1- Ceviz Ağacı Çoğumuzun Cem Karaca’nın bir şarkısı olarak bildiği ‘Ceviz Ağacı’ aslı

1- Ceviz Ağacı

Çoğumuzun Cem Karaca’nın bir şarkısı olarak bildiği ‘Ceviz Ağacı’ aslında Nazım Hikmeti’in bir şiiridir. Buyurun hikayesi;
Nazım Hikmet, Gülhane parkındaki bir ceviz ağacının altında sevgilisi ile buluşmak üzere randevulaşır. Buluşacakları gün gülhane parkına gider ve ceviz ağacının altında beklemeye başlar, tam bu sırada polisler dahae orada devriyeye çıkmıştır. O dönemlerde Nazım Hikmet arananlar listesinde olduğu icin polislerden gizlenmek durumunda kalır ve bu ceviz ağacına çıkar. Nazim Hikmet ağacın tepesindeyken biricik sevgilisi Piraye gelip her şeyden habersiz ceviz ağacının altında beklemeye başlar. Polislerden dolayı aşağıya seslenemez ve çaresiz çıkarır kalemi, kağıdı ceviz ağacının tepesinde bu şiiri yazar.

2- Özdemir Asaf – Lavinia

Özdemir Asaf, Lavinia’yı henüz üniversite yıllarında platonik olarak aşık olduğu kıza yazmıştır. Özdemir bu değerli dizeleri bir şiir yarışmasına göndermeye karar verir. Katıldığı yarışmada Özdemir şiiri büyük beğeni toplar ve yarışmayı kazanır. Bir söylentiye göre Özdemir Asaf şiiri okurken aşık olduğu kız da salondadır ve şiirin okunma esnasında salondan ayrılır. Özdemir bu duruma hayli içlenir ve asla duygularını aşikar etmez. Peki ya kimdir Lavinia? Elbette aşık olduğu kızın adı Lavinia değildir dizelerden de anlaşılacağı üzere. Uğruna şiir yazılan bu kadın Mevhibe Beyat’tan başkası değildir. Mevhibe hanım ise İlhan Selçuk’a aşıktır. Yalnız İlhan Selçuk ’’gönülden gönüle” dolaştığı için belki de doğru bir aday olmayacaktır Mevhibe Hanım için. Bunun üzerine bu kez Öztürk Serengil ile evlenir. Bu evlilik de kısa sürer. Daha sonra fotoğrafçı Muhlis Hasa ile evlenen Mevhibe Beyat 11 Eylül 2007’de vefat eder. Sonuç olarak belki de hiçbir zaman kendisine yazıldığını öğrenemedi Mevhibe Beyat. Belki de Özdemir Asaf böyle istemişti. Kim bilir ismi açıkça belirtilse bu kadar etkileyici ve gizemli olur muydu Lavinia

3- Yahya Kemal – Sessiz Gemi

Bu şiir hep ölüm üzerine yazılmış gibi dursa da aslında gerçek farklıdır. Yahya Kemal Büyük aşkı, Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım için yazmış. İşte hikayesi;
Yahya Kemal Nazım Hikmet’in hocasıdır. Celile Hanım’la Hikmet Bey (Nazım’ın babası) arasında büyük bir geçimsizlik başlamış ve birbirinden uzaklaşmışlar. Celile hanım böyle bir zamanda tanışır oğlunun hocasıyla. Zaten dillerdedir Celile hanımın güzelliği. Bir aşk başlamış ki aralarında, sonrasında Celile, bu aşkı evliliğe taşımak için ilk adımı atmış ve kocasından boşanmış. Hocası ve annesi arasındaki ilişkiyi duyan Nazım Hikmet bir kâğıda şunları yazarak Yahya Kemal’in cebine koymuş:
“Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz”
Nazım’ın bu tepkisi Yahya Kemal ile Celile’nin aşkını engelleyememiştir. Ama Yahya Kemal hep evlilikten kaçmış, hem Celile’yi deliler gibi kıskanıyor ve hem de evliliğe yanaşmıyordu. Celile yazları Ada’ya gider, Yahya Kemal de sürekli onun yakınlarında otururmuş…
Celile’ye olan duygularını bir yazısında şöyle özetlemişti:
“1916 Sonbahar’ında Nişantaşı’ndaki evini düzenlemek için İstanbul’a iniyordu. Ben müthiş muzdariptim. Artık vapur giderken iskeleden mendil sallamalar, ağlamalar… O gidinceye kadar Ada dopdolu idi, gider gitmez boşalıverdi
‘Sessiz Gemi’, Yahya Kemal’in aşkı, Celile hanımın adadan gemiyle uzaklaşırken yaşadığı çaresizliği anlatır.

4- Cemal Süreya – Üvercinka

Cemal Süreya eşi Seniha hamile iken genç bir kızla tanışır ve aralarında bir aşk başlar. Bu genç kızın ne adını bilen ne de yüzünü gören kimse olmayacaktır. Süreya’nın hayatındaki bu sır, Türk Şiirinin en güzel ve gizemli şiirlerinden birini ortaya çıkaracak Süreya’ya da şöhreti getirecektir.
Yalnız Süreya bir karar vermek durumunda kalır, eşi Seniha çocuklarını doğurmak üzeredir ve Süreya kararını verir Üvercinka ile ayrılık kararı alırken bir Ağustos günü şu satırlar dökülür dizelere:
“acıların adını, ağustos koymalılar…”
Söz konusu kızın Afrikalı olduğunu söyleyenler de vardır. Şiirde geçen sıkça Afrika geçse de bunun doğruluğunu asla bilemeyeceğiz.

5- Cahit Sıtkı Tarancı – Haydi Abbas Vakit Tamam

Bu güzel şiirin öyküsü:
Cahit sıtkı..Beşiktaşta lisede yatılı okurken..hafta sonları dışarı çıkılırdı..Akşam dışarı çıkanlar bir birlerine anlatırlardı..kimle buluştukları..ne yaptıkları..Ama Sevgili Cahit Sıtkının hİç anlatacağı kız arkadaşı veya sevgilisi yok..herkes anlatığında birde cahit sıtkı tarancıya sorarlardı..cahit sen ne yaptın..Bir gün akşam vakti Okula dönerken(Kabataş lisesi) Ünlü ŞAİR yolda düşmüş güzel bir bayanın fotografını bulur..Alır ve doğru beyoğluna gider..Oturur..kendi kendine bu güzel bayanın dilinden mektup yazar..fotografı da mektubun içine koyarak kendi kendine okula postalar..Bir iki gün sonra postacı geldiğinde Mektupları bırakırken bağırırlar CAHİT mektubun var..Cahit alır mektubu..yatakhanede açar..vakit akşamdır..Ve herkese yüksek sesle okur..Fotogarafıda arkadaşlarına gösterek mağrur bir şekilde hava atar.. Her ahfata bu mektup yazma işini devam ettirir..Cahit Sıtkı bu arada boş durmaz..o zaman bu kadar nufüsa sahip olmayan istanbulda bu kızı arar..Bulur..Kız Bir Albayın kızı ve evlenmiş çoluk çocuğa karışmıştır.Gün gelir Büyük Şair başka bir kızla evlenir..ama kendi kendine yarattığı bu büyük aşkı hiç unutmaz..Bir pazar günü evinde şair isyan edip bu şiiri yazar..Şairlerin yüreklerinde bazen böyle büyük aşklar saklanır..

6- Bedri Rahmi Eyüboğlu – Karadut

1949’da bir gün İstanbul Büyük Kulüpteki bir toplantıda, davetliler Bedri Rahmi Eyüboğlu’ndan bir şiir okumasını istediler. Eyüboğlu ayağa kalktı ve Karadut’u okumaya başladı.
Bedri Rahmi, şiiri okurken aniden gözlerinden yaşlar süzüldü. Salondaki herkes niye ağladığını anlamıştı, tabii herkesten çok, hemen yanı başındaki karısı Eren Eyüboğlu. Çünkü şiirde “kadınım – kısrağım – karımsın” dediği kadın, karısı değildi. Bu şiir’i 3 yıl önce, bir başka kadın için yazmıştı. Mari Gerekmezyan için.
“Kara saplı bıçak gibi” Mari, Bedri Rahmi’nin asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi’nin heykel bölümüne misafir öğrenci olarak gelmişti. O dönem askerliğini yapmakta olan şair – ressamın sinesine “kara saplı bir bıçak ” gibi saplanmıştı.
Mari, Bedri Rahmi’nin bir büstünü yapmıştı. Bedri Rahmi bu büstü, Mari’nin çeşit çeşit portresiyle ve ona yazılmış şiirlerle yanıtlamıştı. Artık aşklarından bütün İstanbul haberdardı. Bedri Rahmi sanatında tam bir patlama yaşıyor, Eren Eyüboğlu ise sabırla eşinin kendisine dönmesini bekliyordu.
Yorgun yürek “Karadut” 1946´da menenjit tüberküloz kaptı. İyileşebilmesi için antibiyotik lazımdı. Savaş yeni bitmişti ve ilaç ateş pahasıydı. Bedri Rahmi, genç sevgilisine ilaç alabilmek için tablolarını elden çıkarmaya başladı. Ancak bu çabalar da sonuç vermedi ve o yıl İstanbul Alman Hastanesi’nden Mari Gerekmezyan´in ölüm haberi geldi.
Bedri Rahmi yıkılmıştı. Sevgilisini sonsuzluğa uğurladı…