Değerli okurlar merhaba, Yaşadığımız coğrafyada, aziz medeniyet temsili İstanbul’umuz var olduğu süre boyunca farklı di

Değerli okurlar merhaba,

Yaşadığımız coğrafyada, aziz medeniyet temsili İstanbul’umuz var olduğu süre boyunca farklı dinlere, milletlere, imparatorluklara ev sahipliği yapmıştır. Her köşesi, her bölgesi size farklı duygular farklı mesajlar verir. Hele ki Balat. Orası bambaşka bir destansı bir yerdir. Tarih sahnesi içinde hep kendi farkını hissettirmiştir. Ben de Balat’ta bulunmayı, dolaşmayı hiçbir işim olmasa bile orada bulunmayı çok seviyorum. Dün akşama doğru bir saatlerde Balat sahilinden giderken uzun süredir restorasyondan olan Bulgar kilisesi gözüme çarptı. Restorasyonu aylar öncesinden tamamlanmıştı fakat ben henüz gitmeye fırsat bulamamıştım. Ben de daha fazla ertelemek istemedim. Hemen araçtan inip bu tarihi ve geçmişi olan yapıyı ziyaret etmenin mutluluğuyla içeri doğru hızlı adımlarla girdim. İçeride uzun bir süre kaldım. Hatta ben çıkayım diye görevliler ışıkları bile kapatmıştı. Ama ne yapabilirdim ki her köşesini her ayrıntısını incelemek istiyordum. Ben de bu yapı hakkında ve kilisenin tarihi geçmişi hakkında bilgi ve ayrıntı toparladım. Ben bu araştırmayı yaparken
Nurten Bengi Aksoy’un da insanları bu kiliseyi ziyaret etmek hususunda şevklendirici ve bilgilendirici yazısına rastladım. Onu da sizinle paylaşmak istiyorum. Fatih’te, Balat’la Fener arasında Haliç kıyısında yer alan bu demir kiliseyi ziyaret etmek için geç kalmayın. Yedi yıllık bekleme süresi sona erdi !



Adeta birer mezar taşı gibi yükselen beton yığınlarının, bilmem kaç yıldızlı alışveriş merkezlerinin ve gökdelenlerin semalarını kapladığı, dünyanın en güzel şehirlerinden biri olan mahzun İstanbul’un bir köşesinde kalmış mücevherlerinden biridir Sveti Stefan Kilisesi. Haliç’in mavi sularının kıyısında, Ortodoks Bulgar Cemaati tarafından 120 yıl önce inşa edilmiş olan, Nam-ı diğer Demir Kilise “Hoşgörü bizim geleneğimizde var” sloganıyla uzun bir restorasyon sürecinden sonra yeniden açıldı. Biz de İstanbul’un incilerinden olan bu zarif kiliseyi, yapılış öyküsünü anlatarak tanıtalım istedik.

 



Bir rivayet

Rivayete göre, İstanbul’da yaşayan Bulgarlar 19. yüzyılda Rum Patrikhanesinden ayrılarak kendileri için bağımsız bir kilise yaptırmak isterler. Zamanın Osmanlı padişahına isteklerini arz ederler. Fakat Sultan Abdülaziz, Bulgarların Fener Patrikhanesi’nden bağımsız bir kilise yapmalarını istemez. Bulgarların isteklerini doğrudan reddetmemek için de “Kilise inşaatını üç ay içinde bitirmek koşuluyla izin veririm” der.


Verilen ve tutulan söz

Çünkü böyle bir inşaatın o dönemin koşullarında üç ayda bitirilmesi mümkün değildir. Bunun üzerine Bulgarlar kiliseyi, Viyana’da demirden döktürüp, sonra da Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden taşıyarak Haliç’in kıyısına üç ay içinde kurarlar. Kilisenin söz verildiği sürede bittiğini gören Sultan Abdülaziz de verdiği sözü tutmak zorunda kalır. Dilden dile anlatılarak günümüze gelen ve ilgi uyandıran bu rivayetle ilgili yazılı bir belge olmadığı gibi, böyle bir kilisenin üç ay gibi kısa bir sürede inşa edilmesi de mümkün olmadığına göre gerçek hikayeyi anlatalım.



Patrikhaneden ayrılma kararı

O dönemde İstanbul’daki Ortodoks kiliselerinde Rumca ayin yapılmaktadır. Bu nedenle İstanbullu Bulgarlar kendi dillerinde ayin yapabilmek için Fener Rum Patrikhanesi’nden bağımsız bir kilise kurmak isteseler de Patrikhane Bulgarların bu isteğine karşı çıkar. Ancak dönem Panislavizm dönemidir ve Rusya’yı arkasına alan genç Bulgar devleti, Osmanlı üzerinde bir güç gösterisi yapmayı arzulamaktadır.



Bâb-ı Âli’den alınan izin

1849’da Osmanlıdaki Bulgar cemaatinin ileri gelenlerinden ve o dönemde milletvekili olan Stefan Vogoridis, Bâb-ı Âli’den bir kilise yapılması için izin alır. Kilisenin yapımı için de ikisi kagir, biri ahşap üç bina ve geniş bir avlusu olan 25 odalı evini hibe eder.



İlk ahşap Bulgar kilisesi

Böylece 1850 de Bulgar Eksarhlığı (önderliği) açılır. Eksarhlığın tam karşına da ahşap bir kilise yapılır ve kiliseye bağışçının adına ithafen Sveti (Aziz) Stefan adı verilir. Bulgarlar on yıl sonra artık Fener Rum Patriğini dini önder olarak kabul etmeyeceklerini deklare ederler. Bunun üzerin Fener Rum patriği 1872’de Bulgarları aforoz eder. Bulgarlar da ahşap kilisenin yerine daha büyük ve gösterişli bir kilise yapma iznini Osmanlıdan alırlar.



Her şeyi demirden yapılan kilise

İzni alan Bulgarlar bu kilisenin inşası için bir proje yarışması açarlar. Yarışmayı Ermeni mimar Hovsep Aznavur, ihaleyi de Avusturyalı Rudolf Waagner Şirketi kazanır. Kilisenin inşası 1,5 yıl sürer. Kilisenin bütün dış cephesi, yan duvarları, pencere kenarları, merdivenleri, kabartmaları, çan kulesi neredeyse hemen her şey demirdendir, bu yüzden kilise Demir Kilise olarak da ünlenir.



Patrikhane kiliseyi tanır

Kilisenin yeri denize çok yakın olduğu için kilise, aşınmaya karşı beton yerine tamamen demirden yapılır. Önce deneme amaçlı Waagner şirketinin bahçesinde prefabrik olarak kurulur. Sonra parçalar Tuna Nehri ve Karadeniz üzerinden İstanbul’a taşınır. 1898’de de Sveti Stefan Kilisesi açılır. Patrikhane de 1945’te Demir Kilise’yi tanımayı kabul eder.



Çanlar Rusya’dan

Neo-gotik ve Neo-barok stilde inşa edilen kilisenin sadece mihrap kısmı ağaçtan yapılır ve altın kaplanır. Kilisenin ikonaları için Moskovalı bir fabrikatör ile sözleşme imzalanır ve ressam Lebedev de bu ikonaları resmeder. Kilisenin kulesinde bulunan ve en büyüğü 400 kilo civarında olan altı çan ise Rusya’da dökülür.



Denize çakılan kazıklar

500 ton ağırlığında olan kilisenin malzemesi ufak gemilerle İstanbul’a getirilir. Brezilya’da yetişen ve suyun içinde yaşayan ağaçlardan yapılmış 325 kazık Haliç’e çakılır. Komple demirden oluşan parçalar, vidalarla denizin üzerindeki ağaçların üzerine monte edilerek 1898’de kilise ibadete açılır.



Restorasyon ve kurtarma çalışmaları

Denizin üzerinde olması nedeniyle zaman içinde yapıda korozyon oluşur ve demir erimeye başlar. Haliç’in çevresi düzenlenirken, kilisenin önüne yapılan yol nedeniyle kilisenin üzerine monte edildiği ve su ile yaşayan ağaçlar su alamadığından zeminde çamurlaşma oluşur. Kilise denize doğru kaymaya başlar. Bunun üzerine 2006 yılında kilisenin çevresine 330 beton kazık çakılarak kilisenin denize kayması önlenir.



Dünyadaki tek örnek

Zamanında tüm dünyada sadece 2 adet olan demir kiliselerden diğeri zamanla yok olunca Balat’taki Sveti Stefan Kilisesi dünyadaki tek demir kilise olarak kalır. Üç kubbeli ve haç şeklinde olan kilise, dış süslemelerinin zenginliği ile de dikkatleri üzerine çeker. Mihrabı Haliç’e dönüktür. Çan kulesi giriş kapısının üzerinde ve 40 metre yüksekliğindedir. 9 yıldır restorasyon nedeniyle kapalı olan Demir Kilise 7. Ocak 2018’de yeniden ibadete ve ziyarete açıldı. Yolunuz Haliç taraflarına düşerse bu ilginç ve güzel kiliseyi görmenizi tavsiye ederiz.