Kırk yıl önceki ilk okul ders kitaplarında sık sık okuduğumuz bir cümleyle yazıma başlamak istiyorum. Ülkemiz tarım alanında kendi kendine yeten Dünya’daki yedi ülkeden biridir. Her aralık ayı gelince yerli malları haftası kutlanması ve yerli mallarıyla ilgili aktivitelerin yapılmasıydı. Tarladan sofraya tarım bilinmezliğini yazmadan, yaklaşık bir asır önce neler söylemişler kulak verelim. Genç Cumhuriyetin ilk yıllarıdır. 1929 milli iktisat ve tasarruf cemiyeti kurulur. Denilir ki; Tutum ve yatırım, ülkeler için önemli bir konudur. Devletler gelirleriyle giderlerini dengelemek zorundadır. Bir devlet eğer gelir ve giderlerini iyi ayarlarsa, gelir kaynaklarının iyi yatırımlarda kullanırsa kalkınır, zenginleşir ve hiçbir devlete bağımlı kalmaz. Cemiyet o tarihte dışa bağımlılıktan kurtulmanın yolunun, yerli malları üretmek, kullanmak ve üretim fazlasının ihracatını yapmak olduğunu bildirir.

Son on yıldır uygulanan tarım politikalarının sonucunda, arz ve talep dengesindeki orantısızlık ve bu orantısızlığın getirdiği fiyat dengesi, ciddi derecede gıda enflasyonunun artmasına yol açmıştır. Ekonomik katkı sağlayan stratejik birçok ürün artık ithalat yapılarak tedarik edilebilmektedir. Tarlada hakim olamadığımız ürün, sofraya gelene kadar bir çok fiyat değişikliği ile karşı karşıyadır. Dünya gıda piyasasındaki rekabet eden ülkelerin rakamsal analizlerine bakıldığında; Uygun fiyata ürün üretip satabilmesi, dış piyasa ile rekabet edebilmesi için devletlerinden ciddi destek ve önemli teşvikler aldıklarını görmekteyiz. Ayrıca uzun süre değişmeyen, her geçen dönem iyileştirilen tarım politikaları ve yasaları ilk anda gözümüze çarpmaktadır.

Bugün bir dolara bile ihtiyacımız varken, üretemediğimiz her bir ürün için milyonlarca dolar harcayarak ithalat yapmak zorunda kalıyoruz.  Türkiye’de kayıtlı çiftçi sayısı beş yüz binin altına inmiş durumdadır. Beş yüz bin insan çalışıp, ülkemize gelen turistleri de hesapladığımızda yüz milyon insana nasıl gıda yetiştireceğini hiç düşündüğünüz mü? Devletimizin destek ve teşvikleriyle tarım ve hayvancılık sektörünün üretmiş olduğu katma değerin sınırlı kaldığı görülmektedir. Üretimin başlangıcı olan tarlaya hakim olamadığımızda, marketteki rafa hakim olmamız veya müdahale etmemiz maalesef ki sonuç getirmemektedir. Girdi maliyetlerindeki artışı engellemediğimiz için çiftçi ve köylü her geçen gün tarım ve hayvancılıktan uzaklaşmaktadır. Ayrıca köylerdeki genç neslin tarım ve hayvancılığa karşı ilgisizliği de önemli bir sorun olarak karşımızdadır. Avrupa ülkelerinde olduğu gibi aile tarımını destekleyen bir sinerji oluşturmamız çok önemlidir. Asırlardır ekmiş olduğumuz toprakların bir bölümünü maalesef ki ekemez durumdayız. On yıl önce buğday ithalatına ödediğimiz 300 Milyon dolar rakam, bugün on katına çıkmış durumdadır.

Alınan birçok ürünün bir sonraki hafta zamlanmasının temel nedeni, üretici enflasyonunun getirdiği baskıdandır. Antalya’dan kilogramı 3 TL’ye alınan domates, İstanbul’da bir markette 25 TL’ye satılıyorsa, bunun üzerine binen tarla sahibinden, halciden, aracıdan, pazardan, bakkaldan, market sahibine kadar ödemiş olduğu defalarca kdv, stopaj ve gelir vergisi olduğunu unutmayalım. Domatesin tarladan sofraya kadar ki yolculuğunda, defalarca farklı vergilere tabi tutulmaktadır. Aracı sisteme bırakılın tarım ve hayvancılık sektöründe kazanan asıl üretici, asıl sanayici, cefakar nakliyeci ve son satış noktası market ve bakkallar mıdır? Yoksa onlarca aracı şahıs ve aracı şirketler midir?

Girdi maliyetlerindeki en önemli iki kalemden örnek vermek gerekirse; Ürünü ekmek için birinci kural tarlanın olmasıdır. Ülkemizdeki tarlaların önemli bir bölümü ipotek altındadır. Tapular bankaların elindedir. Hadi tarlanız oldu bir şekilde. Tarlanın ekilip, biçilmesinin kuralı traktör ve traktöre koyulacak yakıttır. Düşünün beş milyon liralık spor arabaya binen adamın aldığı yakıt ile çiftçinin tarlasını sürmek için aldığı yakıt aynı fiyattır. Geçen hafta çürümüş soğanları çöpe döken üreticinin söylediğine kulak verip çözümlere başlık açalım. Üretici diyor ki; “Bu soğanın kilosunu 25 Krş’a vereyim dedim alan çıkmadı. Ama siz marketlerde bir tane poşete 25 Krş verip, Kilogramı 25 TL’ye aldığınız soğanı içine koyuyorsunuz”…

Türkiye’de gıda enflasyonu bütün enflasyon sepetini olumsuz etkilediğinden acil çözüm bulunması gerekmektedir. Peki, evet de çözüm nedir? İthalat azaltmanın yolu iyi niyetler, temenniler, aspirin çözümler olamaz. Uzun süreli ve kalıcı yasalar çıkartılması, devletimizin ajandasındaki birinci konu olmalıdır…

Taşıma su ile değirmen döndürülseydi, buğday çuvalları değirmenin kapısında bekletilmezdi…

Her zamanki gibi çözüm üretecek, köklü değişiklere imza atacak olan yine devletimizdir.  Yarım asırdan fazladadır tarım ve hayvancılık sektörüne emek veren bir ailenin ferdi olarak görülen aksaklıklara üretilecek çözümleri bildiğimce sıralamak isterim…

Üreten herkesin yanına kalıcı çözümler ve sürdürülebilir politikalar ile gitmek zorundayız. Konya ilimiz kadar yüzölçümü olan Hollanda, Dünya’nın en büyük tarım ve hayvan ihracatçısı olmuş durumda. Önümüzdeki ön önemli örnekten başlayarak neler yapılmış, nasıl başarılı olunmuş, neleri yapmamız gerektiğini gidip görüp, araştırıp bu modeli ülkemizde hayata geçirmeliyiz.

Enflasyonun düşürülmesi için, gıdadaki tüm vergileri yıl sonuna kadar sıfırlayıp, tarladaki domatese dört beş vergi koyarak markete getirmekten vazgeçmeliyiz.

Devletimiz, tarım ve hayvancılıktaki bütün destekleri üç katına çıkartıp, üretenin ve sanayicinin yanında olduğunu daha fazla hissettirmelidir.

Üretici üretmiş olduğu her birim ürüne yeni teşvikler çıkartıp, ürettiği veya sattığından alacağı teşviki hemen bir sonraki ay nakit olarak ödenmelidir. Üretilen o ürünün üretici enflasyonundan etkilenmeyecek modelleri hayata geçirmelidir.

Hal yasasını çıkartıp, halkın ucuz ürüne ulaşması sağlanmalıdır.  

Devletimiz serbest piyasa ekonomisine bir müddet son verip, belli sektörlerde fiyat belirleyici görevini üstlenmedir. Marketlere ceza kesmek yerine, marketlerin kira stopajı, sattığı ürünün kdv’sini, çalıştırdığı personelin sigortasını, stopajını ve gerekirse kâr ederse kurumlar vergisini almayıp, ürün gruplarındaki fiyat geçişlerinin kontrol altına alınmasıdır. Bütün bileşenlerin alış ve satış fiyatlarını ortaklaşa belirlediği bir yapıya geçilmelidir.

Tarım ve hayvancılık sektöründeki üreticilere, üretim ve yatırım imkanlarını sağlamak için, gerekirse meclisimizden elli milyar dolarlık özel fon ve kaynak doğru yerlere, şehirlere ve projelere aktarılmalıdır.

Piyasada en çok satılan yüz gıda ve ev içi tüketim ürünlerinin gramaj tespitlerini belirleyip, eşit kalite standartlarını getirip, fiyatlarını oluşturup, Edirne’den, Kars’a fiyat etiketleri sabitlemelidir. Tabi bunu yaparken, tarladan, tezgahtan, ahırdan, meradan yani ürünün ilk başladığı yerden bütün girdi maliyetlerine acilen çözüm getirmelidir. Üretici enflasyonunu kontrol altına almak için bütün imkanları köylüye, çiftçiye, üreticiye, sanayiciye vermelidir. Fiyat sabitlemesini yapmadan önce, tarladan rafa kadar emek veren herkesi tarafsızca dinleyip, devletin bütün imkanlarını parasal olarak seferber etmesi birinci görevi olmalıdır.

Üretici ve sanayicinin en az altı ay boyunca enerji maliyetlerinin tamamını devlet veya  özelleştirilen enerji şirketlerinin karşılaması sağlanmalıdır.

Bunlar yapıldığında, halkımızın enflasyondan daha az etkilenmesi sağlanmış olacaktır. Devletimize altı aylık bu işin maliyeti sizce ne kadar olabilir? Ülkemizdeki hizmet garantisi verilen köprülerden, yollardan, hastanelerden, diğer hizmet sözleşmelerinden daha pahalıya gelmeyeceği açıktır.  Kısacası tarladan sofraya tarım bilinmezliğini çözüldüğünde, market raflarındaki bütün ürünlerin nasıl düşeceğini görebileceğiz…