Böyle bir Haziran’dı. 2004 olmalı… İstanbul’da okuyordum. Ansızın Aydın’a çağrıldım. Babamın sırtında, kalbine yakın bir yerde, ur olduğ

Böyle bir Haziran’dı. 2004 olmalı… İstanbul’da okuyordum. Ansızın Aydın’a çağrıldım. Babamın sırtında, kalbine yakın bir yerde, ur olduğu söylendi. Bunun derhal alınması gerekiyordu.

Gerekli görüşmeler yapılmıştı. İzmir’de özel bir hastane ile anlaşılmıştı. Elimiz ayağımız olan arabamızı satmıştık. 8250 TL.’ye pazarlık bitmişti.

Babam ameliyata alınmadan önce, öteberi almak için Alsancak sokaklarında geziyordum. Bu müdahalenin tehlikeli olduğunu biliyordum. Babam adına endişeleniyordum. 22 yaşındaydım çünkü...

Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina öleli çok olmamıştı. Ahmet Piriştina, 1952 doğumluydu ve 52 yaşında vefat etmişti. Babam da 1955’te doğmuştu ve 2004 yılında hayattan göçebilir miydi? Korkuyordum…

Duraklarda, panolarda Ahmet Pişirtina’nın boy boy fotoğrafları vardı. Resimlerin altında “Özleyeceğiz,” yazıyordu. Sahi özlemeden sevgi olmaz mıydı? Sınanmamış sevgi, sevgi değil miydi? Benim babama olan sevgim, özlemim, bağlılığım ve öfkem hiç geçmeyecek miydi?

Erkek çocukları Oedipus Kompleksi’yle mi doğuyordu? İlla babayı kendine hasım mı görüyorlardı. Çocuklar babalarının yaptıklarını hiç unutmazlar mıydı? Durakların duyuru tahtalarının yüzeyinden babamla geçirdiğimiz çocukluk anılarımız, bağırıp çağırmalar, oyuncak arabalar geçiyordu.

Peki, babamın sevgisi sınanmış mıydı?

Bir gün, bir başka çocuktan aldığı doğum günü hediyesiyle eve geldiğinde kırılmıştım ona, bir daha düzelmemecesine… Oysa ondan önceki fevri şeylerden, benim kuşağımın her baba ile oğlu arasında yaşanan Oedipus Komplekslerinden hiç etkilenmemiştim bile…

Biraz sonra ciddi bir operasyona girecekti babam. Ford bir minibüsümüz vardı, onu satmıştık. Babam arabasıyla vedalaşmamıştı bile. Minibüsün içinden özel eşyalarını almaya beni yollamıştı.

Ahmet Pişirtina çok seviliyordu ve duraklarda resimleri vardı. Babam ağır cerrahî müdahaleye dayanamaz da vefat ederse, bir avuç insan haricinde tanıyan olmayacaktı onu. Babamın ardından “Unutmayacağız,” demeyeceklerdi.

Sadece zehirli öfkelerim ve derin pişmanlıklarım kalacaktı bana. Ortaokul ikinci sınıfa gidiyordum hani. Yatılı kalıyordum. Atça’dan Birlik dolmuşuna bindirdiği zaman öpmüştü de beni, gözyaşlarım kendiliğinden akmıştı. Ve böyle su koyuverdiğim için kendime kızmıştım.

Doğum gününü nasıl kutlayacağımı bile bilemediğim babam, başka bir çocuktan aldığı hediyeyle gelmişti bir gün eve. O zaman şangır şungur ses çıkararak içimde dökülmüştü bir yerler…

Yapış yapış bir Haziran’dı, Alsancak’ın sıcaktan kavrulmuş binalarının birinde, ameliyat yapa yapa yüzlerinde, bedenlerinde tikler oluşmuş doktorlar ile pazarlığa giriştim.

“İstanbul’da okuyorum, arabamızı sattık,” dedim. Yüzüme bakmadan konuşan, tikleriyle başları fazlasıyla dertte olan doktorlar, “Hekimlerle pazarlık yapılmaz, bunu biliyor olmalısın?” dediler.

Tüm bunları babamı mutlu etmek, sevgimi göstermek için yapıyordum. Kimi zaman onun çocuk olduğunu, benim ise baba gibi davrandığını düşünürdüm zaten. Bu yer değiştirmenin ve koruma kollama isteğinin çıkış noktası neresiydi onu hiç bilmiyorum bak...

Sınanmamış olamazdı benim sevgim; babamla olan ilişkimizi, bağımızı, inişlerimizi ve çıkışlarımızı masaya çok yatırmıştım. Çok kızıyordum ona ve çok seviyordum babamı… Ama beni öfkeden deliye döndürdüğü zamanlarda bile en ufak bir hareketinde yelkenleri suya indiriveriyordum.

Böyle bir şefkat, böyle bir umursama…

56 doğumlu babam ameliyat olacaktı ve durum ciddiydi. Bezenin farkına 2003 Eylül’ünde varılmıştı. O zamandan beri tetkikler tahliller yapılmış ve alakalı alakasız doktor doktor dolaşılmıştı.

Özel Hastane’ye varıldı. Hazırlıklar başladı ve babamın üstüne soğuk önlüğü giydirdiler. Dua ediyordum, bildiğim bütün sureleri okuyordum. Geriye öfkelerimin ve delici pişmanlıklarımın kalmasını istemiyordum. Öfkelerimle baş edebilecek yaşta değildim. O kadın karşıma çıkmamıştı henüz…

Saatler süren bir bekleyişten sonra çıktı geldi babam. Amcam; babamın başını okşadı ve çukurlaşmış esmer gözlerinde yaşlar belirdi amcamın… Doktor “Her şey yolunda,” dedi bir tik tak yaparak.

Saatler sonra babam uyandı. Çocukluğundan, tozpembe günlerden bahsetti benim gözümde hep çocuk ve yardıma muhtaç olduğunu bilmeden…

Sonra babamın doğum gününde hediye alan çocuk aradı. Kimseye kızmadım, kıskanmadın onu, bu olgunluğa erişmiştim… Kim; kimin yanında kendini daha rahat ifade edebiliyorsa…

Sınanmamış sevgilerin hep bir yanlarının eski olduğunu belki o zaman bilmiyordum. Dedim ya, beni sağaltan o kadını tanımıyordum.

Böyle bir Haziran’dı. 2004 yılı olmalı… İstanbul’da okuyordum. İzmir’den yorgunlukla çıkmış, Aydın’a doğru gidiyorduk.

Ahmet Piriştina’nın fotoğrafları duraklardan kaldırılmıştı. Babam sağlığına kavuşmuştu. Boyumdan büyük öfkelerimin ve kesif pişmanlıklarımın hevesi kursağında kalmıştı.