5 ay sonra... “Geldik sayılır sevdiğim,” dedi Baran. “Evet aynı mekan yine, o anlattığım taverna.” Ragıp dikiz aynasından sırıtarak “Kızl

5 ay sonra...
“Geldik sayılır sevdiğim,” dedi Baran. “Evet aynı mekan yine, o anlattığım taverna.” Ragıp dikiz aynasından sırıtarak “Kızlar başlamışlar Baran, nerede kaldınız diyorlar!” diye girdi araya.
Ses karşı tarafa gitmesin diye telefonu eliyle kapatıp gülümseyerek “Ragıp abi başlarım şimdi.” dedi Baran kısık sesle. “Ya hayatım bilmiyor musun işte Ragıp abi ve boş muhabbetleri. İkimiz olacağız sadece,” yüzünü buruşturup devam etti “senin de sınav haftan Allah kolaylık versin sevdiğim, işin zor. Yazarım ben sana... tamam.”
“Oğlum neden demedin kıza seni seviyorum diye?”
“Seni seviyorum dediğim zaman eksik kalıyor sanki,” camdan dışarı düşünceli gözlerle bakarak “ ne bileyim yani onu ne kadar sevdiğimi anlatabileyim diye Türkçe’ye yeni kelimeler girmesi gerekiyor gibi hissediyorum.” Ragıp elini direksiyona vurarak, “Vaay bu akşam sırf bu cümle için içerim bak! Bir zamanlar bende böyleydim yengene karşı, senin yine diksiyonun iyi, kızı etkiliyorsundur normal konuşurken de hani ses tonun falan, böyle yayarak konuşuyorsun ya bazen,” hatalı sollama yapan birine sinirle selektör yapıp devam etti “ben odun gibiydim odun! Sevdiğimi normal yollardan bile anlatamazdım, bırak fazladan kelimeyi.”
Kızılımsı kahverengi olan sakalını kaşıyıp gülümsedi Baran “İtalyan takımlarını saymazsak hala odunsun zaten, bu arada Yavuz Dayı'ya kaçta geleceğiz dedin, trafik berbat baksana?”
Yavuz Dayı, Baran ile Ragıp'ın sık sık gittiği bir restoranın sahibiydi. Mundanya’da denize nazır küçük sevimli bir yerdi burası. Balıkları taze, mezeleri leziz olurdu. Hele bir de “Melicana” dediği patlıcanlı bir mezesi vardı ki, bazı müşterileri sırf o meze için gelirlerdi yemeğe. Hafta sonları Yavuz dayı bizzat buzuki çalar, konuklarını eğlendirirdi. Aslen Giritli olan Yavuz Dayı, alışılagelmiş rakı-balık mekanlarından farklı olarak Yunan tavernası niteliğinde işletiyordu dükkanını. Bu yüzden mavi örtülü masaları hiç boş kalmazdı.
Bol küfürlü, yoğun bir trafikten sonra Yavuz Dayı'nın onlara ayırdığı yere park etti Ragıp arabayı. Kapağı açar açmaz ciğerlerine dolan deniz kokusuyla bir 'of' çekti Baran uçuşan saçlarını düzeltip,
“Ragıp abi, içilir bu akşam be!” dedi. Sabırsız el hareketleriyle sigarasını yakan Ragıp,
“Hem de ne!” diye alaycı bir tavırla cevap verdi. İnternette dolaşan komik bir videonun repliğiydi bu, ona gönderme yapmıştı. Videoyu hatırlayan Baran gülümsedi. Geldiklerini gören Yavuz Dayı, kapıda bekliyordu değerli konuklarını.
“Hemşerilerim gelmiş!” eliyle cam kenarındaki masayı işaret ederek “buyurun...” dedi. Baran’ın sırtını sıvazlayıp “Nasılsın yakışıklı oğlum benim?” diye sordu.
“Bir yaramazlık yok dayı, sen nasılsın?”
“Bildiğin gibi oğlum,” deyip Ragıp'a çevirdi gözlerini.
Aynı anda eşiyle telefonda görüşen Ragıp, başını öne eğerek samimi bir selamla katılmış oldu hal hatır sorma faslına. İki elini kavuşturarak sordu tavernacı.
“Karidesleri atalı beş dakika oldu, gecikeceğinizi anladım. Balıklar çok taze yine,” gözlerini Baran'a çevirip “Şimdi önden mezeleri gönderiyorum hemen, Melican'ı bol istiyoruz değil mi ?”
“Evet dayıcığım,” dedi Baran “Her zamanki gibi.”
“Tamamdır,” sağ elini, telaşla masalar arasında koşuşturmakta olan garsona savurdu Yavuz Dayı “Tekirdağ yaş üzüm getir oğlum buraya!”
Garson ivedi bir şekilde gelip bardakları itina ile doldurdu. Tavernacı rahat bir edayla “Hadi afiyet olsun gençler, mezeleri hemen gönderiyorum.” deyip ayrıldı masanın başından. Dakikalar içinde masanın üzeri mezeler ile dolmuştu. Baran iki parmağıyla tuttuğu ince bardağı Ragıp'a doğru uzatıp “Ölü gelinlere içelim Ragıp abi!” dedi.
Kaşlarını anlamaya çalışır gibi çatan Ragıp “Tövbe estağfurullah, ne ölü gelini oğlum ne diyorsun ya!” Bardağından sağlam bir yudum alan Baran yüzünü ekşitti "Bir şiirde okumuştum. Ayrıldığı sevgilisinden 'ölü gelin' diye söz ediyordu.”
Ragıp elindeki sigarayla daireler çizerek, “Aşkın başındasın daha, sırf bir şiirden etkilendin diye ayrılığa kadeh kaldırılmaz, bilmiyorsun sen bu işleri,” bardağı ve sigarayı aynı elinde havaya kaldırıp “Zekeriya Baba'ya içelim!” dedi. “Aynen abi” deyip tokuşturdu kadehini Baran. Yunan şarkılarının hoş tınılarıyla karışık kahkaha sesleri geliyordu masalardan. Ragıp bir türlü alışamamıştı bu müziklere, ne zaman sarhoş olmaya başlasa “Müzikler hakkaten güzel, rakıyla da çok iyi gidiyor tamam ama aralara bir iki Müslüm baba serpiştirsek...”tarzında serzenişlerde bulunurdu. Restoranda kadın ve erkek nüfusu eşit olurdu genelde. Bu yüzden arabesk ağırlıklı çalınmaması doğru bir karardı aslında. Her akşam olduğu gibi gecenin ilerleyen saatlerine doğru tüm misafirler iyiden iyiye coşmuştu. Birkaç masa tamamen kalkmış gülücükler saçarak dans ediyordu, Ragıp kızarmış olan yanaklarıyla keyifle gülümseyip el çırparak eşlik ediyordu onlara.


Haftaya devam edecek...