Para teklifini çok ön planda tutmamak için hayır konusuyla üstünü örtmeye çalışmıştı. Nitekim etkili de olmuştu, parayı görünce kaşları çat

Para teklifini çok ön planda tutmamak için hayır konusuyla üstünü örtmeye çalışmıştı. Nitekim etkili de olmuştu, parayı görünce kaşları çatılan adam üzerine hayır işi olacakmış gibi sözler edilince kendi vicdanına bir bahane bulup saniyede yüzünü yumuşatmıştı. Parayı alıp biraz utansak bir tavırla,
“Yarım saat kadar bekle tezgahın başında, büyükler iki küçükler bir lira. Para üstü verecek olursan bak şurada bozuklar var.”
Baran saatine bakıp,
“Tamam dayıcığım Allah razı olsun. Müşteri geldikçe satarım esnaflığım var merak etme!”
Yaşlı adam bir şey demeden hızla uzaklaştı, konuşurken gözlerini Baran'dan kaçırmıştı. Paraya çok ihtiyacı olduğu belliydi, gururundan zor kabul etmiş ama belli etmemişti. Onun adına üzüldü Baran, kısa süreli devraldığı işine dört elle sarıldı. Neşeyle gülümsüyor, çocukların ilgisini çekmek için kırk yıllık pazarcılar gibi “Pamuk Helvaa!” diye bağırıyordu, kısa sürede epeyce satmıştı. Önünden geçen yirmili yaşlarda iki tane kız Baran'ı dikkatle süzüp gülüşerek yaklaştılar, aralarından biri:
“Ne kadar pamuk helvalar bey efendi?” dedi davetkar biçimde sırıtarak.
“İki lira.”
İki tane alıp hemen yemeye başladılar, helvadan ısırık alıp,
“Ya bi'şeysorcam, sen pek helva satacak bir tipe benzemiyorsun. Anlamadım yani.”
Baran cevap vermeyip annesinin elinden tutan küçük bir çocuğa daha helva sattı, aynı anda kızlar Baran'ı yiyecekmiş gibi şehvetle süzüyorlardı.
“Cevapta vermiyor bak, pek havalıyız. Biz şimdi Starbucks'a iniyoruz. Hani gelmek istersen falan birkaç saat oradayız.” Baran dudağını kısıp içini çekerek,
“Duru'ya dua edin siz!” diye mırıldandı.
“Anlamadım yani, ne dedin tam olarak anlamadım?”
“Afiyet olsun size hanımlar!”
Aslında birçok erkeğin yatakta görmek isteyeceği kızlardı. Duru olmasa Baran ne yapacağını çok iyi biliyordu, şu iki kısrağa bir gecesini ayırsa o Türkçe'yi katleden ağızları sabah uyandıklarında T.D.K. standardına girerdi ama... Neyse. Bunlar olurken yaşlı adam elinde bir deste turuncu helvayla geri dönmüştü. Baran yarısını alıp kalanını tezgaha taktı. Sattığı helvaların parasını verdi, vedalaşmayı çok uzatmadan, saygıyla teşekkür edip ayrıldı. Çünkü adamın utansak hali geçmemişti hala.
Poşet içindeki pamuk helvaların şeklinin bozulmaması için toplu taşıma tercih etmemişti Baran. Taksiyle üniversitenin kampüsüne kadar gitti. En son duruyla evden çıkarken mesajlaşmıştı. İşe gidiyor olduğunu söylemişti, güzel bir sürpriz olacaktı. Fakülteye yaklaşınca artık araması gerektiğini düşündü, aradı, uzunca çaldı ama Duru açmadı. Nereye gittiğini bilmeden yürümeyi bırakıp bir kenarda durdu, tekrar aradı, Duru yine açmayınca “Allah Allah!” deyip saatine baktı, bu saatlerde bir buçuk saat kadar boş zamanı oluyordu Duru'nun, mesaj da atmamıştı... Kalbi birden hızla çarpmaya başladı, bir şey mi olmuştu acaba? Tekrar aradı, uzunca çaldıktan sonra açıldı telefon,
“Efendim,” dedi bir erkek sesi Baran'ın konuşmasını beklemeden devam etti “ adım Cem, Duru'nun arkadaşıyım, Duru biraz fenalaştı da konuşacak hali yok, ilgileniyoruz ama merak etmeyin.”
“Bi' dakka bi' dakka! Niye fenalaştı ne oldu!” Baran resmen kükremişti, telefondaki ses yutkundu,
“Ya yediği bir şey dokundu galiba ama iyi merak etmeyin...”
“Neredesiniz siz şimdi! kampüste mi?”
“Evet.”
“Ben de kampüsteyim! Nerde kantinde mi neredesiniz!” Aynı anda yuvasından fırlamak istercesine sağa sola dönüyordu gözleri, karşı tarafta bir sessizlik oldu, telefondaki çocuğun kısık sesle “Buradaymış ne diyeyim şimdi?” dediğini duydu, arkadaki seslere kulak kesildi. Kalabalığın uğultusu arasında bir tost siparişini net şekilde işitti. “Kantindeler!” dedi ve koşmaya başladı.