Gökhan, Duru'nun son sevgilisiydi. Başta güzel başlayan bir ilişkiydi. Ama Duru henüz iyinin ne olduğunu bilmediği için her şey yolunda gibi geliyordu

Gökhan, Duru'nun son sevgilisiydi. Başta güzel başlayan bir ilişkiydi. Ama Duru henüz iyinin ne olduğunu bilmediği için her şey yolunda gibi geliyordu. Evdeki tartışmaların en tepede olduğu bir dönemde Gökhan ona tutunacak tek dal olmuştu. Sıklıkla dersleri asıp Gökhan'ın evine giderlerdi. Huzurlu bir yuva kurmaktan, şirin yuvalarını geçindirmek için yapacakları işlerden, doğacak çocuklarından bahsederlerdi. Bir gün Gökhan şöyle dedi:
“Biz zaten kıyamete kadar birbirimize aitiz bitanem. Neden her anlamda birbirimizin olmuyoruz?”
Duru sorunun ne anlama geldiğini biliyordu. Kendi ailesinin cehenneme çevirdiği hayatını, bu esmer çocuk cennete çevirecek gibiydi. Ona tüm ruhuyla güvendi ve bu teklifi geri çevirmedi. Körpe bedenini Gökhan'ın ter kokan sıska vücudu ile paylaştı. Sonrasını tahmin edersiniz. İstediğini almış olan aşağılık adam Duru'ya karşı ilgisizleşmeye başladı. Başka kızlara alenen meylediyordu. Birkaç ay sonra aldatıldığını duyan Duru ayrılma kararı aldı. Piç kurusu özür bile dilememişti, istediği buydu zaten. Olanların etkisinden tümüyle kurtulmak mümkün değildi. Erkeklere güveni tamamen yıkılmıştı Duru'nun. Ve tabii ki daha beteri yaşadığı topluma göre altın değerinde olan bekaretini yitirmişti. Annesine ne diyecekti, saklamalıydı... Kesinlikle belli etmemeliydi. Peki ya evleneceği kişiye? Bu karamsar düşünceler ayrıldıktan sonra her gün beynini kemirmeye devam etti. Hâlâ daha ediyordu.
Baran konusu kapandıktan sonra bir süre daha havadan sudan konuştular. İçerde sızmış olan babanın horlama sesi gelmeye başlamıştı bile. Evde az bulunan bu sohbet ortamından yüz bulan küçük kız, toplantıya ille de annesinin gelmesini istiyordu. Duru, “Ben hallederim.” dedi. “Yarın öğlen dersim var sabahtan bankaya gider yatırırım parayı, sen toplantıya git.”
Anne ürkek bir sesle “Sakın ihmal etme kızım, son günüymüş. Vallahi keser beni.” diye cevapladı.
“Merak etme anneciğim,” dedi Duru, “İyi geceler hadi uyumam lazım.”
İki kızına ayrı ayrı sarılan anne ışığı kapatıp odadan ayrıldı. Yattığı yerden tiz bir sesle “Abla!” dedi küçük kız, ‘efendim’ denmesini bekler gibi sustuktan sonra “Babam annemi keser mi gerçekten?” diye ekledi.
Duru yatağından kalkıp kardeşini öptü, “Ablacım olur mu öyle şey. Düşünme hiç bunları büyükler tartışır öyle. Bir şey olmaz.”
Sabah erkenden telefonun alarmıyla uyandı Duru. Normalde üçüncü ertelemede ancak uyanırdı. Babasının kart borcu meselesi bilinç altına korku ve ciddiyet hisleriyle işlendiği için hemen kalkıvermişti yatağından. Pijamasını çıkarıp giyeceği şeye karar vermeye çalışırken dolabın aynasında dolgun göğüslerine baktı. Siyah sütyeninin altında beyaz ve her kızın isteyeceği ideal ölçüde... Mükemmel görünüyorlardı. Bir an istemsizce Gökhan'ın o sigara kokan iğrenç ağzının, göğüslerinin üzerinde gezdiği günleri anımsadı. Suratını buruşturup düşüncelerini dağıtmaya çalıştı. Saçlarıyla fazla ilgilenemeden, aceleyle çıktı evden. Önünden geçtiği dükkanların yansımalarında kendine bakarak “Berbat haldeyim.” diye geçirdi içinden.
Sabahın serin saatlerinde şehrin telaşlı esnaflarını aydınlatıyordu güneş. Biri kapısının önünü temizliyor, diğeri camları siliyor, bir diğeri paspas kovasını kaldırım kenarındaki gidere boşaltıyordu. İnternet kafenin önünde sigara içen, tişörtlerini kotlarının içine sokmuş üç esmer genç rahatsız edici bakışlarla gözden kaybolana dek süzdüler Duru'yu. “Allah'ın salakları, rahat vermezsiniz insana.” diye homurdandı Duru kendi kendine. Evlerine yürüme mesafesinde olan bankanın önüne gelmişti. Bankamatikte sıra olmamasına şaşırmasına fırsat kalmadan, ne dediği zor anlaşılan bir güvenlik görevlisi “Bankamatik bozuk hanfendi içeri girin.” dedi. İçerideki kalabalık dışarı taşacak seviyedeydi. “Hayatta sıra gelmez, ne yapacağım şimdi. Başka şubeye mi gitsem?” diye düşünürken telefonuna bakıyordu en yakın alternatif şube için. İki kilometre uzaktaydı. Sıra alıp beklemeye karar verdi. Makinadan sıra fişini alıp numaraların yanıp söndüğü tabelaya kaldırmıştı ki kafasını, üst katta camekan içinde oturan üç kişi dikkatini çekti. Gözlerini kısıp baktığında, bir anda yanaklarına sıcak bastı. Muskacı çocuk, yanında bir kadın ve karşılarında Baran! İşte tam oradaydı. Tekrar çıkmıştı karşısına. Aynı anda bankacıyla tokalaşan Baran, koltuğundan kalkıp camekandan çıkıverdi ve o da Duru'yu gördü. Her ikisi de ifadesiz mimiklerle birkaç saniye bakakaldılar. Sonra Baran, Sefa'nın annesine dönüp bir şeyler dedi. Duru bu anı fırsat bilip sıra bekleyen insanların arasına karıştı. Baran tekrar dönüp aynı yöne bakınca Duru'yu göremedi, Sefa ve annesini önüne katıp bankadan ayrıldı. Duru sırasını takip etmeyi bırakmış panikle olanları algılamaya çalışıyordu. Üzülmüştü, Baran onu hatırlamış olsa selam verirdi, en azından bir tebessüm ederdi. Demek ki o benim kadar etkilenmemiş benden diye düşündü. Bir yandan az da olsa sevinmişti, bu haldeyken iyi ki yakından görmedi beni diyerek avunmaya yarar bir sebep bulmuştu. Gözlerini önüne devirip elindeki sıra fişini yuvarlamaya başladı. Hâlâ bu tesadüfe inanamıyordu. Bankaya annesi gitmiş olsa göremeyecekti Baran'ı. Ya da bankamatik bozulmamış olsa dışarıda halledecekti işini... Yine göremeyecekti. Hatta başka şubeye gitmeye karar vermiş olsaydı burada sıra var diye yine göremeyecekti. Ama işte kader; babasının kredi kartı borcunu ödemek kardeşinin veli toplantısından dolayı annesinden ona kalmış, bankamatik bozulmuş, başka şubeye gitmekten de vazgeçince Baran'ı görmüştü... Bu kader örgüsünü şaşkınlıkla düşünürken elindeki fiş tamamen rulo haline gelmişti, gözleri donmuş şekilde bankanın yeşil zeminine baktığı sırada önünde iki kahverengi erkek ayakkabısının durduğunu fark etti. Başını yavaşça kaldırdı. Baran tüm dişlerini sergileyerek gülümsüyordu.