1914 Haziran’ının 28’inde, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliaht prensi Ferdinand’ın, eşi Sophie ile birlikte Saraybosna’da katledilmes

1914 Haziran’ının 28’inde, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliaht prensi Ferdinand’ın, eşi Sophie ile birlikte Saraybosna’da katledilmesi Birinci Dünya Savaşı’nın patlamasına bahane teşkil etti. 28 Temmuz 1914’te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Sırbistan’a karşı savaş ilan ederek ertesi gün Belgrad’ı topçu ateşine tutmasıyla Harb-i Umumi başlamış oldu. Bu korkunç savaşa pek çok ülke müdahil olsa da esas olarak İngiltere, Fransa ve Rusya üçlü ittifakı ile Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlı Devleti karşı karşıya geldiler. Pek çok tarihçiye göre Osmanlı Devleti’nin bu savaşa girmesi için güçlü bir sebep yoktu. Ne yazık ki bu kadim ve koca devlet, o zaman iktidarda olan İttihat ve Terakki üyesi genç ve ihtiraslı devlet adamlarının, dünya gerçeklerine uymayan emellerinin kurbanı oldu.
İtalyan ve Balkan Savaşlarına katılması sebebiyle üçer yıl kıdem verilerek 32 yaşında bir yarbayken 1913 Aralık ayında albaylığa, 1914 Ocak ayında da tuğgeneralliğe terfi ettirilen Enver Paşa, aynı gün mevcut nazır istifa ettirilerek Harbiye nazırlığına getirilmişti. Hemen akabinde Padişah’ın kardeşinin kızı Emine Naciye Sultan’la evlenen Paşa, konumunu daha da güçlendirmişti. 1915 Nisan’ında Harbiye nazırlığına ilaveten Başkumandan vekilliğini de üstlenmiş, aynı yıl Eylül ayında korgeneralliğe yükseltilmişti. Harbiye nazırı olur olmaz, Bahriye nazırı Cemal Paşa ile birlikte orduyu gençleştirmek bahanesiyle, 1200 kadar tecrübeli Osmanlı general ve subayını emekli etmişti. Onların yerine de bolca Alman general ve subayını danışman sıfatıyla Osmanlı ordusunda görevlendirmişti.
HARBE GİRMEK İÇİN ISRAR EDİLİYOR
11 Ağustos 1914’te İngiliz takibinden kaçan Goeben ve Breslau isimli Alman zırhlılarının Çanakkale Boğazı’ndan girmesine Enver Paşa tarafından izin verildi. O sırada tarafsız kaldığını bildiren Osmanlı Devleti’nin, bu savaş gemilerinin bir an önce sularımızı terk etmelerini istemesi veya gemileri silahlarından arındırması gerekirken bunların hiçbiri yapılmamıştı. Aksine bu gemiler Almanlardan satın alınmış gibi gösterilerek Yavuz ve Midilli isimleri verilmişti. Gemilere Osmanlı bayrağı çekilmiş, Alman personele de fes giydirilmişti.
Tam o sırada Osmanlı Donanma komutanlığına tayin edilen Alman amirali Wilhelm Souchon bu gemilerin de dâhil olduğu 11 parçalık donanmayla Karadeniz’e açıldı. İnkâr etseler de Enver, Cemal ve Talat Paşaların bilgisi dâhilinde 29 Ekim 1914 günü Rus donanması ve Rus sahillerine ateş açılarak devlet fiilen harbe sokuldu.
BATI BASINI ZİL TAKIP OYNUYOR
Osmanlı Devleti’nin harbe girmesi ile birlikte başta İngiliz basını olmak üzere Osmanlı’ya olan hınçlarını gazetelerinde açıkça yazıyor ve iki hafta içinde İstanbul’u ele geçireceklerini iddia ediyorlardı. İngiliz savaş muhabiri Ellis Ashmead Bartlett, Sunday Times gazetesinde şunları yazıyordu:
“İlk İngiliz harp gemisi Çanakkale Boğazı’ndan geçtiği anda Avrupa’da Türk devletinden iz kalamayacaktır. Son Haçlı Seferlerinden beri ilk defadır ki Batı, Doğu’ya yönelmiş bulunuyor. Hıristiyanlık âlemi, Fatih Sultan Mehmed’in 29 Mayıs 1453 uğursuz tarihinde Bizans İmparatorluğu’na indirmiş olduğu şiddetli darbenin öcünü almak için toptan harekete geçmiş bulunuyor. Birkaç hafta içinde kanlı savaşlarla karşılaşacağız. Bu öyle bir savaş olacaktır ki, neticesinde Ayasofya ya Hıristiyan âleminin eline geçecek ya da Hilal, üstleri başları kanlara boyanmış Yeniçeri askerinin İstanbul’a muzaffer olarak girdiği günden daha çok şan ve şerefle yaşayacaktır.
Diğer savaş meydanlarından alınıp buraya yığılan gemiler sanki bir tek amaç için, belki de Hristiyanlık âleminin Türklere karşı yapabileceği son Haçlı seferi içindir. Hâlbuki, bu sonuncusu ve en büyüğü olan Haçlı seferi, bir zamanlar Viyana kapılarından Kudüs’e kadar uzanan Osmanlı İmparatorluğu’nun her bir köşesinde kemikleri dağılıp kalmış Orta Çağ şövalyelerinin ve Ayasofya’nın öcünü alacaktır.”
İstanbul’daki azınlıklar evlerine boy boy İngiliz ve Yunan bayrakları dikiyor, eğlence için içkiler depolanıyor, İstanbul’a gelecek yabancı komutanları ağırlamak için yer tahsisi yapılıyordu. Ayrıca İstanbul’u işgal edecek Haçlı birliklerinin geçit töreni yapacakları İstiklal Caddesi’nin hemen bütün dükkanları, bu geçit törenini rahatça izlemek isteyen azınlıklar tarafından kiralanmıştı.
Avrupalılar artık Osmanlı’nın sonunun geldiğini düşünüyorlar ve Osmanlı topraklarını daha harp sona ermeden kendi aralarında paylaşıyorlardı. Ancak gelişen olaylar onların bu hayallerinin gerçekleşmeyeceğini gösterecek ve Çanakkale’de hiç beklemedikleri bir mağlubiyetle karşılaşacaklardı.
18 MART 1915 SAVAŞI
Zırhlıların yanında diğer yardımcı gemilerden meydana gelen yaklaşık yüz parçalık birleşik düşman donanması kesin sonuç almakta kararlıydı. Saldırı planını zırhlıların üzerine kurmuş ve üç dalga halinde şöyle düzenlemişti:
Birinci hatta, Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson ve Inflexible isimli modern İngiliz zırhlıları yer almakta, bu hattın sağ ve sol gerilerinde de Prince George ile Triumph isimli eski İngiliz zırhlıları bulunmaktaydı.
İkinci hatta, Gaulois, Charlemagne, Bouvet ve Suffren isimli dört Fransız zırhlısı, bu hattın sağ ve sol gerilerinde Majestic ve Swiftsure isimli eski İngiliz zırhlıları bulunmaktaydı.
Üçüncü hatta eski İngiliz zırhlıları Vengeance, Irresistible, Albion, Ocean, Cornwallis ve Canopus yer alıyordu
Düşman donanması saat 10.00 itibariyle Boğaz’a girmeye başladı. Türk savunma planına göre gemiler topçuların menziline girinceye kadar pusuda beklenecek ve menzil içine girer girmez baskın tarzında ateş açılacaktı. Türk topçusunun hedefini şaşmayan ilk mermileri Agamemnon zırhlısını vurmuş, Inflexible zırhlısının komuta köprüsünde yangın çıkmıştı. Bu arada Fransız Gaulois zırhlısı ağır yara alarak savaşamaz hale gelmiş, Bouvet zırhlısı da aldığı tam isabetle ağır şekilde yaralanmış ve batmıştı. Batan Bouvet zırhlısının imdadına koşan Suffren de ağır yara almıştı. Irresistible ve onu takiben Ocean zırhlıları mayınlara çarparak batmışlardı.
Saat 17:10’a gelindiğinde birleşik düşman donanmasının kumandanı Amiral Sir John Michael de Robeck artık yapacak bir şeyin kalmadığını görerek çekilme emrini veriyordu.
TADINI ÇIKARAMADIK
Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın ülkeyi 30 sene boyunca savaştan uzak tutarak eğitim ve öğretime ağırlık verdiği ve bütün imparatorluk şehirlerimizde açtığı okullarda yetiştirdiği genç neslin bir ekin gibi biçildiği Çanakkale Savaşı’nın deniz ve kara safhaları, eğitimli insan kaynağımızın büyük ölçüde yok olmasına sebep oldu. Lise talebelerinin bile cepheye sevk edildiği bu harbe “Yedek subay harbi” de denmektedir. Şehit, yaralı, sakat ve kayıplarla zayiatımız 250 bini bulmuştu. Bu ağır insan zayiatımız sebebiyle, 18 Mart 1915 günü en şiddetli çarpışmaların yaşanarak güçlü düşman donanmasına ağır kayıpların verdirildiği bu son deniz zaferimizin tadını, Türk milleti olarak ne yazık ki çıkaramadık. Sonraki yıllarda harbi kaybeden müttefiklerimizle birlikte biz de mağlup sayıldık. Çanakkale’de emellerine ulaşamayan düşmanlarımız imparatorluğumuzu parçaladılar.
8 Ekim 1918’de Talat Paşa kabinesi, Harbiye nazırı Enver Paşa ve Bahriye nazırı Cemal Paşa da dâhil olmak üzere istifa etti. 30 Ekim 1918’de galip devletlerle Mondros Mütarekesi’ni imzaladık. 1 Kasım’da İttihat ve Terakki Partisi kendini feshetti. O gece Talat, Enver ve Cemal Paşalar ve diğer bazı İttihatçılar, bir Alman denizaltısıyla yurt dışına kaçtılar. Hemen akabinde 13 Kasım 1918’de payitaht İstanbul işgal edildi. İşgal beş sene sürdü. İstanbul halkı ve bütün ülke çok acı çekti.
Bugün ülkemizdeki hemen her ailenin geçmişinde bir Çanakkale şehidi veya gazisi vardır. Bu şehitlerden biri de rahmetli anneannemin babası Mustafa Efendi’dir. Onun ve bütün mübarek şehitlerimizin ruhu şad olsun. Cenabı Hak şefaatlerine nail etsin. Onlara layık torunlar olmamızı nasip eylesin.