Anası efkâr, babası neşe, olarak tanımlana ve Cumhuriyet dönemi çalgısı olan Cümbüş Zeynel Abidin Bey tarafında icat edilmiştir. Peki kimdir bu mucit? Yaptığı bu müzik aletine bu ismi kim vermiştir? 

Cümbüş adlı müzik aleti mucidi Zeynel Abidin 1881 yılında Üsküp’te doğmuştur. İlk okulu Üsküp'te okuduktan sonda Askerî Rüştiye’yi bitirmiştir. Genç bir subay olarak Zeynel Abidin Bey Üsküp’ten İstanbul’a göçtüğünde Osmanlı ordusu için silah üretiyordu. Kılıç ustalığı ile yola çıkan Zeynel Abidin Bey, mitralyöz yapımında bulunduğu gibi “şeşhane bombası” adını verdiği yenilikçi buluşlarla da mucit kişiliğini göstermiştir. Çanakkale Savaşı’nda da bulunan Zeynel Abidin Bey savaşın getirdiği vahşet ve dehşet ile “Böyle bir zulüm için daha fazla silah üretmem” diyerek silaha tövbe etmiş ve yaratıcı fikirlerini başka bir yere adamıştır. Tophane fabrikalarında uzun zaman ustalık yapmış, daha sonra İzmir'de Beyler Sokağı’nda dükkân açarak çalgı imalatına başlamıştır. 

İşini İstanbul'a naklettikten sonra, 1929'da Ud benzeri ve alüminyum gövdeli "Cümbüş" adını verdiği çalgıyı imal etmiştir. Madenî ve gür sesli bu çalgı Türk mûsikîsinin diğer çalgıları ile ses uyumu sağlayamadığından, sanat çevrelerinde tutulmamasına rağmen piyasa mûsikîsinde özellikle sahne ve gazinolarda çok yayılmış ve revaç bulmuştur. İlk yapım Cümbüşlerden birini Mustafa Kemal Atatürk'e, birini de İran Şahı Rıza Pehlevi'ye hediye etmiştir. Cümbüş ile katıldığı Prag ve Kahire sergilerinde ödül kazanmıştır. Soyadının Mustafa Kemal Atatürk tarafından verildiği bilinmektedir.

Yarattığı birçok müzik aleti olmasına rağmen içlerindeki en önemli icat “Cümbüş’tür.”  Kimileri tarafından kendine has sesinden dolayı “anası efkâr, babası neşe” olarak tanımlanan bu enstrümanı diğer müzik aletlerinden ayıran en önemli özellik, gövdesi sayesinde sahip olduğu metalik fakat karakterli sesidir. Günümüzde ise değişik tonlamalar ve modifikasyonlar yapılmasından dolayı hem yerli hem de yabancı müzisyenler tarafından tercih edilmektedir.

Bu enstrümanın adını Zeynel Abidin Bey koymamıştır. Ailenin iki oğlundan biri olan Cemal Bey tarafından Marmara köşkünde, Atatürk’ün huzurunda çalınan bu alete Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu tarafından: “Çok neşeli bir sesi var, çalındığı her yere neşe götürür” denilerek, adının “Cümbüş” konmasını belirtmiştir. Soyadı kanunu ile Zeynel Abidin Bey bu ismi soyadı olarak da almıştır. Cümbüş, zamanının Riyaset-i Cumhur Musiki Heyeti, şimdiki adıyla Cumhurbaşkanlığı Orkestrası Şefi ve aynı zamanda İstiklal Marşı’nın da bestecisi olan Şef Zeki Üngör tarafından bizzat incelenerek hem doğu hem de batı müziğinde kullanılmasında hiçbir sakınca olmadığına dair rapor alınmasıyla bir Türk çalgısı olarak seri imalata geçmiştir(zacumbus.com).

Müzisyen Salih Nazım Peker Bey’in dediği gibi: “İşte size erken modernitenin bahşettiği muazzam imkanlar, 21. Yüzyılın arifesinde, ar-ge üniteli, bilgisayarlı, internetli postmodern dünyamızda bu Türk mucidi Zeynel Abidin Beyle boy ölçüşebilir miyiz? 

Bu öyle bir icattır ki, Tahran’daki Ali Ekber ile Erivan’daki Agop’un parmakları aynı tellerde dolaşır. Beyrutlu Halil ile Atinalı Nikos’un elleri aynı mızrapta birleşir. Kumkapılı Niyazi ile Amerikalı Ry Cooder aynı ses kutusunu kucaklar.” 

Bu enstrümanlar, dünyanın dört bir yanında; ünlü Rio Karnavalı’ndan, olimpiyatlara ve hatta Asya’nın yüksek steplerine kadar kendilerine yer bularak; müzisyenlerin hayatındaki müzik katmalarını oluşturmuştur.