Bir tarihçi olarak Osmanlı ile hususların son yıllarda her zamankinden daha çok gündemde olmasını çok normal karşılıyorum. 623 yıl tarih sahnesinde

Bir tarihçi olarak Osmanlı ile hususların son yıllarda her zamankinden daha çok gündemde olmasını çok normal karşılıyorum. 623 yıl tarih sahnesinde kalan, dünyanın en uzun soluklu devletlerinden biri olan Osmanlı İmparatorluğu’nun devamı bir devletin insanlarıyız. Dolayısıyla böyle müthiş bir geçmişe sahip kişiler olarak Osmanlı’dan hiç bahsetmemek zaten çok garip bir tutum olurdu.
Bu meyanda son zamanlarda, konusu tarihi şahsiyetler olan çok sayıda dizi, televizyonlarda boy göstermektedir. Bunlardan en şöhretlisi şüphesiz, 2011-2014 arasındaki 3,5 sene boyunca 139 bölüm olarak yayınlanan Muhteşem Yüzyıl dizisiydi. Malumunuz bu dizi hakkında çok yazıldı, çizildi ve konuşuldu. Şimdi TRT1’de 5. bölümü yayınlanan Payitaht: Abdülhamid dizisi ile ilgili de benzer tenkitler yapılmaya başlandı.
Bu tür “tarih-kurgu” türü dizilere yöneltilen tenkitler daha çok, dizide canlandırılan olayların ve tarihi şahsiyetlerin davranışlarının tarihî gerçeklere uymaması noktasında yoğunlaşmaktadır. Payitaht: Abdülhamid dizisinin senaristi geçen hafta bu tür tenkitlere bir cevap olarak: “Biz bir dizi yapıyoruz. Dolayısıyla işin temel unsuru kurgudur. Hakikatler mantıklı olmayabilir ama kurgu mantıklıdır. Biz mantık silsilesi içinde bir drama yapıyoruz.” dedi. Dedi demesine de insanımızın Muhteşem Yüzyıl dizisinden etkilenerek Kanuni Sultan Süleyman’ın türbesini ziyaret ettikten sonra hemen karşısında yatan hanımı Hürrem Sultan’ın türbesinden kaçarcasına uzaklaştıklarına, Şehzade Mustafa’nın öldürüldüğü bölümden sonra bir vatandaşın Kanunî hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunduğuna şahit olduğumuzu unutmayalım. Siz ne kadar bu bir kurgudur, filmdir, bazı hususlar hayal ürünüdür deseniz de bunlar, dizide canlandırılan tarihi şahsiyetlerin üzerine haksız bir şekilde yapışıp kalmaktadır.
Biz şimdi daha yeni başlayan bir diziyi tenkit etmek yerine 3 sene evvel biten Muhteşem Yüzyıl dizisinde, hayatı genelde Topkapı Sarayı’nda, Harem’de geçmiş gibi gösterilen Kanunî Sultan Süleyman hakkındaki tarihî gerçeğin böyle olup olmadığına bir bakalım.
Kanunî Sultan Süleyman Han babası Yavuz Sultan Selim Han’ın vefatı üzerine 1520 yılında padişah oldu. Bu sırada 25 yaşındaydı. Babasından üç kıtaya yayılmış 6.557.000 kilometrekarelik bir ülke devralmıştı. Vefatında ise oğluna 14.893.000 kilometrekare toprak devretti. Kanuni devrinde fethedilip de vefat ettiği 1566 yılına kadar elde tutulamayan 1.000.000 kilometrekare toprak bu hesabın dışındadır.
Kanunî Sultan Süleyman Han’ın 46 yıllık saltanatı büyük ölçüde seferlerde geçti. Sadrazamlarının, kapdan-ı deryalarının ve diğer serdar-ı ekremlerinin gerçekleştirdiği seferler dışında padişahın bizzat ordunun başında olduğu seferlere “sefer-i hümayun” denir. Kanunî’nin 13 adet sefer-i hümayununu şöyle bir hatırlayalım:
1. Sefer-i hümayun Belgrad (1521): 5 ay, 2 gün sürdü. 19 Ekim 1521’de İstanbul’a döndü.
2. Sefer-i hümayun Rodos (1522-1523): 7 ay, 12 gün sürdü. Padişah 29 Ocak 1523 günü İstanbul’ döndü.
3. Sefer-i hümayun Mohaç (1526): 6 ay, 20 gün sürdü. Padişah “Macaristan Fatihi” olarak 13 Kasım 1526’da İstanbul’a döndü.
4. Sefer-i hümayun Viyana (1529): 7 ay, 7 gün sürdü. Hakan 16 Aralık 1529’da İstanbul’a döndü.
5. Sefer-i hümayun Almanya (1532): 6 ay, 26 gün sürdü. 21 Kasım 1532’de İstanbul’a döndü.
6. Sefer-i hümayun İran (1533-1535): 1 yıl, 6 ay, 27 gün sürdü. Padişah “Bağdat Fatihi” sıfatıyla 8 Ocak 1536’da İstanbul’a döndü.
7. Sefer-i hümayun İtalya (1537): 6 ay, 6 gün süren bu seferden 22 Kasım 1537 günü İstanbul’a döndü.
8. Sefer-i hümayun Boğdan (1538): 4 ay, 20 gün süren en kısa seferinden 27 Kasım 1538’de İstanbul’a döndü.
9. Sefer-i hümayun Budin (1541): 5 ay, 7 gün sürdü. Padişah 27 Kasım 1541’de İstanbul’a döndü.
10. Sefer-i hümayun Estergon (1543): 6 ay, 23 gün sürdü. 16 Kasım 1543 günü İstanbul’a döndü.
11. Sefer-i hümayun İran (1548-1549): 1 yıl, 8 ay, 23 gün sürdü. 21 Aralık 1549’da İstanbul’a döndü.
12. Sefer-i hümayun İran (1553-1555): 1 yıl, 11 ay, 3 gün sürdü. Padişah 1 Ağustos 1555’de İstanbul’a döndü.
13. Sefer-i hümayun Zigetvar (1566): Padişah İstanbul’dan ayrıldıktan 4 ay, 6 gün sonra, 7 Eylül 1566 günü harp meydanında vefat etti.
Bu süreleri toplarsanız Padişah’ın, 10 yıldan daha fazla bir süreyi bizzat ordunun başında ve İstanbul dışında, seferde geçirdiği anlaşılır. Her birine yüz binlerce askerin sevk edildiği bu seferlerin, aylarca önce başlayan hazırlık safhalarının da bulunduğu unutulmamalıdır.
Devrinde Osmanlı Devleti tereddütsüz dünyanın birinci devletidir. Onun ihtişamında bir hükümdarı, dünya tarihçilerinin de ittifakıyla değil Türk tarihi, henüz cihan tarihi de kaydetmemiştir.
Saltanatının 10 yıldan fazlasını İstanbul dışında bizzat seferlerde geçirmiş bu padişah, aynı zamanda şair, hattat ve kuyumcu idi. Divanında diğer manzumelerin yanında 2799 adet gazel vardır. Koca bir ülkeyi yönetmek gibi yoğun bir çalışma içinde olmasına rağmen şair Zatî’den sonra en çok gazel yazma rekoru, Muhibbî mahlasıyla yazan bu padişaha aittir. Farsça divanındakilerle birlikte yazdığı şiirler 16.000 beyite ulaşmaktadır.
Kayıtlarda 3’ü şehzadeliğinde, biri de padişah olduğu yıl Hürrem Sultan ile olmak üzere 4 evlilik yaptığı yazılıdır. Bir cihan padişahı ile hangi kadın evlenmek istemezdi, hangi kral veya kraliçe kızını ona vermek istemezdi?
Ama günümüzde tarih bilincinden yoksun pek çok insan, Kanunî’yi ve diğer padişahları da kendi gibi sanmakta, elinde böyle bir güç olan kişinin özellikle evlilik konusunda neler yapabileceğini, onun yerine kendini koyarak hayal etmektedir.
Deniliyor ki “Efendim, Kanunî bu kadar büyük bir padişah bile olsa neden insanlık zaafları olmasın, neden onlar bir dizide dile getirilmesin, bunun ne mahzuru var?” İşte “fasid kıyas” diye buna denir. Onlarca diziye, filmlere konu olabilecek bu kadar başarısı ve meziyetleri ortada dururken, neden bu cihan padişahına “şehvet düşkünü” dedirtecek öğeler öne çıkarılsın? Hem de detaylarla ilgili hiçbir belge ortada yokken. Genelde rating uğruna başvurulan bu tür saptırmalar, yeni yetişen neslimize rol model olarak gösterdiğimiz bu kıymetli tarihî değerlerimiz hakkında yanlış kanaatlerin yerleşmesine sebep olmaktadır. Senaristlerimizin böyle olumsuz ve veballi sonuçlara sebebiyet vermekten çok sakınmaları gerektiği kanaatindeyim.