dünyanın her türlü zevkinden kâm alırken (insanlara) tevazuu sahibi ve alçakgönüllü olmayı salık veriyor.

Beden ve kafa gücünü, uzun, yorucu ve özenli çalışmayı küçümsüyor, alın terini ve çabalamayı, sabah işinin başına gitmeyi, vatan için savaşmayı ve milli servete katkıda bulunmak için istihdam sağlamayı görmezden geliyor.

Bunlar bize üretmemeyi, ‘hizmetler ve üretim sektörü ekseninde olmaktan ziyade boş zamanın ve üretilen malların tüketimi ekseninde örgütlü bir insan sınıfından yana olmayı’ iyi ve muteber gösteriyor. Ayrıca bunu bir tarafı eksik bir şükürle süslüyorlar.

Din; habire tüketmek, üretmemek ve uzaklaştırmak demek değil… İslam; "Açıl kızım, gelen öpsün giden yalasın!" gibi akıllara zarar bir cümle kurmak demek hiç değil…

Bunlar başka bir şey anlatıyor ve dalga geçiyor olmalılar. Bence bunlara inanmayın, sorgulayın, sizi güzelliğe doğru götürdüklerini anlatırken felakete sürüklüyorlardır belki…

Ne yapın edin siz, emekten, gayretten, adaletten ve merhametten bahsedenleri arayın bulun.