2005 yılında Kırıkkalespor’ da oynarken dizimden sakatlanmıştım. Bilemezdim ki o sakatlık hayatımı değiştiren bir hadise olacaktı. Hoş bu sakatlıklar sebebiyle futbol hayatıma devam edememiştim. Kırıkkale’de imkânlar kısıtlı olduğundan tedavi için Ankara’ya spor sakatlıkları hastanesine gelmiştim. Tedavi sıramızı beklerken Cuma Namazını kılmak için Hacı Bayram Veli Camiine çıktık. Ama sanki gökten yarılmışçasına gibi yağmur yağıyordu. Hacı Bayram’ın o halini bilenler bilirler. Şimdiki gibi muntazam değildi. İç ezan okuduğunda bir kalabalık heyet geldi. Önden birisi yağmurun kısmen daha az geldiği yerden bir kişilik yer açmaya çalışıyordu. Hemen yanımda durdu kalabalık. Ve yanıma tüm heybetiyle o diz çöktü. Babam, seksen dönemini dibine kadar yaşamış bir ülkücüydü. O dönemin ülkü devlerini dinlemiştim kendisinden; hepsini gıyaben tanıyordum. Ve onlardan biri olan Muhsin Yazıcıoğlu tam yanımdaydı. Alparslan Türkeş, Devlet Bahçeli, Sadi Somuncuoğlu’nu dinlediğim gibi onu da babamdan dinlemiştim. “Başkan” derdi, “Koca Reis” derdi. Şimdi O adamın dizleri dizlerime değiyordu. Namaz sonrasında tebessüm ederek herkesle tokalaştı, hasbihal etti.

Anadolu Gençlik Derneğinin düzenlemiş olduğu Bosna Hersek gezisine davetle gitmiş Alp Erenlerle Ayvaz Dede Şenliklerine katılmıştım. Bizler önümüzdeki atın üzerinde Türk Bayrağı taşıyan Koca Reis’in arkasında Prusas Dağına tırmandık. Bir buçuk saat sürmüştü bu tırmanış. Bir ara bizim grubumuz durdu. Çünkü Muhsin Başkan her zamanki kadirşinaslığıyla yaşlı bir kadınla konuşuyordu. Kadın gözyaşları içinde bir şeyler anlatıyor tercümanlar çeviri yapıyorlardı. Konuşma bittiğinde Muhsin Başkan önce yaşlı kadının elini öptü ve sarıldı. Yanaklarına gözyaşları süzülüyordu. Şenliklerden sonra anladık biz olayın ne olduğunu. Yaşlı kadının oğlu Srebrenitsa’da katledilmiş yapılan kazılar sonrasında kemiklerine ulaşılmıştı. Ve kadın Koca Reis’ten cenaze namazına katılmasını ve defin etmesini istedi. Bosnalılar için Türkiye hala Halife-i İslam’dı. Muhsin Başkan şenlikleri bitirdikten sonra kadının ricasını yerine getirerek cenaze namazına katıldı ve defni gerçekleştirdi.

2007 yılında Konya’ya gelmişti Koca Reis. Gençlerle buluştu seminer verdi. Seminer sonrasında ise hatıra resmi çektirdi. Yanına gittim ve kendimi tanıttım. Soyadımı duyduğunda direk “Müslüm Çayırlı’nın neyi oluyorsun” diye sordu. “Oğluyum” cevabını verdiğimde, biran durakladı. Neden hiç yanına gelip gitmediğimi sorduğunda. Babamın siyasetten uzak kalmamızı istediğini söyledim. Kafasını salladı, çok çektirdiler bize demişti. Sonrasında da beni Derviş Abdullah’a emanet etti. Ankara’ya her geldiğimde artık BBP genel merkezine uğrar, bir bardak çay eşliğinde her biri bir ders niteliğinde olan sohbetine dâhil olurdum. Ailemden görmüş olduğum temel eğitimle birlikte çok şey öğrendim kendisinden. Kirli siyaset çemberinde temiz kalmayı, dalkavuklar sahnesi olan bu oyunda dürüst kalmayı, eğilmeden, bükülmeden kendi doğrularınla yaşamayı…    
Çünkü Koca Reis verdiği bir derste "Düz yaşayacağız. Düz duracağız. Düz yürüyeceğiz. Dik duracağız, doğru yürüyeceğiz" demişti. Öyle de yaşadı.

Şehit edilmesinden birkaç gün önce Konya Sanayi Esnaf’ın daveti üzerine yine Konya’ya gelecekti. Çok şaşalı karşılamaları sevmezdi Rahmetli, gösterişten uzak bir hayatı tercih etti her zaman. Cuma namazını kıldıktan sonra oturacağı sofraya kadar hazırdı. Konya merkeze gelirken ilçeleri de ziyaret ettiği için gecikmişti biraz. Onu bekleyen Konyalı esnaf söylenmeye başlamıştı. Ve o geldi. Tüm heybetine rağmen mahcuptu. Herkesten helallik istedi. Namazını kıldı, tam bir Anadolu yiğidi gibi bağdaş kurup sofraya oturdu. Herkesin elini sıktı, herkese tebessüm etti. Ve herkesin diline pelesenk olmuş konuşmalarından birini yaptı, sanki öleceğini bilir gibiydi.

“Bir saniyesine bile hükmedemediğimiz dünya için fırıldak olmaya gerek yok.”

O hayatı boyunca fırıldak olmamıştı, düz bir hayat yaşayarak istikametinden sapmamıştı ama ömrü boyunca yakasını bırakmayan fırıldaklar; emanetini teslim ederken de yakasından düşmemişti. Bir tarafta bulunduğu, sağlık durumunun iyi olduğu haberleri servis edilirken bizim bölgeden aldığımız haberler hiç iyi değildi. Bölge askerlerce kontrol altına alındı hiçbir arama çalışması yapılmadığı gibi köy halkına da müsaade edilmiyordu. Arama için gelen JÖAK Timi dahi tipi gerekçesiyle aramaya çıkarılmamıştı. Aramaya çıkan ekipler ise bilinçli bir şekilde tam ters istikamete sevk ediliyorlardı. Seksenlerin bozkurdu, Keş Dağlarında ölüme terk edilmişti. Helikopter enkazına yine iki gün sonrasında köy halkı ulaşmıştı. Rahmetli Fidan Anne ne güzel ifade etmişti bu durumu.

“Çocuklarım arasında en az onu gördüm. Devlet, millet çağırıyor der giderdi. Oysa o bir defa devleti bekledi, devlet gelmedi.”

Muhsin Yazıcıoğlu sahip olduğu değerler hasebiyle iktidarından muhalefetine herkesin sevdiği, saygı duyduğu ama bir o kadarda çekindiği bir siyasi karakterdi. Çünkü O seksen döneminde uğradı zulme rağmen duruşunu bozmadı, Alparslan Türkeş gibi güçlü bir lidere karşı kendi doğrusundan vazgeçmedi, 28 Şubat’ta milletin sesi olarak “namlusunu milletine çevirmiş tanka” selam durmadı, birlikte mahpus yattığı ülküdaşları onu ihanetle suçlasa da o yolundan dönmedi. Aslında ihanet söyleminin altında her zaman “gitme, Başbuğ’dan sonra lider sen olacaksın” serzenişiydi bu; O durmadı, doğruları için baba gibi gördüğü liderinin sözünü dinlemedi. Daha sonrada “Ben MHP’den ayrılmadım, koparıldım” diyerek partiden ayrılışını planlayanları ifşa etti. Mekânı cennet olsun, makamı alî olsun. Rahmetli başkan her şeyden önce insan, inanmış bir Müslüman, bana göre Türk – İslam davasının mücahidi, gibi falan değil ADAM’dı. Ahir ömrünü milletine, İlah-i Kelimetullah inancına adamıştı. Yalanla dolanla kazanmak yerine doğrulukla kaybetmeyi tercih etmişti. Bu hasletiyle de Türkiye’de her evin cenazesi olmuştu. Bu nimet kaç siyasetçiye nasip olurdu?

Kahramanmaraş tarafına ne zaman yolculuk etsem Keş Dağlarına bakakalır ve “Senden bir Muhsin alacağımız var” derim. Fırsat buldukça kabrine gider, Fatiha okur ve içimden geçenleri sessiz sessiz anlatırım kendisine.

Haftaya ömür vefa ederse buradayız efendim.

Muhabbetle.