Güney Afrika, İsrail’in Gazze’deki soykırımına karşı Milletlerarası Adalet Divanı’na (MAD) resmen başvurdu. İsrail’in Filistinlilere soykırımı kapsamındaki uygulamaları, daha devlet olarak kurulmadan yıllarca önce, kurucu çeteler tarafından başlatılmıştı. İsrail’deki Müslümanların oranı Yahudilerin yaklaşık on katı idi. Bağımsızlık ilanından günümüze kadar çeşitli bahanelerle otomotik tüfeklerle sivillere ateş edilir, meydanlar kadın, çoluk, çocuk cesetleriyle dolardı/dolmaktadır. Yol masrafını denkleştirebilenler Suriye’ye, Ürdün’e, Avrupa’ya, Amerika’ya, Arjantin’e kadar sığınak bulmaya çalıştılar. Bugün Gazze ve Batı Şeria’da kalanların çoğu İsrail’in diğer bölgelerinden sürülenler, başka diyara gidecek gücü olmayanlardır.

Soykırımı Önleme ve Cezalanadırma Sözleşmesi, 9. maddeye göre soykırım iddiaları konusunda ihtilaf durumunda taraflardan biri MAD’na başvurabilir. Uluslararası divana tarafların mutabakatıyla birlikte başvuru mümkün olduğu halde soykırım sözkonusu olduğu takdirde sadece birinin başvurusu yetmektedir. Genel olarak MAD’nda dava açmanın zorluklarına karşın soykırım için imkân, oldukça önemlidir.

MAD’na sadece devletler başvurabildiği halde soykırım suçları dahil insanlığa karşı suç işleyenleri yargılamakla görevli Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne (UCM) savcılık kanalıyla bireyler ve sivil toplum kuruluşları da şikayetlerini iletebilmektedir. UCM savcılığı devlet dışı aktörlerin başvurularını ciddiye aldığı ve başvuru mercii tarafından kabul gördüğü takdirde dava açılır. Türkiye’den ve başka ülkelerden bazı sivil toplum kuruluşları UCM savcılığı nezdinde girişimler başlatmasına karşın devlet olarak ilk dava açma şerefi Güney Afrika’ya nasip olmuştur. İsrail karşıtı söylemleriyle mangalda kül bırakmayan diğer ülkeler, bu konuda geç kalmasına karşın davaya taraf olmaları mümkündür.

Uluslararası yargı merciine başvuru, meydanları dolduran İsrail’e lanet mitinglerinden çok daha etkili olmuştur. Öte yandan Güney Afrika, Gazze Soykırımı davasını, bu alanda önde gelen uluslararası hukukçuları vekil tayin ederek açmıştır. Bu gibi hukukçuların, milli kadrolarla birlikte mesela Hocalı soykırımı konusunda, hatta 2020 savaşlarında sivil hedeflere saldırılar konusunda da vekil tayin edilmesi beklenmektedir. Öte yandan Gazze soykırımına karşı ağır söylemlere ve mitinglere karşın somut bir atmayan, İsrail’e zarar verebilecek tedbirleri almayan diğer ülkeler gibi Türkiye’nin de Güney Afrika yanında İsrail’e karşı taraf olması gerekmektedir. MAD Statüsünün 63. Maddesi bu tür davalara diğerlerinin de katılabileceğini düzenlemektedir.

Halen Gazze’de halka yönelik katliam bütün şiddetiyle devam etmektedir. Binaları yerle bir eden, içindekileri enkaz altında bırakan füzelerin hedefi olmak konusunda Güney Gazze veya Kuzey Gazze arasında ayırım yoktur. Hatta İsrail yöneticilerinin gösterdiği adreslere giderken de insanlar kurşun yağmuruna maruz kalmaktadırlar. Çünkü bunlar çocuk veya kadın da olsa Filistinli Müslümandır. Sadece Müslüman olmak bu insanları, bir asra yakın bir süredir Siyonistlerin kurşunlarına maruz kalmasının gerekçesine oluşturmaktadır ki uluslararası hukukta bunun adı soykırımdır.

Bir etnik veya dini gruba mensup oldukları için yok etmek maksadıyla öldürmek, doğumları önlemek, asimile etmek, kalıcı sakatlık gibi haller soykırım tanımına girmektedir. Günümüzde sadece Türk veya Müslüman olduğu için öldürülen, yok edilen toplumlar oldukça fazladır.  Gazze soykırımının diğerlerinden farkı, işlenen soykırımın dünyaya servis edilebilmesidir. Mesela Myanmar’da Müslümanların maruz kaldığı muamelenin de soykırım tanımına girdiğine UCM Başsavcılığı karar verdi. Katliamdan sorumlu bayan başbakanın savunması alındı, fakat darbe ile yönetim el değiştirdi. UCM’nde sorgulaması devam etmesi gereken eski başbakan halen hapistedir.

Boşnak Müslümanlara karşı işlenen soykırım suçları, Eski Yugoslavya Savaş Suçları Mahkemesi’nde kısmen yargılanarak önde gelen suçlular cezalandırıldı. Ruanda’daki önde gelen soykırım suçluları önemli ölçüde eski sömürgeci, soykırımın tezgahlayıcısı Fransa’nın himayesinde olduğundan yargı önüne çıkamamaktadır. Gerek Arap Baharı sürecinde gerekse Müslümanların azınlıkta olduğu mesela Hindistan dahil birçok ülkede soykırım kapsamına giren suçlar yakın dönemde işlenmiştir. Doğu Türkistan’da halen sürmekte olan katliamlar ise tarihin gördüğü, teknolojik imkanların da kullanıldığı en kapsamlı soykırımı örneğidir.

Gazze Soykırımı ile Doğu Türkistan soykırımı karşılaştırıldığında birçok bakımdan Doğu Türkistan’dakinin şiddeti ve kapsamı çok daha ağırdır. Gazze’nin bir dereceye kadar şansı üç kıtanın kesişim merkezinde bulunması, yaşananların görsel olarak da dünyaya ulaştırılma imkanının bulunmasıdır. Halbuki sıradağlar ve çöllerle çevrili devâsâ ülke Doğu Türkistan’ın Türk komşuları da önemli ölçüde Çinlilerin kontrolündedir. 30 milyon civarında başta Uygurlar ve Kazaklar olmak üzere farklı Türk boylarından oluşan Müslümanlar, Türkiye’nin yaklaşık üç katı büyüklüğündeki bir coğrafyada şehirlerde, kasabalarda yaşamaktadırlar. Günümüzde hemen her kasabaya kurulan işkencehane/tecavüzhane binalarına her aileden birkaç kişi girmiş, girenlerin bir kısmı hayatını kaybetmiş, çıkanlar her türlü bedensel ve zihinsel melekesini kaybetmiştir. Genç kadınların önemli bir kısmı Çinli görevlilerin tecavüzlerinden doğurdukları çocukları alındıktan sonra kanlar içinde zindan odasına bırakılarak ölmeleri beklenmiştir.

Çin’in resmi devlet sitesindeki bilgiler, fotoğraflar dahil, mesela terör suçlusu olarak işkencehanelere atılma gerekçesi olarak yemeğe dua ile başlayıp bitirme, Müslüman ismi koyma, sünnet merasimine katılma, haftada bir defa namaz kılma… olarak uzayan listeler dahi buradaki soykırımın fecaatini ortaya koymaktadır. Türk Devletler Teşkilatı, Aksakallar Konseyi’nin başkanı ve Türkiye temsilcisinin, bütün bu soykırım, işkence ve tecavüzleri “Çin’in egemenlik hakları” kapsamında zikretmesi kendisi yanında ülkemiz için de çirkin bir ayıptır. Devletlerin egemen eşitliği, günümüz uluslararası hukukunun temelini teşkil etmektedir. Ancak bu temele dayanarak hiçbir devletin soykırım ve diğer insanlığa karşı suçları işleme hakkı bulunmamaktadır. Çin, İsrail veya herhangi bir devletin bu kapsamda suç işlemesi durumunda, diğer devletlerin harekete geçmesi de uluslararası hukukun verdiği görevlerdendir. Bazı çıkarları sebebiyle soykırım karşısında sessiz kalan devlete/devletine karşı uyarı görevini yapmak da her aydının, akademisyenin, gazetecinin, hatta vatandaşın insanlık görevidir.