TRT’de yayınlanan ‘Siyah Beyaz’ adlı programa daldım… Belki de çocukluğumda seyrettiğim, amatör ruhla ama samimice yapılan izlencelerin tekrarı

TRT’de yayınlanan ‘Siyah Beyaz’ adlı programa daldım… Belki de çocukluğumda seyrettiğim, amatör ruhla ama samimice yapılan izlencelerin tekrarını ve ışıltısını arıyordum.



Yetmişlerin sonu olmalı… Sanatın tüm alanlarında üretkenliğin daha iyi ve yetkin olduğu zamanlar… Öyle deniyor.



Önce bas bariton bir ses çıktı sahneye... Yaşar Özel... 1939 doğumluymuş, yaşıyormuş, “Allah sağlıklı, uzun ömürler versin!” diye mırıldandım...



Özel, sahneyi doldurduktan ve sanatını vakur bir şekilde icra ettikten sonra Taner Şener göründü ekranda…



Beyefendi, insana arkadaş gelen ve acıklı bir adam vardı karşımda…



Bir müddet eserini dinledim, hüzünlendim, çocukluğumda yaptığım gibi, bilmediğim şeylerden acı çektim.



1941’de Ankara’da doğar Taner Şener... Sanat hayatına tiyatro ile başlar, 1950’de Ankara Radyosu Çocuk Saati Programları’nda sahne ile tanışır.



Sonraki yıllarda TRT Ankara Radyosu’nda çalışır ve otuz küsur yıl müzikle uğraşır, besteleri ve güfteleri vardır.



Kendisini tanımadığım ve şarkılarını dinlemediğim için daha fazla merak ettim, hakkında (internette) araştırma yaptım.



Her şey iyiydi, güzeldi de Taner Şener, 1993 yılında vefat etmişti. Zihnim, sanatçının 52’sinde, genç yaşta öldüğünü, muhakkak bir travma yaşamış olabileceğini bir yönüyle düşünürken, bunu tastikleyen korkunç, ağır bir haber çıktı karşıma.



6 Ağustos 1977 Cumartesi, 7 yaşındaki Sanem isimli kızını, Yalova’da bir deniz kazasında kaybetmişti Taner Şener.



Ne olduğu anlaşılamamıştı. Kimisi çocuğun girdiği tekne ters dönmüş diyor, kimisi de yüzdüğü yer derin gelmiş, boğulmuş çocuğun cansız bedenine ulaşılmış diye anlatıyor.



Solgun fotoğraflardan birisinde, güzel zamanlarında Şener, kızına ders çalıştırıyor ya da onun için bir şeyler yazıyordu.



Farklı bir resimde cenaze merasiminde, bitmiş tükenmişlikle yavrusunun tabutunun üstüne kapanmıştı. Başka bir yerde de, ağlayarak sala, yavrusunun minik bedenine omuz vermişti.



Ne muazzam bir sessiz çığlık… Kim bilir yüreği buna nasıl dayandı...



Taner Şener, bu müessif olay sonrasında müziğe ara vermişti, içine çekilmiş ve kızı Sanem’den 16 yıl sonra hayata gözlerini yummuştu.



Tıpkı Erzincan'da, askerde ölen oğlu Merve’nin acısına dayanamayan ve ondan üç buçuk ay sonra hayata veda eden Peyami Safa gibi…



Aşk-ı Memnu'nun yazarı Halid Ziya Uşaklıgil de dört çocuğundan üçünü kaybetmişti.



Araba Sevdası'nın yazarı Recaizade Mahmud Ekrem’in de, üç oğlundan ikisini yitirdiği söyleniyor.



Reşat Nuri Güntekin, tek oğlunu toprağa verdikten sonra, bir daha evlat sahibi olmak istemediğini söylemişti.



Ah şu insan hikâyeleri… İnsan hayatının kırılmaları… Kimin başına ne zaman hangi felaketin geleceği belli değil.



Yalnız, şuna inanmak mı lazım yoksa… İyiler, hüzünlüler, kadife sesliler fazla yaşamıyor. Bas baritonlar daha kanlı canlı ve kendinden emin…



Daha dün hatıralarıyla tanıştığım Taner Şener’e ve kızı Sanem'e, ayrıca adı geçen tüm yazarlara ve genç/çocuk yaşta vefat eden evlatlarına rahmet diliyorum. Mekânları cennet olsun…



Taner Şener; içine kapandığı, hayattan uzaklaştığı yıllarda, kızına, onun hatıralarına yukarıdaki satırları yazmıştı. Hatta bu şarkıyı, sonradan çıkardığı, kırık dökük bir albümünde okumuştu.



Sen geldiğin zaman mevsim ilkbahardı.
Bahar kadar yemyeşil ümitlerim vardı.
Simsiyah gözlerinde yıldızlar yanardı.
Bülbül sende ağlar gül sende solardı.



Şimdi sen gidiyorsun mevsim sonbahar.
Ruhumda acı bir yaprak dökümü var.
Bitti yaşama arzum bitti duygular.
Geride kalan ismin ve hatıralar.