Rusya-Ukrayna Savaşı üzerinden derin stratejiler, büyük gıda krizi endişelerini gündeme getirmiştir. Hemen her kesimin kenarından köşesinden tehlikeye temas etmesi olumlu bir gelişmedir. Buna karşın on yıllardır tarlalar ekilemediği, ekilen ürünler bir yıl elde kalırken hemen arkasından ithal edildiği, ülke sathında banka haczi bulunmayan tarla ve bahçenin nadirleştiği, çiftçinin sadece alın teri karşılığını isteme feryatlarının bir türlü duyulmadığı gerçekleri ise son derece hazindir.

Bir siyasinin beyanı veya saçmalaması, bütün kanallarda saatlerce, hatta günlerce gündemin başına oturduğu halde filizlenen patatesler, para etmeyen soğanlar, bozulması beklenen yumurtalar, ekilemeyen araziler, medyamızın, aydınımızın, akademimizin ilgisine mazhar olamamıştır. Halbuki zaman zaman elde kalan, ertesi yıl ekilmeyen bu ülkenin soğanı, sarımsağı veya ağaçları kesilmek zorunda kalınan fındığı, kayısısı ve diğer nimetleri gıdanın ötesinde ilaçtır. 

Aynı gerçeklerin hayvansal ürünler boyutunda ise daha acıları bulunmaktadır. Irak'ın Türkiye'den yumurta ihracatını durdurma haberleri davulla zurnayla duyuruldu. Elde kalanlar için çözüm beklenirken üreticiye çare bulması gereken kişi, dönemin tarım bakanının konuyla ilgili açıklaması ne kadar umursamazdı: Tarihi geçmiş yumurtaları almayın! Milyonluk üretici kesimin alınteri, borçları onu hiç ilgilendirmiyordu. Böyle bir durum karşısında mesela medya mensupları, uzmanlar bu nimetin besleyici özelliklerini, farklı yemeklerini, daha fazla tüketilmesinin yollarını akşam sabah anlatamaz mıydı? Yemek fabrikalarının, kamu kuruluşları yemekhanelerinin, mülteci kamplarının daha fazla yumurta tüketimi konusunda teşvik edildiğini veya yönlendirildiğini de duymadık. Yumurta ile beraber kesimden başka yolu kalmayan tavuklar sayesinde beyaz et fiyatları da sudan ucuz hale geldi, ancak bu çok kısa sürdü, arkası yoktu. Çare yumurta ithalatı oldu. Halbuki ithalata ayrılan kaynağın yarısı ile üretici-tüketici desteklenseydi, ekonomi çok daha güçlü olurdu.

Enerji güvenliği gibi gıda güvenliğinin de arz-talep boyutu bulunmaktadır. "Gıda arzı güvenliği", ürünün, pazarda yeterli miktarda, makul fiyatta bulunabilmesidir. Gıda güvenliği derken hemen herkes "gıda arzı güvenliği"ni gündeme getirir. Halbuki bu güvenliğin olmazsa olmazı "gıda talebi güvenliği"dir. Tüketicinin makul fiyatta ürün bulabilmesi için üreticinin de makul fiyatla satabilmesi garanti edilmelidir. Ülkemizdeki gıda güvenliğinin en önemli ayağı, talep güvenliğindeki sorunlardır. Üretici, alınteriyle çalışıp ürününü ortaya koyduğunda, masraflarını dahi karşılayamıyorsa bir daha tarlasını ekmeyecek, hayvanları kesime gönderecektir. Bereket fışkıran topraklar ekilmezken çocukları düşük ücretle iş bulmanın yolunu arayacak, tembelhanelerde ömür çürüteceklerdir.

En liberal ülkelerde dahi tarım ve hayvancılık plan, program dahilindedir. Hangi yıl, hangi bölgede neyin destekleneceği önceden duyurulur, çiftçi yönlendirilir. Birçok ülkede tarımsal girdiler bedavaya yakın ucuzdur, vergi muafiyeti vardır. Doğal afet, kuraklık gibi durumlarda riski devlet veya kurumlar, kooperatifler, sigortalar üstlenirler de üretici pişman edilmez. Her ürün için az çok kararlaşmış var yılı - yok yılı gerçeği bulunmaktadır. Kitab-ı Kerimimiz bu gerçeği Yusuf (A.S.) kıssasında yedişer yıllık olarak haber vermektedir. Var yılında buğdayın, kısssada belirtilen başak halinde depolanmasının mı, buğday halinde modern silolarda saklanmasının mı daha uygun olduğunu ziraatçiler hesaplamışlardır.

Hemen her ürün için var yılında depolama, saklama, alt ürünler haline getirme, paketleme, tüketimi ve ihracatı teşvik etme gibi hususlar kesinlikle üreticinin sorunu değildir. Kıssada geçtiği üzere binlerce yıl önce dahi sorunu devlet sahiplenmiştir. Yasama ve yürütmesi ile devlet bunun için vardır. Her halükârda arz güvenliğini sağlamak için talebi garanti eden yasaları çıkarmak, kooperatif ve sigorta sistemini geliştirmek, olağanüstü şartlarda sorunu öncelikli gündem konusu haline getirmek, meclisin ve yürütmenin olduğu kadar medyanın, aydınların ve akademinin de görevidir. Zorunlu tüketim maddesi olmayan karpuz, kayısı, incir, fındık, narenciye gibi ürünler bol olduğunda, belediyelerin üreticiye parasını ödeyerek halka ucuz fiyatla ulaştırmaları güzel haberlerdir. Özellikle yoksul bölge ilköğretim kurumlarında öğrencilere ücretsiz beslenme tahsisatı yolu ile üreticinin desteklenmesinin getirisi, sosyal güvenlik bütçesine kat kat fazlasıyla geri dönecektir. Milli Eğitim Bakanlığı'nın bu tür görevleri de bulunmaktadır.

40-50 yıl önce yaz aylarında Elazığ köylerinde adeta tahıl, sebze, meyve bayramları yaşanırdı. Her köyün harmanları, bahçeleri, tarlaları ürün fışkırır, mütevazi üreticiler bunları peyderpey hâle taşır, ev-araba alır, çocuklarını evlendirir, okutma parasını çıkarırdı. Günümüzde bu köyler harabe haline gelmiş, tarlaları onyıllardır sürülmemiştir. Aynı tatlı hatıraları ve bugün gelinen hüzünlü gerçeği, mesela Gaziantepli veya Ankaralı arkadaşlardan da dinliyorum.

O günkü çocukların bir kısmı okudu, bürokrat, subay, akademisyen, iş adamı oldu. Ancak hemen her aileden bazı fertler baba ocağından ayrılmadı, bereketli topraklarında kalmayı tercih etti. Bir dönem bağı ve bahçesi ile meşgul olanın geliri, okuyandan, ticarete atılandan daha fazla idi.

Kardeşlerinin çoğu dışarıda çalışırken bir kuzenim hayvancılıkta büyük başarı gösterdi, beslediği sürüler ve onların ürünlerinden kazancı bir bürokratın emekli oluncaya kadarki kazancına yakındı. Bir dönem geldi, ürünü para etmemeye başladı. Her sene sürülerdeki sayı yarıya indi. Nihayet küçük başları satarak 40 kadar büyük baş hayvan almıştı. İşin ehli olmasına rağmen onda da zarar etti. Geçen sene beş büyük baş hayvanı varken şimdi onları da satmış, kara kara düşünüyor. Benzer hikayeyi baba ocağı, ata toprağı bekçiliğini tercih eden nice yakınlarınızdan dinleyebilirsiniz. Bütün dünyanın, hatta bir dönem ülkemizin de başarı ile uyguladığı çözüm yolları bellidir. Öncelikle sorunun büyüklüğü siyasilerin, gazetecilerin, üniversitelerin, ilgili sivil toplum kuruluşlarının gündemine gelmelidir. Bu konuyu önemsemek sadece kuzenlerimize sahip çıkmamız için değil, çocuklarımızın geleceğinin, ülkemiz güvenliğinin de gereğidir.

[email protected]

twitter.com/alaeddinyalcink