GARİP BİR ARABESKÇİ Bu dünyadan bir Hüseyin Altın geçti. Sessizdi ve kendi halindeydi. Bana göre, Ferdi Tayfur ile birlikte Türkiye’nin en (farkl

GARİP BİR ARABESKÇİ

Bu dünyadan bir Hüseyin Altın geçti. Sessizdi ve kendi halindeydi. Bana göre, Ferdi Tayfur ile birlikte Türkiye’nin en (farklı) seslerinden biri olmasına rağmen, bir türlü büyüklerin dikkatini çekemedi, daha iyi yerlere gelemedi, geniş kitlelere seslenemedi.

İçine kapanıklık ve yıllara bölünmüş acılar, bir türlü onun peşini bırakmadı çünkü. Üstelik devir sesi yüksek çıkanların, kendini bir şekilde pazarlayanların, zaaflarını avantaja çevirmeyi iyi bilenlerin ve arkasına memleketli iş adamlarını, geniş sermayeyi de almış piyasa adamlarının devriydi.

1 Nisan 1958’de, Erzurum’da doğar Hüseyin Altın… Çocuk yaştayken annesi ve kardeşleriyle birlikte İstanbul'a gelir, babası, memlekette, evli olan ablasıyla birlikte kalır…

‘Taşı toprağı altın’ denen mega kentte, küçük adamın şansı yaver gider, Ayhan Işık ile birlikte bir filmde bile oynar ve ‘Türkiye’nin İlk Çocuk Sanatçısı’ unvanını alır. Ardından yavaş yavaş gazinolarda şarkı söylemeye başlar ki zaten memleketteyken de sesi pek beğeniliyordur.

Kendini kabul ettirmeye, birilerinin dikkatini çekmeye çalışıyordur. Ama bu kadardır, gökkuşağı yağmurdan sonra bir defa görünmüştür, renklerini göstermiş ve kaybolmuş gitmiştir.

Bir müddet sonra babası da koca şehre taşınır. Fakat yokluk yoksulluk vardır ve bunun üstüne geçimsizlik de eklenir. Bir gece gürültüye kalktığında Hüseyin, babasının annesini baltayla çenttiğini görür. Anne hayatını kaybeder, babası ise hapishaneye yollanır.

Tüm ailenin yükü genç adamın üstünde kalmıştır. Pavyonlarda şarkı söylemeye devam ediyordur, belki de kırk beşlikler de çıkmıştır ve sesinin renginden, içine kapanıklığın getirdiği, biraz da üzerine yapıştırılan efendiliğinden dolayı kısmen merak uyandırıyordur.

Ama bir gün, ‘her, bir tarafı çocuk ve korunmasız, tutulmaya kapılmaya meyyal, bir koç burcu erkeği olarak’ bir konsomatrise âşık olur. Fakat sonradan kadının geçmişi ve etraftan alacağı tepkiler yüzünden onunla evlenmekten vazgeçer. İçi kan ağlayarak görüşmeyi de keser sevdiğiyle…

Gururu incinen konsomatris, genç şarkıcının peşini bırakmaz, onu sürekli rahatsız etmeye başlar, kalp kırıklıkları eşliğinde aşkının ne kadar gerçek olduğunu ifade etmeye çalışır.

Meseleyi duyan öfkeli (dadaş) kardeşlerden birisi, kadının yaşadığı yeri bulur, konsomatrise, geleceği parlak abisinin yakasından düşmesini söyler ve hakaretlerle birlikte tehdit eder onu.

O an da kadının babası (veya ağabeyi) eve gelir, tartışmayı görür ve ağzından tükürükler saçan yeni yetme yabancıyı vurup öldürür. Hüseyin Altın, kardeş acısıyla yanarken, cezasını tamama erdirip hapisten çıkan (annesinin katili) baba da verem olmuştur, bir zaman sonra o da can verir.
Dert bir değildir, erkek kardeşlerinden birisinin de psikolojik sorunları ayyuka çıkmıştır, o da intihar eder. Üçüncü çocuğunun kan hastalığı vardır ve elde yok avuçta yokken yıllarca onunla uğraşır. Bu arada gene mücadele ediyordur, kendini tanıtmak, adını duyurmak için savaşıyordur adeta...

Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses ve daha niceleri, filmlerinde, acıların adamlarını, sevdiğine kavuşamayanları, tutunamayanları oynayıp da normal hayatta milyonları götürürken, ilginin, alakanın, şöhretin dibine vuran birisi olmamıştır, olmamıştır Hüseyin Altın.

Şerefimle Yaşarım, Hor Görme Garibi, Aşk Sürgünü, Gecelerin Adamı ve Kadersizler gibi (çevirdiği) filmlerdeki rolleri ile yaşadığı hayat/kaderi birbirine benzer, sanki birebir kendini oynuyordur.

Başına gelmeyen kalmadığı için, insanlar onun acılarını duymak, duyumsamak yerine, sosyal medyada “Bu kadar kötü kader olur mu, bu gidişle Hüseyin Altın uzaylılar tarafından kaçırılacak,” diye dalga geçilecek boyuta gelmiştir olay.

Kapitalizm böyle bir şeydir, seni fark etmedi mi, senin ne kadar güzel olursa olsun fark etmez, dünya kadar şarkıyı bestelesen bile istemedi mi görmeyecektir seni… Büyük burunlular, kodamanlar, hayatında çeşitli karışıklıklar, kırıklıklar olanları el üstünde tutmaz, el omuz vermez onlara, bu düzen...

Evet, bu dünyadan bir Hüseyin Altın geçti. Küçümsenen, ötelenen, alaya alınan ama birçokları tarafından gizli gizli dinlenen bir müzik türünün, kıyıda köşede kalmış bir üyesiydi.

Garip bir arabeskçiydi. 58’inde, genç yaşta aramızdan ayrıldı. Üstelik nasıl yaşandıysa küçük bir ev kazasının kurbanı oldu.

Bir zamanlar şarkılarıyla türküleriyle büyüdüğü (eserleri illa orada burada kulağımıza çalındığı) Cavit Karabey ve Azer Bülbül gibi insanların otel odalarında ölü bulunmalarına, Hüseyin Altın gibi kendisine unutulma cezası verildikten sonra, balkondan düşüp can vermelerine üzülüyor insan…

Ruhun şad olsun, güzel adamdın… Ben, arada, Canımsın Cananımsın’ı, Cennetim Sensin’i, Çarem Sensin’i, Hasret Akşamları’nı, Hazan Kuşları’nı, Utanır’ı ve daha başkalarını dinler, arkadaşlarıma gönderirdim. Seni hiç duymamış olanlar sesine, şarkılarına hayran olurlardı, inan buna.

Senin şarkılara girişin, kendinden eminliğin, gırtlağının vermiş olduğu etki beni hep hüzünlendirdi, hayal meyal bir yerlere götürdü veya çok mutlu etti.

Benim çevremde, tanığım insanlar da eserlerine gereken değeri hep verdi ve senin kıymetini, sen yaşarken bilmeye çalıştı. Bundan iki yıl önce böyle bir Temmuz ayında aramızdan ayrıldın.

Mekânın cennet olsun, sesi büyük adam… Gelmiş geçmiş olsun, ardışık acıların son buldu.