Tüm iklimlerini ezbere bildiğin bir adamın; bir başkasını güneş olup ısıtması, yağmuruymuş gibi ıslatması, buz keser bedenini o gittiğinde tüm bedenine kış gelmiştir artık. İçin yanar yanar da söner. Yüreğine hoyratlığın alır başını gider. Bulutların haddine midir artık? Yağmurlar, gözlerinden dökülenlerin yanında…

Gönlünden dökülenler pekiyi! Hani dile gelseler bir bir sana seni kötüler. Çünkü büyük olasılıkla kendi kul hakkına, kendinden çok onu severek girmişsindir.  Zordur, sende birikenleri taşımak. Zordur, gideni tüm benliğinden atmak. Oysa zehir gibidir yavaş yavaş öldürür. Onun yanında sigara bile daha vicdanlıdır. Bilirsin çünkü tüketeceğin o illetin sana hazırladığı sonu. 

O öyle midir? Hayır! Önce hiç gitmeyecek gibi gelmiştir. Artarak ve her gün daha fazla sevmiştir. Sonra ağır ağır içine işlenir. En acısı da hiç gelmemiş. Hiç sevmemiş. Hiç sarılmamış, hiç olmamış gibi üstelik bir anda hiçleşir. Çünkü kendine yapabileceğin en büyük kötülüğü yapmış; ona tüm güzellikleri yüklemişsindir. Bir anda giderek güzelleştirdiğin ne varsa, bin bir emekle ve zamanla çirkinleştirerek gitmiştir. 

Giderken bile öylesine kazınmıştır ki içine! Yalnızlığına emanet etmiştir seni. Şimdi birini sevmeye kalksan da yalnızlığını aldatacakmış gibi ürperti dolar içine. Kendi kendine ihanet bu olsa gerek. Geri dönse, affetsen; onu affettiğin için kendini affedemezsin. 

Hayat işte önce onu savurdu; zerresine bile muhtaç etti. Sonra da seni savurup aşka, sevgiye muhtaç etti. Hani bir yolu olsa diyorsun! Ama bulamıyorsun. Bir labirentin içindesindir. Hangi yöne dönsen o. Kimi sevsen, kime dokunsan o. Ve merak edersin; kendine binlerce kez sorarsın: “Ben bu denli senleşiyorsam! Sen hangi yürekte saklıyorsun kendini.”