BÖLÜM 2 Duru yatağına uzanmış, duvara kardeşinin yapıştırdığı Kıvanç Tatlıtuğ posterine bakıyordu. Evin diğer ucundan annesiyle babasının

BÖLÜM 2
Duru yatağına uzanmış, duvara kardeşinin yapıştırdığı Kıvanç Tatlıtuğ posterine bakıyordu. Evin diğer ucundan annesiyle babasının kavga sesleri geliyordu. Kapılar kapalı olduğu için kelimeler boğuluyordu. Yine de gürültüyle patlayan küfürleri duymamak mümkün değildi. Gözleri doldu Duru’nun, daha fazla küfür duymamak için derin bir of çekip kulaklıklarını taktı. Gelen sesler daha kolay işitilir hal aldığından, kavganın mutfaktan salona taşındığını anlamıştı. Telefonun ekranındaki (Cem Adrian – Sonbahar) yazısına dalıp gitmiş, Baran’ı düşünüyordu. Keskin yüz hatlarının içinde şefkatle bakan gözleri şu ana kadar tanıdığı erkeklerin tümünden Baran’ı ayırıvermişti. Birkaç dakika kadar gördüğü o yakışıklı adama sebepsiz bir güven hissetmişti. Eski sevgililerinden ve babasından gördüğü “erkeklik” onu karşı cinsten soğutmuştu resmen. Evet, hislerinin tam karşılığı buydu, soğukluk... Gülüşündeki sıcaklığa tutunabileceği bir erkek tanımamıştı henüz. “Kim bilir hangi şanslı kızın sevgilisi… Öyle bir adam asla yalnız kalmaz…” diye geçirdi içinden. Başucundaki kalın ciltli eski defteri alıp boş bir sayfaya tarih attı, altına şöyle yazdı: ‘Siyah adam, keşke herkes senin gibi gülebilse.’
İsmi dışında hiçbir şeyini bilmediği, bakışlarıyla karamsar, gülüşüyle aydınlık olan bu insana Duru, “Siyah adam” demeyi uygun görmüştü. Odaya kız kardeşi girince defteri kapattı. Küçük kız kavgayı umursamamaya çalışır bir şekilde zordan gülümsüyordu. Çantasını masanın kenarına bıraktı, ablasının yanına oturdu.
“Abla bugün veli toplantısı için kağıt dağıttılar.” diyerek katlanmış kağıdı Duru’ya uzatttı. “Yine sen gidersin değil mi?”
“Giderim ablacım.” diye cevapladı Duru mutlu görünmeye çalışarak. Kardeşinin cılız vücudunu kendine çekip sıkıca sarıldı. O sırada dış kapıdan gelen top atışına benzer bir sesle kavga sona ermişti. Her zaman olduğu gibi babası kapıyı vurup gitmişti. İki kız kardeş merakla salona fırladılar, annelerini mutfakta titreyen eliyle sigara yakmaya çalışırken buldular. Duru, mutfak kapısının eşiğinde durup kollarını göğsünde bağladı. Acıyan bir ifadeyle annesine bakıyordu. Küçük kız, annesinin sigara kokan boynuna sarıldı. İnce yanaklarını annesinin ıslanmış olan yanaklarına dayadı. Sessizce ağlayan zavallı kadın tek kelime etmedi. Yıllardır bu evde değişmeyen ve bitmeyen tek şey kocasıyla olan kavgasıydı. Aşk bitmiş, çocuklar büyümüş, konular değişmiş ama tartışmalar…hiç değişmemişti.
Kapının aniden açılmasıyla irkildiler. Öfkeli baba elinde siyah bir bakkal poşetiyle dönmüştü eve. İçinde bira şişelerinin tıngırdadığı poşetle misafir odasına yürüdü. Duru omzunun üzerinden avına saldırmaya hazırlanan bir arslan gibi gözlerini kısıp izledi babasını. Aynı odada bulunmaktan çıkacak olan kıvılcımın yeni bir tartışmaya sebep olacağı belliydi. Anne ve kızlar çocuk odasına geçtiler. Duru tartışmanın neden çıktığını sorup, kardeşine dinlediği müziğin sesini açmasını işaret etti, rahat konuşabilmeleri için. Anne yıpranmış suratını öfkeyle gererek anlatmaya başladı.
“Sabah doğalgazı kesmeye geldiler, memuru yalvaryakar zor ikna ettim. Üç gün içinde ödeyin diyorlar. Baban geldiğinde ona anlattım. O da ‘boş ver doğalgazı’ (bunu söylerken gerçekten iyi bir taklit yapmıştı, küçük kız bu taklide gülümsedi) deyip bir tomar para sıkıştırdı elime. Neymiş, yarın kredi kartı borcunu ödeyecekmişim onun. Bankaya gitmeye eli ermiyormuş. Bin iki yüz lira... Evin doğalgazı kesilecek, karısını kendi borcunu ödemeye gönderir bakkalın çırağı gibi, şerefsiz! İt soyu! Ben de kızdım işte, sonra olan oldu...”
Duru dikkatlice dinleyip sıkıntıyla kolunu kaşıdı.
“Ne diyeyim anneciğim... Bitmiyor ki hiç, hiç bitmiyor. Hep farklı bir konu...”
“Neyse kızım bizi biliyorsun işte, sen anlatsana okuldan anlat.”
Duru tavana baktı, dudak büküp.
“Okul değil de, bugün bir çocuk gördüm,” tebessüm ederek devam etti. “Çok yakışıklıydı.”
O ana kadar pür dikkat Facebook’ta gezinen küçük kız sayfayı alta alarak merakla ablasına döndü. Zavallı annenin de suratındaki hüzün bir anlığına dağılmış gibiydi.
“Okuldan gelirken Emirsultan’da indim. Banklara oturayım dedim. Hava tam sevdiğim gibi yağmur yağıyordu. Sonra muska satan bir çocuk geldi yanıma, muskacı çocukla konuşurken tesadüf onu gördüm,” utansak bir tavırla duraksadı.
Kardeşi hevesle atıldı. “Eeee!” Duru gülümsedi. “Ne eee?”
“Nasıl sarışın mı?”
Küçük kızın bu sorusuna hepsi kısa bir kahkaha patlattı. Duru kaşlarını kaldırıp cevapladı.
“Taktın sarışınlara, sarışın erkek sevmiyorum ben civciv gibi. Kumraldı... Uzun boylu, sert bir mizacı vardı. Ama aynı zamanda çok şefkatli gülüyordu,” cümlesini bitirirken sesi buğulanmıştı. Şefkat sözcüğü bu evde bir erkek için kullanılmayalı yıllar olmuştu. Odada kısa süren sessizlikten sonra anne söze atladı.
“Ee konuştunuz mu bari?”
“İsimlerimizi öğrenebildik sadece, ama o sormadı ben de sormadım. Muskacı çocuğa sormuştum, ikisi aynı anda cevap verdi.”
Ellerini çenesinin altında heyecanla birleştirip devam etti
“Çok komikti, ben çocuğa adın ne dedim, ikisi birden pat diye cevapladı, sonra sen arayınca ben aniden kalktım. Giderayak ayıp olmasın diye adımı söyledim. Keşke otursaymışım...”
Anne, tatlı bir surat ifadesiyle dinlemişti kızını, biraz endişeli bir tavırla, “Gökhan’dan sonra çok üzülmüştün, hatırlatmak istemem ama yıpranmanı istemiyorum kızım. Zaten bize yeterince üzülüyorsun.” dedi.
“Düşünceli annem benim,” dedi Duru sesine biraz daha can katarak “boşa endişe ediyorsun ayrıca bankta karşılaştığım bir çocuktan bahsediyorum...Koskoca Bursa’da bir daha nerde göreceğim?”
Haftaya devam edecek...