Türk Milleti’nin 3000 yıllık ömr/-ü hayatında binlerce kahraman evlatlarına sahiptir. İşte onlardan birisi de 31 yaşında 50 yıllık ömre sığacak başarının sahibi Süleyman Askeri Bey’dir.

Uzun boylu ve beyaz tenli olduğunu bildiğimiz Süleyman Askerî Bey, tarihin gördüğü nice kahramanlardan biridir. Süleyman Askerî Bey muhtemeldir ki sırtı rahat döşek görmemiş bir Türk subayı, istihbaratçısı ve komutanıdır. Yükümlü olduğu seferde İngilizlerin korkulu rüyası haline gelen Süleyman Askerî Bey, vurulsa da yaralı halde cepheyi bırakmamış, düşmanla girdiği savaşta yaralı bacaklarıyla mücadeleye devam etmişti. Cemal Paşa’nın tarifi ile; atılgan, idareci, iyimser, biraz aceleci ve son derece fedakâr bir subaydı.

Hayatı özveri ve kahramanlıklarla dolu Süleyman Askeri Bey, değeri kamuoyunda yeterince bilinmeyen bir subayımızdır. 1884 yılında bugün Kosova’ya bağlı Prizren şehrinde doğmuştur. Babası Vehbi Paşa’dır. Annesi ise Güzide Hanım’dı. Selanik’teki Üçüncü Ordu’ya bağlı olarak Manastır’a atandı. Manastır’da kaldığı günlerde İttihad ve Terakki Cemiyeti’ne girdi. Filibe’deki önemli ailelerden birine mensup olan Fadime Hanım ile evlendi. Fatma ve Dilek isimli iki kız çocuğu oldu. Kız kardeşi de Gazi Mustafa Kemal Atatürk ‘ün yakın arkadaşlarından Mehmet Nuri Conker ile evliydi. 1902 yılında Mekteb-i Harbiye’den, 5 Kasım 1905 tarihinde de Mekteb-i Erkân-ı Harbiye’den Mümtaz Yüzbaşı rütbesiyle mezun oldu.

Süleyman Askerî, 1909 yılında kolağası olmuş ve Bağdat’a gönderilerek jandarmaları disipline etmek üzere görevlendirilmiştir. Süleyman Askerî, Enver Paşa tarafından kurulan Teşkîlât-ı Mahsûsa’nın da ilk başkanı olur. Önüne çıkan bütün bürokratik engelleri aşarak Libya’ya geçen ve “hürriyet kahramanı” Enver Paşa’nın en yakın çalışma arkadaşı olan mümtaz kolağası Süleyman Askerî, burada da Bingazi ve Havalisi Kumandanlığı kurmay başkanlığı görevini üstlenmiştir.

Sadece Libya direnişinde değil, Balkan Savaşları’nda da önemli rol oynayan Süleyman Askerî Bey vazifelendirildiği her yerde görevini en iyi şekilde yerine getirmiş, her türlü imkânsızlığın üstesinden gelmeye çalışmıştır. Öyle ki Enver Paşa, bu başarılı askeri Balkanlar'a göndererek Sırplara karşı gizli bir güç oluşturması için görevlendirmiştir. Balkan Savaşları’nın acı reçetesi sonucunda daha da sıkıştırılan Osmanlı İmparatorluğu, zor durumdaydı. Edirne Enver Paşa eliyle ancak kurtarılabilmişti. Daha ileri gitmek istendiyse de Avrupa ve Rusya’nın baskıları buna engel oldu. Enver Paşa Edirne’yi geri almak için Kuşçubaşı Eşref’i görevlendirmişti. Bu harekâtta Teşkîlât-ı Mahsûsa Başkanı Süleyman Askerî Bey, Trabzon Redif Fırka Komutanı olarak yer almıştı.

Bu harekât ile Doğu Trakya ve Edirne başarıyla geri alınmasına rağmen  ancak bölgenin batı kısmındaki Müslüman topluluklar Bulgar çetelerinin eziyetlerinden acı çekmektedirler. Enver Bey’in emriyle Batı Trakya’ya sızan bir müfrezenin içerisinde yer alan Süleyman Askerî Bey, Kuşçubaşı Eşref ile buradaki Bulgar çeteleri ile savaşır. Bu savaşta Süleyman Askerî Bey, Süleyman Zeynel Abidin takma adıyla faaliyetlerini sürdürür. En nihayetinde bölge çetelerden temizlenir. 

Daha sonra Süleyman Askerî Bey, Batı Trakya’da 28 Ağustos 1913 tarihinde bir cumhuriyet ilan eder… Devlet başkanlığını Salih Hoca’nın üstlendiği ¨Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin¨ Süleyman Askerî Bey Genelkurmay Başkanı ve Garbi Trakya Hükümeti Başbakan olur. 31 Ağustos-25 Ekim 1913 tarihleri arasında 55 gün yaşayabilen bu devletin; marşı, 6 bini Osmanlı Askerînden toplamda yaklaşık 30 bin kişilik ordusu, ay yıldızlı yeşil beyaz bayrağı, Fransızca ve Türkçe yayın yapan gazetesi, hatta kendine ait pulu bile vardır. 20. asırda bir devletin, devlet olarak kabul edilebilmesi için, kendine ait pulun ve para biriminin olması gerekiyordur. 2 Ekim 1913’te Yunanlılar Dedeağaç’ı Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ne bırakır. Bu aynı zamanda tarihteki ilk Türk cumhuriyetidir. Yani Süleyman Bey, tarihteki ilk Türk cumhuriyetinin de kurucusudur. Bölgenin, Türk hâkimiyetinde kalması için ilan edilen Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’nin marşını da bizzat Süleyman Askerî Bey yazmıştır:

“Ey şirin Batı Trakya, işte nihayet esaretten kurtuldun;

Ey düşmanlar sanmayın ki savaşlardan bu millet yorgun;

Cumhuriyet’in yüce bayrağı her an bu yurtta dalgalanacak;

Şu bütün Trakyalılar kıyamete kadar hür yaşayacak.”,

Yunanistan, Bulgaristan’ın topraklarında kurulu bir Türk cumhuriyetinden memnunken, Batılı devletler özellikle Rusya bu durumdan çok rahatsızdır. 29 Eylül 1913’te Bulgaristan ile Osmanlı arasında imzalanan İstanbul Antlaşması gereğince, Doğu Trakya Osmanlı’ya, Batı Trakya ise Bulgaristan’a bırakılır. Bu anlaşma ile Batı Trakya Türk Cumhuriyeti feshedilir.

Süleyman Askerî Bey’e de Babıali tarafından Meriç’in doğusuna geçmesi için baskı yapılır. Zira Bulgarların Avrupa nezdindeki çabaları karşılık bulmuştur. O sıralarda Muhacirun adlı göç komisyonu müdürü olan Süleyman Askerî Bey, kritik bir karar alır ve geri çekilme emrini protesto ettiğini açıklar; zira geri çekilirlerse bölgedeki Müslüman kıyımları devam edecektir. Eldeki silahlar ve mermiler daha sonra kullanılmak üzere toprağa gömülür. Babıali’nin Batı Trakya Türk Cumhuriyeti’ni Bulgarlara terk etmesi sonucu Süleyman Askerî Bey, İstanbul’a dönmek zorunda kalır, artık direnecek bir şey kalmamıştır. 

Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na Almanya’nın safında katılması üzerine Teşkilât-ı Mahsusa Başkanlığı görevinin yanında 20 Aralık 1914 tarihinde Irak ve Havalisi Genel Komutanı olarak atandı. Basra’da bir avuç kahraman Osmanlı askeri ile sedye üzerinde yaralı bir halde İngilizlere karşı verdiği mücadele, hala destansı bir öykü gibi anlatılır. Süleyman Askerî Bey’in hayatının en büyük dönüm noktalarından biri şüphesiz Basra Valisi ve 38. Fırka Kumandanı olarak atamasının gerçekleşmesiyle olmuştur. Tüm dünyada kazanın kaynadığı, cihan harbinin kapıda olduğu bu yıllarda ‘Yarbay Süleyman Askerî’ İngilizler ile göğüs göğse çarpışacaktı. Süvari aşiretlerini düzenleyerek Ocak 1915’te İngilizlere karşı geçtiği taarruz başarılı olmuştu; Süleyman Bey düşmanı püskürtmüştü.

İngilizlere yapılan gece baskınları çoğunlukla başarı ile sonuçlansa da Dicle üzerinde, Zebir’deki muharebelerde İngilizlere karşı Türk ordusu ciddi zayiat verdi. İşte bu çarpışmalarda yaralanan Süleyman Askerî tedavi için Bağdat’a götürülmüş ancak istirahati reddederek emrindeki birlikleri buradan komuta etmeye çalışmıştır. Bununla yetinmeyen azimli komutan, aşiretlerden beklediği desteği göremeyince, yarası iyileşmediği halde Şuayyibe’deki çarpışmalara dönmüş ve yaralı halde -otomobilin üzerinden- muharebeyi yönetmiştir.

Irak Cephesi’nde Şuaybe Muharebesi’nde komutası altındaki birliklerin 14 Nisan 1915 tarihinde İngiliz Ordusu’na mağlup olması üzerine tabancasıyla intihar etti. Aziz hatırasını rahmetle andığımız Süleyman Askeri Bey’in, ruhu şad mekânı cennet olsun. Öldüğünde sadece 31 yaşında olan Süleyman Askerî, Nuhayle’deki ordu karargâhında yapılan törenin ardından kendi çadırının bulunduğu noktaya defnedilir. Kendisine sayısız kahramanlıklarından dolayı Şûrâ-yı Devlet kararıyla şehit unvanı verilir, eşine de maaş bağlanır. Tarihin kahramanlar mezarlığında nurlar içersinde rahat  uyu, genç ve büyük kahraman!