“ABD Başkanı Donald Trump’ın, durdurulmaları emrini verdiği Orta Amerikalı binlerce mülteci, Guatemala’yı Meksika’ya bağlayan köprüde mahsur.

“ABD Başkanı Donald Trump’ın, durdurulmaları emrini verdiği Orta Amerikalı binlerce mülteci, Guatemala’yı Meksika’ya bağlayan köprüde mahsur... İnsanlar aç biilaç, hasta, susuz ve tüm insani imkânlardan yoksun olarak modern (!) dünyanın gözleri önünde, köprüde bekletiliyorlar.”

Birileri, Akdeniz ülkelerinin, Baltık denizinin ve Alpler’in meşhur yerlerinde/cennetlerinde ultra tatiller yaparken veya Uzak Doğu’da astronomik rakamlarla mistik bir yolculuğa çıkmışken, başkaları ehveni şer, en azından can güvenliği olan ve biraz daha insani bir hayat için, yayan yapıldak yollara düşüyorlar.

Karanlık denizlerde, ölüm kusan suların üstünde, temel ihtiyaçlardan uzak, yol almaya gayret ediyorlar; bu kahrolası dünyaya pamuk ipliği ile tutunmaya çalışıyorlar.

Birileri evinden başka bir yerde tuvalete giremezken, lavaboya kâğıtsız adımını atmazken, ıslak mendilsiz veya haftada bir yığın temizlik malzemesi tüketmeden rahat edemezken, ötekiler bunları çoktan unutmuş, yaşamak için bir miktar su olmasına razı… Bazan bunu bile bulamıyorlar.

Birileri keyifle havyarını/ıstakozunu yerken ve biraz sonra - altına dinamit konulan dünya düzeninden, değişen dengelerden ve tabii ki baş belası kapitalizm yüzünden geçinemediği için - bedenini satmak zorunda kalan yirmili yaşlardaki kızla nasıl sevişeceğinin hayalini kurarken, başkaları kamyonların içinde havasızlıktan veya kaza yaptıktan sonra, öylece bırakılarak hayatlarını kaybediyor.

Üstelik kamyonun içindekilerin cesetlerine bile saygı kalmadığı için öylece çürümeye bırakılıyorlar. Ve yaralılar da bir hayvan gibi ölsün diye düşünülüyor… Öyle ya, dirisine hürmet ve yaşam hakkı yoksa cansız bedenine de, yaralısına da itibar olmaması normal ve olağan değil mi?

Havasızlıktan can vermek… Sırtına almaya çalıştığın evladınla birlikte ejderha kılıklı dalgaların arasında yitip gitmek… Onca yolu yürüdükten sonra bir köprüde mahsur kalmak ve bir müddet sonra dayanılmaz olan insan etinin/kokusunun içinde, suya düşmüş bir kuş gibi nefes almaya çalışmak…

Herhangi bir haberin içinde öylesine yer alan kavramlar veya cümleler bunlar… Bunun nasıl bir şey olduğunu düşünmek, gözyaşları içinde empati yapmak yahut hiç olmazsa bir tür kardeşlik duygusuyla birazcık hayal etmek lazım… Tabii insansan, içinde birazcık merhametin kaldıysa...

Yerinden yurdundan edilmek nedir? Uzak denizlerde, azgın sularda yaşam mücadelesi vermek nasıldır? İnsan kucağında yavrusuyla böyle bir yolculuğa neden çıkar?

Bu insanlar daha güzel bir hayat yaşamak için yaşamdan vazgeçiyorlar. Canları pahasına son bir kumar oynuyorlar. Biz yataklarımızda “esmiyor” ve “uyuyamıyoruz” diye dert yanarken ya da azıcık soğuktan hemen şikâyet ederken cesetlerin arasında yolculuk yapanlar var bir yerlerde…

Farklı kelimelerle bir daha soruyorum. Bir insan sallarla, küçük botlarla denizleri aşmayı ve örneğin bir ay, deniz üzerinde yolculuk yapmayı, kilometrelerce yürümeyi neden göze alır? Ne yaşamıştır acaba? Bunu hayat herkese eşit davranmıyor diye açıklayamazsınız öyle değil mi?

Yaşamış olduğu hayat ve olanaklar yetmiyordur, bıkmış usanmıştır ve canından doymuştur. Oranın siyasetçileri, devlet adamları, kalmaları için gerekli olan asgari hayatı halkına sunmamıştır.

Bir kısım zürriyetsizler terör bahanesiyle üzerilerine bomba yağdırıyordur, bırak kendilerini çocuklarını koruyamıyorlardır. Bu nedenle yollara düşüyorlar, her türlü rezilliği, zebilliği ve belirsizliği içselleştiriyorlar.

Üstelik hem ironik hem de trajik olan bir şey var. O da, batılı devletlerce bir şekilde ülkeleri karıştırılan, iç işlerine müdahale edilip yaşanmaz edilen memleketlerin insanlarının gene Avrupa’ya veya ABD’ye doğru yola çıkmaları…

Avrupa’da ya da ABD’de binlerle ifade edilen göçmen nüfusu var. Bunları nereye sığdıracaklarını bilemiyorlar. Bunun için görüşme üstüne görüşme yapıyorlar, tumturaklı cümlelerle basına demeçler veriyorlar… Gösteriş yapıyorlar ve biraz da müstehzi suratlarla alay ediyorlar tabii.

Geçmiş yıllarda Almanya’nın bir bakanı, İzmir’de bir göçmen kampı kurulmasını söylemişti. Tam “Üşengece iş buyur sana yol öğretsin,” hesabı konuşmuştu işte. Türkiye’nin bilmem kaç milyon Suriyeli’ye baktığını unutmuştu.

Zaten garip olan büyük ülkelerin bir şey yapmayıp ağdalı sözcüklerle bol bol konuşmaları, müzakereler yapmaları, basını başlarına toplayıp kameralar önünde bir yerlere gidip gelmeleri…
***
Şu an yaşayan insanların hepsi bir garip… Paranın, lüks arabaların, gezip tozmanın, android telefonların, şatafatlı evlerin ve sosyal medyada daha çok takipçisinin olmasının mutluluk getireceğine inanıyorlar. Elinde imkân, yetki, para, güç olanlar bunu gerekli yerlere kullanmıyor ve harcamıyorlar.

Modern dünyanın laubali insanı, kendisinin yaşamasını başkalarının ölmesine bıraktıysa, elini taşın altına koymaktansa ipe un seriyorsa, ‘benim daha iyi bir hayata sahip olmam için birileri mahrumiyet içinde yaşayabilir’ diye lanet olası bir safsataya inanmışsa ve bürokrasiyi bahana edip kilometrelerce yol yürümüş insanları bir köprüde aç susuz tutabiliyorsa (denizlerde unutabiliyorsa ve çocukları esir alabiliyorsa) yani bu kadar aşağılaştıysa, ben daha ne demeliyim ve ne düşünmeliyim.

Başkaları acı çekerken ve yerinden yurdundan edilmişken, mutlulukla ve laubali bir şekilde, bireysel hayatına devam etmek, hiçbir şey yokmuş gibi davranmak ve nemelazımcı olmak (bence) tek kelimeyle ahlaksızlık...