Tam da "İnsanlar artık elle yazmayı da, mektuplaşmayı da unuttular" diye düşündüğüm zamanlarda "Bircan" adlı kitabım yerini almıştı raflarda. So

Tam da "İnsanlar artık elle yazmayı da, mektuplaşmayı da unuttular" diye düşündüğüm zamanlarda "Bircan" adlı kitabım yerini almıştı raflarda. Sonrasında İstanbul'a geldiğimde ve çok katlı apartmanların arasında kaldığımda ise dikkatimi çeken tek şey sadece benim posta kutuma mektup gelmesi olmuştu.

Faturaların, kargo paketlerinin arasında görünen pullu damgalı mektup zarflarının gören insanları da şaşırttığı bariz ortadaydı. "Bu devirde insan neden mektuplaşır ki?" türünden soruların cevabı, zarfların kargacık burgacık yazılmış 'gönderen' kısmında saklıydı; zira her birinin üzerinde farklı bir cezaevinin adı yazılıydı...

Ben; cezaevinde yatan bir adama aşık olup, onu bekleyen bir kadını kitabına konu yapmış bir yazar olarak, adresime cezaevlerinden mektuplar gelmesinden utanç duymadım hiçbir zaman. Günümüz aşkları bile birbirlerine mektup yazmazken, bunu saçma bulup, üşenip, "ne gerek var ki" derlerken, ben hiç tanımadığım, toplum içinde 'suçlu' diye dışlanan güzel insanlardan mektup bekledim, cevabım ise hiç gecikmedi onlara...

Unutmayın ki cezaevi ile ilgili büyük bir ironi var. Bunu ben de mektup arkadaşlarım sayesinde öğrendim. Cezaevinden çıkınca mutlu olamıyorsun...

Bir mektup arkadaşıma oradan çıktıktan sonra ne hissettiğini sormuştum.

Şöyle cevaplamıştı sorumu;

"Kaldığımız cezaevinde koğuş sistemi vardı, F tipine uyarlamak için her koğuşu 3-4 kişilik bölmelere ayırmışlardı. Yoğun bir paylaşım yaşıyorsun içeride, birlikte kaldığın insanlar senin her şeyin. Dışarı çıkınca o yoğunluğu bulamıyorsun. Çıktığına seviniyorsun ama içeride kalanlar için üzülüyorsun, unutman mümkün değil, sorumluluk hissediyorsun."

İçeriye mektup yazarken utanmayın.

Unutmayın;

Mektup yazanlardan, dışarıda yaşadığı günlük hayatı yazması bekleniyor. Biz bazen, "Acaba gezdiğimiz yerleri, yediğimiz yemekleri, yaptığımız muhabbetleri, günlük telaşın hoş anlarını yazarsak ayıp olmaz mı?" diye düşünüyoruz, bunları yazmak kolay değil ama onlar da asıl böyle şeylerin yazılmasını istiyor. Yoksa memleket meseleleri gibi konularda olup bitene zaten ulaşabiliyorsunuz.

İçeriden gelen mektuplar bazen dışarıdan içeriye giden mektuplardan çok daha yaratıcı oluyor. Havalandırma deliğinden içeri giren arının ya da rüzgârla gelen bir yaprağın günlük yaşamlarında ne kadar büyük bir değişiklik yaptığını karışık duygularla okuyorsunuz. Ne düşüneceğinizi bilemiyorsunuz; hayranlık ve isyan arasında gidip geliyorsunuz.

"İçeride yaşanan en büyük zorluk, başkasının çizdiği sınırlarda yaşıyor olmanız. Bunu kendi gururunuza yedirmeniz mümkün değil. Bunun yanında hijyen, yemek gibi sorunlar küçük ayrıntı gibi kalıyor. Büyük zorluklardan biri iletişim cezası almak. Örneğin yenemeyecek kadar kötü bir yemeği yemek istemediğinizde aylarca iletişim cezası alabiliyorsunuz. Size mektup geldiğinde zarfı gösteriyorlar ama mektubu okutmuyorlar. Çok üzülüyorsunuz." demişti bir mektup arkadaşım bir gün bir mektubunda. Senin olan, sana yazılan satırları okuyamamak ne kadar da büyük bir ceza diye düşünmüştüm günlerce...

İçeriye mektup yazarken utanmayın.

Bazen dışarıda olanın en iyi dostu içerideki olabilir.