Sultan Mehmed Reşad Han, Sultan Abdülmecid Han’ın tahta geçen dört oğlundan üçüncüsüdür. 2 Kasım 1844 tarihinde Eski Çırağan Sarayı’nda d


Sultan Mehmed Reşad Han, Sultan Abdülmecid Han’ın tahta geçen dört oğlundan üçüncüsüdür. 2 Kasım 1844 tarihinde Eski Çırağan Sarayı’nda doğdu. Annesi Gülcemal Kadınefendi’dir. 7 yaşında annesini, 17 yaşında babasını kaybetti. 33 yıl süren veliahtlık döneminin ardından, ağabeyi Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın 27 Nisan 1909 tarihinde tahttan indirilmesi üzerine 35. Osmanlı padişahı ve 100. İslam halifesi olarak tahta geçti.
YIKIMIN BAŞLANGICI: İKİNCİ MEŞRUTİYET
23 Temmuz 1908’de Sultan İkinci Abdülhamid Han’a baskıyla 2. Meşrutiyet’in ilan ettirildi. Hemen akabinde, 5 Ekim 1908’de Bulgaristan Prensliği bağımsızlığını ilan etti. Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da Bosna-Hersek’i topraklarına kattığını bildirdi. Böylece devletin tepesindeki irade boşluğu anında cezalandırılarak Avrupa’da 149 bin kilometrekare toprak kaybedilmiş oluyordu. 13 Nisan 1909’da Sultan Abdülhamid Han’ın hiçbir ilgisinin bulunmadığı, aksine İttihat ve Terakki Partisi’nce hazırlandığı kesinlik kazanan 31 Mart Vakası patlak verdi. İstanbul kana bulandı. 2 hafta sonra da Padişah’ı tahttan indirerek iki yaş küçük kardeşi Sultan Reşad Han’ı yerine geçirdiler.
Sultan Reşad Han, ihtiyar ve sessizdi. Ortalığı kana boyayan bu canavarlar karşısında aciz, zavallı bir kukla hâlinde kaldı. Tahttan indirilme korkusuyla hiçbir zaman hakkıyla hükûmet edemedi. Sultan İkinci Abdülhamid Han’ın kansız ve huzur içinde geçen idaresinden sonra, İttihat ve Terakki Partisi elinde memleket, siyasi idamlar, suikastlar ülkesi oldu. Çok kimseler idam edildi. Mahmud Şevket Paşa dört aylık sadrazam iken 11 Haziran 1913’de makam arabasında uğradığı silahlı saldırı sonucu öldürüldü. Yerine getirilen Mısır prensi Said Halim Paşa ve bunun yerine gelen Talat Paşa’nın toplam 5 küsur yıl süren sadaret zamanlarında, memleket karmakarışık oldu. Herkes, ölüm ve hapis korkusu içinde idi. Can, mal ve namus emniyeti kalmadı.
1911’de Arnavut isyanı oldu. Mahmud Şevket Paşa büyük kuvvetle önleyemedi. Sultan Reşad Han 16 Haziran’da Kosova’ya gitti. 522 sene önce dedesinin zafer kazandığı yerde, yüz bin Arnavut ile Cuma namazı kıldı. Huzuru temin etti. İttihatçıların tasallutu altında, memleketi bizzat idare edemese de Mahmud Şevket Paşa’nın seksen iki taburla yapamadığını, bir gövde gösterisi ile temin etti.
II. Meşrutiyet daha başlangıcındaki toprak kayıplarının dışında, memleket için pek çok felaket ve ziyanlara sebep oldu. 1911’de Trablusgarp İtalyanlara bırakıldı. 1912’de Balkan Harbi bozgunu oldu. İki büyük kıta ile ilişiğimiz kesildi. Afrika’da bir milyon iki yüz bin kilometrekare, Rumeli’de iki yüz elli bin kilometrekare yerimiz elden gitti. Birinci Cihan Harbi’nde de bir milyon kilometre kareden fazla toprak kayboldu. Bu felaketlere, İttihat ve Terakki’nin, gafil, cahil, fırkacı, inatçı, bölücü idaresi sebep oldu. Rahmetli Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın ifadesiyle “koca imparatorluk bozuk para gibi harcandı”.
SARIŞIN, MAVİ GÖZLÜ BİR PADİŞAH
Sultan Reşad Han orta boylu, beyaz tenli, şişman ve sarışın bir zât idi. Dışarı doğru ziyade çıkık olan gözlerinin rengi çivit mavisi idi. Mavi gözlü tek padişahtır. Çenesi küçük ve ak sakal ile kaplı idi. Çanakkale’de zafer kazanılması üzerine, Şeyhülislam Ürgüplü Mustafa Hayri Efendi’nin fetvası ile 27 Nisan 1915 tarihinde resmen “Gazi” unvanını aldı. Veliaht iken müşir yani mareşal rütbesini taşımıştı.
Sultan Reşad Han çok dindar idi. Başimam İsmail Hakkı Efendi’ye, “Çok şükür elhamdülillah, Cenabı Hakk’a bir rekât bile namaz borcum yoktur.” demişti. Maiyetinde çalışanların hepsinin namaz kılmalarını emrederdi. Kılmadığını işittiklerine, münasip kimseler aracılığıyla nasihatte bulunurdu. Sultan’ın namaz kıldığı seccade hâlen torunu Şehzade Osman Selaheddin Efendi’dedir. Şehzade’yi bir ziyaretimde, bu seccadede namaz kılmak şerefine nail olmuştum.
YÜZ SENE ÖNCE BİR HIRKA-İ ŞERİF ZİYARETİ
Padişah’ın torunlarına sarayda öğretmenlik yapan Safiye Hanım’ın naklettiğine göre 1334 senesi Ramazan’ının 15’inci günü (24 Haziran 1918), âdet olduğu üzere yapılan Hırka-i Şerif ziyaretindeki dinî merasim esnasında Padişah’ın yorgunluğu göze çarpıyordu. Padişah o geceden itibaren vücudunda hâlsizlik hissetmiş, saray hekimlerinin tavsiyesi ile istirahate mecbur olmuştu. Bundan sonrasını Safiye Hanım’dan dinleyelim:
“Padişah’ın hastalığı ziyadeleştiği için 3 Temmuz 1918 Çarşamba günü Perîzâd Hanımefendi ile Yıldız Sarayı’na, Şehzade Ziyaeddin Efendi’nin emriyle hareket ettik. Yolda bir kelime bile konuşmağa muktedir olamıyorduk. Yıldız Sarayı’nın kapısına vasıl olduğumuzda, saray hademelerinin hüzünlü hâlleri hemen göze çarpıyordu. Bu durum bizleri büsbütün müteessir etti. Böyle zamanlarda bile vazifelerine karşı bağlılık gösteren ve efendilerine bir an bile hürmette kusur etmeyen bendegânın arasından geçerek Harem kapısına vasıl olduk.
Sultan Reşad’ın yattığı odanın önünde Dördüncü Kadınefendi’ye tesadüf ettik. Selamlaştık. Her zaman olduğu gibi yine yüksek teveccühünü bizden esirgemeyen bu muhterem kadın, gözleri yaşlı ve hüzünlü hâli ile bana hitaben:
- Efendimiz sizi çok takdir ederlerdi. Beni takip ediniz, dediler.
Beraberce yürüdük. Yanındaki odaya geçtik. Odada bulunan bir top ince tülbentten yırtarak bana verdiler ve abdest almamı ihtar ettiler. Esasen öğle namazını müteakip Hünkâr Dairesi’ne geçtiğimiz için abdestli olduğumu arz ettim. Başımda bulunan hotozu çıkartıp başörtüyü koydum. Beraberce Padişah’ın yattığı odaya girdik. Odanın tam ortasında yüksekçe bir karyolanın içinde hafif nefes alarak yatıyordu. Karyolanın ayakucunda ve sağ tarafta büyük oğlu Şehzade Ziyaeddin Efendi, yanında ikinci oğlu Şehzade Ömer Hilmi Efendi, onların karşı cihetinde Kızlar Ağası Kur’ân-ı Kerîm okuyorlardı. Kadınefendi’nin işareti üzerine karyolanın baş tarafında bulunan bir kanepeye oturdum. Kur’ân-ı Kerîm okumaya başladım. Padişah’ın sağında eniştem, İmam-ı Evvel-i Hazret-i Şehriyarî İsmail Hakkı Efendi, sol tarafında Yahya Efendi Dergâh-ı Şerifi Şeyhi kelime-i şahadet ve tekbir getiriyorlardı.
Sultan Reşad da gayet aheste tekrar ediyordu. Kadınefendi’nin verdiği Kur’ân-ı Kerîm’den iki Yasin-i Şerif okudum ve üçüncü Yasin-i Şerif’in “İnne eshabe’l-cenne” ayet-i kerimesine geldiğim sırada Yahya Efendi Şeyhi’nin yaptığı bir el işareti ile odada bulunanlardan evvela Şehzade Ziyaeddin Efendi, sonra biraderi ve daha sonra Kızlar Ağası ve Dördüncü Kadınefendi çıktılar. En sona ben kalmıştım. Tam kapıdan dışarıya çıkacağım sırada bir kere daha bu mübarek, muhterem şahsın yüzünü görmek için başımı çevirmiştim ki o saniyede Yahya Efendi Şeyhi’nin “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn…” dediğini işittim.
Dışarıda bekleyen Harem halkı bittabi Şehzadelere ve Kızlar Ağası’na, hatta Kadınefendi’ye bir şey soramazlar. Benim çıktığımı görünce etrafımı aldılar ve efendileri hakkında muhtelif sualler sormağa başladılar. Ben ise “Biraz rahatladılar.” diyerek kısaca cevap verdim ve Perîzâd Hanımefendi’nin bulunduğu odaya geçtim. Kendisine vaziyeti anlattım. Beş dakika geçmemişti ki vefat haberi duyuldu. Artık Harem’de kopan feryatlar, bayılanlar görülecek şeydi. Aradan bu kadar seneler geçtiği hâlde hâlâ bu elîm manzara gözümün önünden gitmedi.
Ertesi gün sabahleyin saat yedi raddelerinde Sultan Reşad’ı şal ile örtülü bir teskere üzerinde Harem Dairesi’nden aldılar. Saray bahçesinin içinden geçirip Çırağan İskelesi’nden istimbotla Topkapı Sarayı’na götürdüler. Şehzade Ziyaeddin Efendi’den işittiğimize nazaran eski padişahlar gibi Hırka-ı Saadet Dairesi’nin önünde yıkanmış. Yeni padişah Sultan Vahîdeddin’e biat merasimini müteakip Babüssaade önünde cenaze namazı kılınmış. Sultan Vahîdeddin orta kapıya kadar cenazeye refakat etmiş. Sirkeci İskelesi’ne kadar muhteşem bir alayla indirmişler. Oradan bir çatana ile Eyüb Sultan’a naklolunmuş. Sultan Vahîdeddin ise maiyetine Enver Paşa’yı alarak karadan otomobille Eyüb Sultan’a gidip dua ve defin esnasında hazır bulunmuşlar.”
Sultan Reşad Han Osmanlı padişahları içinde en yaşlı olarak tahta geçen ve en yaşlı olarak vefat eden padişahtır. 65 yaşında tahta geçmiş, 9 sene süren bir saltanattan sonra 74 yaşında vefat etti. Cenaze namazını Şeyhülislam Mûsâ Kâzım Efendi kıldırdı. Yapımını sağlığında iken başlattığı ve zaman zaman giderek inşaatına nezaret ettiği Eyüp’teki türbesine defnedildi. Türbede kendisininkinin dışında 1913’te vefat eden oğlu Şehzade Mahmud Necmeddin Efendi ile 1921’de vefat eden Kâmures Kadınefendi’ye ait kabirler vardır.
Cenabı Hak bu mübarek vatan topraklarında bin yıl boyunca İslamiyet’i hâkim kılan Selçuklu ve Osmanlı sultanlarının hepsine rahmet eylesin.