Bugün sizlere okuduğum ve hafızamda yer bırakan çok güzel bir eseri tanıtmak istiyorum.   Peygamber Efendimiz ( sav )’den sonra İslamiyet

Bugün sizlere okuduğum ve hafızamda yer bırakan çok güzel bir eseri tanıtmak istiyorum.

 

Peygamber Efendimiz ( sav )’den sonra İslamiyet’le birlikte Cahiliye Devri son bulmuş, Efendimizin vefatından sonra gerek Dört Halife Dönemi gerekse bundan sonra da İslam Devletleri’nin hâkimiyetleri döneminde yeni kurulan adalet ve huzur düzeni hiçbir sekteye uğramadan devem etmiştir. Belirli dönemlerde ise adeta bu Adil Düzen tıpkı Efendimiz ( sav ) zamanında olduğu gibi hiç olmadığı kadar yükselmiş ve zirve dönemlerini yaşamıştır. Bunun en güzel örneğini biz açık ve net bir şekilde Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren görüyoruz. Kurulduğu günden itibaren iyiliği emredip kötülüğü defetmek için çalışan Osmanlı Devleti İstanbul’un Fethi ve Halifelik makamının payitahta gelmesi ile birlikte Adil Düzende zirveye ulaşmıştır. “ İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın. “ düsturu ile din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın dünya üzerinde mükemmel bir yönetim anlayışı benimseniştir. Müslümanca yaşamın şartı olarak gördükleri bu yaşam tarzında kimseyi zorlamamış adaletle yönetilen bir huzur ortamı tesis etmişlerdir. Kendi canlarından kanlarından vazgeçen Osmanlı Sultanları iyiliğin hâkim olduğu bu düzenin yıkılmasına asla müsaade etmemişlerdir.



Ancak bu düzenin kısa sürede Dünya üzerinde hâkim olması başta Avrupalı Barbar zihniyetin hiç işine gelmemişti. Bir tarafta akıl ve bilim doğrultusunda birçok adım atan Osmanlı Devleti diğer taraftan daha dünyayı tanımayan Kilise’nin yönlendirmeleri ile düşünmenin dahi suç olduğu barbar kavimler topluluğu olan Avrupa’nın bulunduğu bir Dünya’da Osmanlı Devleti’nin tesis ettiği, bugün dahi özlem duyulan bu düzen, Avrupa’nın Dünya’nın zenginlikleri ile tanışması ile en büyük düşman olarak görülmeye başlamıştı. Özellikle Coğrafi Keşifler ve Sanayi İnkılabı ile daha fazla ham madde ve Pazar arayışı içine giren Avrupalı Barbar kavimler kuracakları yeni emperyalist dünya düzeninin karşısında en büyük güç olarak Osmanlı Devleti tarafından tesis edilen bu adil dünya düzeninin görmekteydiler. İşte bu sebebin yanına Osmanlı Sultanının İslam Dünya’sının Halife’si unvanını da eklediğimizde aslında olayın iç yüzü de aydınlanmış oluyor. Avrupalı bu barbar kavimlerin hala günümüzde üzerinde oyunlar oynadıkları Müslüman toplumların “ birleştirici ve koruyucu gücü “ Osmanlı Sultanı yani İslam Halifesi onların kuracakları sömürü ve kargaşa düzenine asla müsaade etmeyecekti. Her ne kadar etrafını hainler sarmış olsa da her ne kadar İngilizler onun kudretini kırabilmek için milyonlarca altın harcasa da Halifenin gönderdiği bir selam her zaman Müslüman toplumları bütünleştirmek için yetmişti.



İşte başta bu sebeplerden dolayı daha 1900’lü yılların başında Osmanlı topraklarını kendi aralarında pay eden, Müslümanları nasıl katledeceklerinin planlarını yapan bu barbar kavimler 1914 yılında I. Dünya Harbi’nin çıkmasıyla emellerine ulaşmak için sözde savaş açtıkları Almanya’yı dahi unutup neredeyse kuvvetlerinin tamamıyla Osmanlı Devleti üzerine saldırmaya başladılar. Bir yandan sömürgelerine giden yolları kontrol altına almak bir yandan da yeni sömürgeler elde etmek için var güçleri ile saldırdılar. Akla hayale gelmeyecek insanlık dışı uygulamalarda bulundular, savaş hilelerinin neredeyse tamamını kullandılar, savaş hukukunu katlettiler ama netice itibarı ile şeref ve haysiyetleri beş paralık olmuş bir şekilde geri döndüler. Çünkü Müslümanların başında böyle bir güç olduğu sürece İngilizler ne kadar işgal etmiş olursa olsun bu topraklar elbet bir gün İngilizlerin elinden çıkacaktı. İşte bu sebepten dolayı önce bu toprakları koruyan ve gözeten emperyalist düzene karşı olan Osmanlı Halifesi yıkılacak ardından da bu topraklar üzerinde kurulan karmaşa ortamı ile yer altı ve yer üstü zenginlikleri sonsuza kadar rahat bir şekilde sömürülecek ve açık bir pazar haline getirilecekti... ( Bkz. Libya, Irak, Suriye )

 

Sonrası zaten kalemle kâğıda dökülemeyecek kadar acı günler… Anadolu toprakları bu sefer içerden kuşatıldı. Kendi yetiştirdikleri kuklaları ile bu topraklar üzerinde yaşayan insanlar önce katledildi… Ardından gönlündeki iman gücü ve inandıkları, onları ayakta tutan milli ve manevi değerlere saldırdılar. Bu değerler ortadan kalmadığı sürece bu millet her an tekrar ayağa kalkabilirdi. Bu milletin tekrar dirilişine engel olabilmek işin asırlarca uğraştılar ve hala uğraşmaya devam ediyorlar.

 

Peki, neydi bunun sebebi?

 

Saydığımız onca sebebin yanında elbette 1914 – 1918 yılları arasında artık yok oldu, bitti öldü dedikleri Osmanlı Devleti tarafından yedikleri Osmanlı tokatları da oldukça etkili olmuştur. Neredeyse Osmanlı Devleti ile savaştıkları her cephe de Osmanlı mücahitlerinin göğsündeki iman gücü, vatan ve millet sevdası karşısında adeta çılgına dönüyorlardı. Çünkü bu insanlar onların ölüm saçan makinelerinden korkmayan nadir milletlerden birisiydi. Herkesi parayla, silahla kandırıyor fakat bu asil milleti kesinlikle diz çöktüremiyorlardı. Bir süre bunu artık başardıklarını düşünseler de kesinlikle bu milleti değerlerinden uzaklaştıramamışlardı.

Özellikle I. Dünya Harbi içerisinde Çanakkale Cephesinde Dünyanın en güçlü donanmasını geri püskürten göğsündeki imanı ve vatan millet sevgisini bir defa daha ortaya koyan her köşesinde büyük destanlar yazan kahraman Mehmetçiğimiz tarafından ortaya koyulan zafer hala daha canlı bir şekilde bu milletin hafızasında yaşamaktadır. Ama onu dahi unutturmaya izlerini silmeye çalışmadılar mı? Hem de büyük bir gayretle bu işin yıllarca uğraştılar yeni nesil bu zaferden bu zaferin ortaya koyduğu ruhtan habersiz yetişsin istediler. Osmanlı Devleti I. Dünya Harbinde yenildi dediler, padişah vatana ihanet etti dediler, ülke zaten parçalanmıştı dediler hep bir şeyler dediler. Ancak başaramadılar, bundan sonra da başaramayacaklar.



İşte I. Dünya Harbi içinde diğer cephelerdeki destanların üzerinde bir destanın yazıldığı diğer bir yer ise Çanakkale’den hemen sonra Kut’ül Amare’dir. İngiliz tarihçi James Morris'in, "Britanya askeri tarihinin en aşağılık teslimi" diye tanımladığı bu zafer İngiliz Tarihinde hiçbir zaman unutulmadı ve unutulmayacakta. Ancak onlar bu zaferi kazanan kahramanların torunlarına bu zaferi unutturmak için sistematik olarak toplumumuz üzerinde oyunlar oynadılar. Generallerine kadar esir alınan ve beş aya yakın muhasara altında kalan ve kendi devletinden yardım alamayan böyle bir İngiliz Birliğinin varlığı onur kırıcı aşağılık bir durumdu onlara göre. Aynı zamanda artık yok hükmünde gördükleri Osmanlı Devleti’nin böyle bir zaferi kazanması onların açıklayabileceği bir durum değildi. Çünkü bu ne sayı ne silah üstünlüğü ile açıklanamazdı. Bu yüzden bu zafer bir şekilde ortadan kaldırılmalıydı. Yoksa bu ruh İngiliz oyunlarının deşifre olması için yetecekti.

 

Şeref Yumurtacının kaleme aldığı İngilizlerin Gizlediği Zafer Kut’ül Amare eseri emperyalist güçlerin yıllarca sakladığı ve yok saydığı şanlı bir zaferin nasıl ve hangi şartlarda kazanıldığını ve savaştan sonra neler yaşandığını açık ve net bir şekilde anlatmaktadır.