Bir gazeteci olarak yıllardır kamu yararına çalışıyorum. Şimdi ise yalnızca mesleğimin değil, bir vatandaş olarak adalete olan inancımın da sınandığı, karanlıkla aydınlığın karşı karşıya geldiği bir sürecin tam ortasındayım.
Ailemle birlikte yaşadığım İstanbul Başakşehir’deki 504 konutluk bir sitede uzun yıllar denetleme kurulu başkanlığı yaptım. Orada yalnızca aidatların değil, adaletin de buharlaştığına tanık oldum. Usulsüzlükleri belgelerle ortaya koyduk. Denetleme Kurulunda beraber görev yaptığımız Prof. Dr. Sefa Bulut ile birlikte resmi yolları sonuna kadar kullandık. Ama ne var ki, site yönetimi ve temsilciler kurulunda bazı kişilerin hukuki süreci zorlaştıran ve birlikte hareket ettiği izlenimi veren bazı yaklaşımlarıyla karşılaştık.
Ben yılmadım...
Tarihi bilerek seçtim...
28 Şubat 2025 günü, belgelerle Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kapısını çaldım. Adalete seslenmekten başka çarem yoktu. O saatten sonra, sitemiz çalışanlarına baskılar başladı. Sadece susturmak değil, geçmişte adalet talep edenlere karşı, hâlâ etkili olduklarını ima eden davranışlar sergileniyordu.
Oysa artık işler değişmişti. Yıllardır sabırla tuttuğumuz tutanaklar, belgeler, şahitlikler bu defa görmezden gelinemeyecek boyuttaydı.
Yönetim yine tehditkâr sessizliğini sürdürüyordu. Ta ki 5 Mayıs 2025’e kadar…
Site yönetimi, kat maliklerini genel kurur kararı olmadan 26 milyon liralık borçlanma kararı aldırdı. Kat maliklerinin itirazları yok sayıldı. Komşularımız, “İtiraz ettiğimizde icra tehditleri alıyoruz” diyerek bana dertlendiklerinde kararımı verdim. 30 Mayıs 2025 günü, ikinci kez adaletin kapısını çaldım. Bu defa Sulh Hukuk Mahkemesi’ne başvurarak, bu kararların iptal edilmesini ve yönetim sorununun bağımsız bir yapıya devrini talep eden bir dava açtım.
Bu adımdan sonra dengeler değişti. Çünkü savcılık soruşturmasından haberi olmayanlar, mahkeme davasından anında haberdar oldular. Zira savcılıklar soruşturmaları gizlilik içinde yürütürken, mahkemeler dava açıldığında taraflara derhal bildirimde bulunur.
Dava sürecinden haberdar olan ve yargı sürecinde adı geçen bazı kişilerle ilgili gerilimli gelişmeler yaşandı.
Tanıklık etmek isteyen kararlarda imzası bulunan temsilci tehditlerle sindirilmeye çalışıldı. Denetleme kuruluna sunduğum dilekçem, dakikalar içinde şikâyet ettiğim kişiye servis edildi. Ardından telefonum çaldı. Site yönetim kurulu başkanı tarafından kamuyu hedef alan gerilimli ve sert bir dille yapılan ifadeleri beni ciddi şekilde etkiledi. O kadar saçma, o kadar temelsizdi ki, ilk kez bir tehdidin akıl dışılığı beni bu kadar sarstı. Tansiyonum 20.5'e fırladı, yere yığıldım, ambulansla hastaneye kaldırıldım.
Gazetecilik hayatımda, terör örgütlerinden mafya uzantılarına, büyük şirketlerden çıkar gruplarına kadar birçok yapıdan tehdit aldım. Ancak bu defa karşılaştığım tehdit çok daha farklıydı. Boş, çürük ve tutarsız ifadelerle örülmüş bir saldırıydı. İlk kez bu denli akıl dışı bir tehditle sarsıldım.
Bu artık bir site yönetim krizi değildi.
Bu yaşananlar, basın özgürlüğü ve kamuoyunun bilgi edinme hakkı açısından ciddi bir sınav anlamı taşıyordu.
Tehdit edildiğim gün, “Adaleti Engellersen, Suça Ortak Olursun” başlıklı köşe yazım yeni çağrı gazetesinde yayımlanmıştı. Ve anladım ki; yazdığım satırlar karanlık odakların tam kalbine çarpmıştı. Ama o çarpışmadan adalete olan inancımdan geri dönmeyeceğim.
Sulh Hukuk Mahkemesine başvurumuzun ardından yapılan tehdit ve tahrikler nedeniyle, 3. kez Küçükçekmece Adalet Sarayı’na giderek, tehdit edilen temsilci komşumla birlikte şikayetçi olduk. Ben şikayetçi, o ise müdahil ve tanık olarak tehdit ve hakaret suçlarıyla ilgili suç duyurusunda bulunduk.
Bu savcılık soruşturması ardından ve açılan dava ile birlikte, artık sitelerde yaşayan kimse “Türkiye’de adalet yok” diyemeyecek.
Kimse “Adalete başvurursan zarar görürsün” korkusunu öne süremeyecek.
Çünkü ben adalete başvurdum.
Zarar görürsün denilen yerde güçlendim.
Yıllardır büyük bir emekle yürüttüğüm araştırma haberim adaletin vereceği karar ile taçlanarak, tamamlanmak üzeredir.
Türkiye’nin dört bir yanındaki sitelerde dönen rant oyunlarını, organize yapılaşmaları, çıkar çetelerinin ortaya çıkarılması adına bu adalet mücadelem bir kıvılcım olacak.
Bu, sadece bir gazetecilik meselesi değil, halkın güvenliği meselesidir. Bu kamu mücadelesi ve haberi, herkesin görmek zorunda kalacağı bir gerçeği gözler önüne serecek.
Hatırlıyor musunuz?
Yenidoğan bebek skandalını...
Usta gazeteci Emrullah Erdinç’in yaptığı haber, savcı Yavuz Engin’in attığı adalet tokadı unutulur mu?
O dava nasıl bebeklerin haykırdığı karanlık geçitleri aydınlattıysa, şimdi ben de ortak yaşam alanlarında benzer bir dehlizi aydınlatmak adına adalet ile çabalıyorum.
Bu kez konu, ülkemizin dört bir yanındaki güvenlik endişesi ile taşındığımız siteler ve ortak yaşam alanlarında yönetimsel zafiyetler ve tehditler…
Bu kez konu, halkın huzurla yaşaması için inşa edilen sitelerde şahit olunan hukuksuzluklar…
Bu adli süreçler tamamlandığında ve araştırma haberim yayımlandığında;
Artık kimse “Adalet yok” diyemeyecek.
Dava açma ile susma arasında sıkışanlar, artık sitelerdeki çıkar ilişkilerini konuşamayacak.
Çünkü hakikat sessizliğe mahkûm edilirse, toplumun vicdanı yaralanır.
Bana kimse “Bu ülkede adalet yok” demesin.
Bu ülkede adalet var ama ona ulaşmak için cesaret, kararlılık ve sabır gerekiyor.
Ve ben, karanlığa alışmayı sabırla reddediyorum.