“Çağdaş sanatın başyapıtlar çıkarma imkânının olup olmadığını soran Donald Kuspit, kapitalizmin paraya dayalı e

“Çağdaş sanatın başyapıtlar çıkarma imkânının olup olmadığını soran Donald Kuspit, kapitalizmin paraya dayalı evreninde hakiki aşkın olanaklı olup olmadığını soran Erich Fromm'unkine benzer bir tartışmaya girişir: Evet, ilke olarak bu mümkündür, ancak sanatçılar maddi baskılardan kaçabilirlerse, başarı ve şöhret hırslarından kurtulabilirlerse, eğlence sektöründen ve kitlesel beğeniden uzak durabilirlerse.” diyor Ali Artun.



Doksanların sonuydu, ülke güzel bir kafa karışıklığı ve parıltılı bir milenyum şaşkınlığı yaşıyordu.



Şarkıcı İnan; küçük, sevimli köpeğiyle "Anlatmak zor, kolay değil, vurdun içten beni kalbim yaralı şimdi..." der, sahilde oradan oraya koşar, biraz garip biraz da güçlü fiziğini kullanarak bir takım hareketler yapardı.



Taner; karanlık tınılarla, heybetle giriş yapardı şarkıya. Klibinde, bir telefon kulübesindeydi ve melankolik, iç acıtan bir kar tozuyordu dışarıda.



“Bir günah işledim, kaybettim seni. Bilirim geriye dönmezsin. Bir günah işledim, çok üzdüm seni. Bilirim bir daha sevmezsin,” dedikten sonra Taner, en nihayetinde ‘kendini affetmezdi.’



Nilüfer Örer; "Yine bir rüya gördüm dün, özledim diyordun bana, kahroldum yandı gönlüm. Ah, sessizce ağladım ben sana!" diye haykırırdı Güldemim’de, tüm kendinden eminliğiyle...



Meriç; bir Şebboy Çiçeği'nden bahsederdi; müzik piyasasına hızlı bir giriş yapmıştı, yerli Ricky Martin olarak adlandırılıyordu.



Hafızam beni yanıltmıyorsa Şebboy Çiçeği klibinde Ebru Destan, Esin Moralıoğlu ve Aysun Kayacı ile birlikte oynamıştı.



"Yollarım sana, gel hadi yorma hoyratım zorla, vurgunum aşka, günahlarını da alırım boynuma yar. Kaşına gözüne nazar değmesin. Kız sen kimin nesisin. Şebboy Çiçeği gibi açıl utanma, işini bilir gibisin." diyerek yerinde duramazdı, senin de gençlik duygularıyla içinin kıpır kıpır olmasına neden olurdu.



Ferda Anıl Yarkın, aşkının sonuna kadar gelmişti ve üzülme diyerek sevgilisini ve de bizi avutmaya çalışıyordu.



Doksanların sonuydu, aslında Türkiye, kankigiller iticiliği ile sevimliliği ve harikalar yaratması beklenen yeni bin yıl afallaması yaşıyordu.



Şu geldiğimiz noktayı (hata bulmaya, içimizdeki çocuğu öldürmeye, yargılamaya, kayırmaya, sataşmaya, öfke kontrolünden uzaklığa, yaşam hakkını elinden almaya ve başkalarının başlarına gelen felaketlere sevinebilmeye dayalı pesimist kültürü) kolektif olarak hayal ettiğimizi sanmıyorum.



Mutluyduk aslında ama ne kadar mutlu olduğumuzu bilmiyorduk.



Ve milenyum geldi çattı.



Birileri yollarına emin adımlarla ilerlerken, az önce adı geçen şarkıcılar, İnan, Taner, Nilüfer Örer, yerli Ricky Martin Meriç, Ferda Anıl Yarkın ve daha niceleri ortalıktan kayboldular veya piyasada olmaları gerektiği kadar ol(a)madılar...



Sanat böyle bir şey, biraz şans, biraz doğru zaman, doğru yer olgusu ya da bir dolu kırgınlıktan sonra köşeye çekilip kendini unutturup bir tür (kutsal) vazgeçiş ve yapmış olmanın arınmışlığı...



Ya da kapitalizmin paletlerine tutunup post modern giyinişlerde, şekillerde, anlam aramalarında ve üslup denemelerinde bulunmak…



Sahi, çağdaş sanatın başyapıtlar çıkarma imkânı ve olanağı var mıdır?



Kapitalizmin paraya dayalı evreninde, şarkılarda, şiirlerde, romanlarda ve kimi filmlerde geçtiği gibi, hakiki aşk olası mıdır?



Sanatçılar maddi baskılardan kaçabilirlerse, başarı ve şöhret hırslarından kurtulabilirlerse, eğlence sektöründen ve kitlesel beğeniden uzak durabilirlerse hakikaten sanat adına bir şeyleri değiştirirler mi?



Doğru zaman, doğru yerde olamayıp, bir dolu kırgınlıktan sonra köşesine çekilip bir tür (kutsî) vazgeçiş mi daha erdemli yoksa maddi baskılardan kaçıp, başarı ve şöhret hırslarından kurtulup, eğlence sektöründen ve kitlesel beğeniden uzak durup bir şeyleri değiştirmek için mücadele etmek mi?



İşin ucunda kapitalizm varsa tüm soruların cevaplarının ucu ne kadar da açık öyle değil mi?



Fatih ALTINBEYAZ