Diyanet İşleri Başkanlığı konferans salonunda 26 Temmuz 2017 günü düzenlenen ve “Kendi Dilinden FETÖ, Örgütlü Bir Din İstismarı” başlığı

Diyanet İşleri Başkanlığı konferans salonunda 26 Temmuz 2017 günü düzenlenen ve “Kendi Dilinden FETÖ, Örgütlü Bir Din İstismarı” başlığı altında örgüt elebaşı Fethullah Gülen'in 40 yıllık dinî söyleminin incelendiği çalışmanın paylaşıldığı basın toplantısı geçtiğimiz haftaya damgasını vurdu. Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu tarafından yapılan ve 140 sayfalık bir kitap halinde bastırılarak katılımcılara dağıtılan söz konusu çalışma, sırasıyla Diyanet İşleri Başkanlığı Din İşleri Yüksek Kurulu Başkanı Dr. Ekrem Keleş ve Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Mehmet Görmez tarafından yapılan konuşmalarla takdim edildi. Daha sonra Din İşleri Yüksek Kurulu Üyesi Prof.Dr. Kâşif Hamdi Okur raporla ilgili tafsilatlı bir sunum yaptı. Basın toplantısına, Diyanet İşleri Başkanlığı üst düzey yöneticileri, çalışanları ve çok sayıda basın mensubu katıldı.
Terör örgütü elebaşının konuşmalarında ve yazılarında İslamiyet’le taban tabana zıt sapkın fikirlerini ifade ederken nasıl bir söylem kullandığı ve bu söylemin İslami açıdan ne tür sorunlar taşıdığının bütün yönleriyle anlatıldığı raporun hazırlanması sırasında, örgüt elebaşının Türkçe olarak basılmış olan 80 kitabının incelendiği, 40 bin dakikayı bulan yani yaklaşık 670 saatlik sesli ve görüntülü konuşmasının dinlendiği, çıkardığı dergilerin ve dergilere yazdığı bütün başyazıların incelendiği belirtildi.
Raporda terör örgütü elebaşının yönteminin ana unsurları; yanlış bilgileri doğru bilgilerle harmanlayarak, karıştırarak vermek, hemen her konuşmasında mutlaka saptırıcı bir ifadeyi satır aralarına gizlemek, birden fazla anlama gelen ifadeler kullanarak karmakarışık bir din kavramının ortaya çıkmasını sağlamak, kelime kalabalığı oluşturarak muğlak anlamlar üretmek, kendini kastettiği halde üçüncü şahıslar üzerinden konuşmak, kibrini tevazu olarak pazarlamak, inananların itibar ettiği zatları çıkarı için şahit göstermek, bütün konuşmalarında tiyatro benzeri bir oyun sergilemek, gösteriyi anlamın önüne geçirmek, söyleyeceği şeylere meşruiyet devşirmek için önce zemin hazırlamak olarak sıralandı.
Raporda ifade edilen diğer önemli bir husus da terör örgütü elebaşının söylemleri üzerinden İslamiyet’i Hıristiyanlık ile birleştirmeye çalışmasıdır. Öyle ki bu faaliyetini 1963 Vatikan Konsülünün dinler arası diyaloğa yüklediği anlamdan çok daha öteye taşımıştır. Küresel bir istismara doğru koşarken dinlerin de izdivacını sağlama gayretine girmiştir. Bu izdivaç safsatasından da “İsevi Müslümanlar” gibi garip söylemler üretmeye başlamıştır. Yeri gelmiş teslis inancını savunmuş, yeri gelmiş Yunan tanrılarından söz etmiştir. Herkül’ün resimleri örgütün yayın organı olan Sızıntı dergisinin kapağına defalarca taşınmıştır. Sızıntı dergisinde yayınlanan 19 bin resim incelendiğinde bunlardan 8 bininin birtakım başka inanç dünyalarının sembolleri olduğu tespit edilmiştir. Sızıntı’nın nice kapaklarında kucağında İsa bulunan Meryem timsali ile karşılaşılmıştır. Böylelikle insanların inancını zedelemiş, bilinçlerini değiştirmeye çalışmıştır. Zihinleri yeterince bulandırdıktan sonra bütün konuşmalarında işi Mesih’e bağlamıştır. Mesih meselesini neredeyse müstakil bir öğretiye dönüştürmüştür. Bu öğretiye göre haşa Hazreti Muhammed Hazreti Meryem ile evlenmiştir ve haşa Hazreti İsa’nın babasıdır. Yani bir yönüyle Hazreti Muhammed Ruhü’l-Kudüs’tür, haşa Hristiyanlıktaki teslis akidesindeki üçlemenin bir tanesidir. Dolayısıyla koyu Hristiyanların, idealist Papaların bile aklına gelmeyen hezeyanlarla iki dini sözde birleştirmek istemiştir.
Daha çok Diyanet İşleri Başkanı Prof.Dr. Mehmet Görmez’in basın toplantısındaki konuşmasından yaptığım yukarıdaki alıntılardaki tespitler çok önemliydi. Özellikle de “dinler arası diyalog” safsatasının tehlikesi konusunda yıllardan beri tabir yerindeyse davul çalındığı hâlde, din konusunda Türkiye’deki en yetkili resmî kurum tarafından nihayet hakkın teslim edilmesi ve bu gerçeklerin resmen bir rapor halinde açıklanması fevkalade yerinde olmuştur. Kanaatime göre bütün bunlardan da önemlisi makamında son günlerini geçiren Diyanet İşleri Başkanı’nın böyle bir raporun çok ama çok gecikmiş bir çalışma olduğunu samimi olarak itiraf etmesi ve bu konuda kendisinin de sorumlu olduğunu kabul etmesidir. Bence Başkan FETÖ konusunda kendisinin ve toptan Diyanet’in ihmali olduğunun itirafını, en azından hain darbe girişiminden hemen sonra yapmalıydı. Bu konuda önünde çok önemli bir örnek de vardı. 3 Ağustos 2016’da toplanan Olağanüstü Din Şurası'nda Cumhurbaşkanı Erdoğan şöyle konuşmuştu:
“Yurtdışında yürüttükleri eğitim faaliyetlerinin hatırına bunlara müsamaha gösterdik. Hatta ve hatta Allah dedikleri için müsamaha gösterdik. Ortak bir yanımız var dedik. Ama aynı menzile farklı yollardan giden bir yapı olarak gördüğümüz bu yapının, sinsi emellerin örtüsü olduğunu uzun süre göremedik. 2010 yılından itibaren bu tespiti paylaştığım üst kademe yöneticisi oldu. O yıldan itibaren tavrımız değişti. 2012 yılından itibaren bu yapıyla ilgili rezervlerimizi ortaya koyduk. Her şeye rağmen, bu hain örgütün gerçek yüzünü çok daha önceden ortaya dökememiş olmanın üzüntüsü içerisindeyim. Bundan dolayı hem Rabbimize hem de milletimize verecek hesabımız olduğunu biliyorum. Rabbim de milletim de bizi affetsin.”
Siyaset kurumunun, sorumluluğu en üst seviyede ve bu kadar açık bir şekilde üzerine almasından sonra, kendisini atayan ve emrinde olduğu Hükûmet’in çizdiği çerçevenin dışına çıkması pek de kolay olmayan görevlilerin itirafı çok daha kolay olmalıydı. Biz şimdi Başkan’ın samimi itiraflarına bir göz atalım:
“Şimdi hep birlikte bu mankurtlar nasıl oluştu, bu robotlar nasıl oluştu diye soruyoruz 40 yıl sonra. Bir konuşmasında kendi mensuplarına diyor ki, ‘Ben sizin sol omuzunuzdaki meleklere talimat verdim, günahlarınızı yazmayacak’. Öyle olunca her türlü günahı, her türlü cinayeti nasıl meşrulaştırdığını da anlamış oluyoruz. Ama maalesef çok gecikmiş olarak. Kalabalık kelimelerle inşa edilmiş karmakarışık bir öğretinin çekirdeğine inmek takdir edersiniz ki kolay değil. Din İşleri Yüksek Kurulunun bir yıllık çalışma sonrasında ortaya koyduğu bu rapor, zihnimizi bu tür istismarlara karşı daha duyarlı kılmaktadır. Diyanet İşleri Başkanlığı sadece bu yapıyı değil, Din-i Mübin-i İslam’ı istismar eden her hareketi, bütün cinayetleri ortaya çıktıktan sonra değil, doğrusu bizatihi başladığı zamandan itibaren takip edip toplumla paylaşmak durumundadır. Bunun neden olmadığını ve olamadığını doğrusu ayrıca başka bir tartışmada genişçe ele almak isterim.
İnsanları dinleri konusunda duyarlı kılmak, onlara dinde feraseti öğütlemek elbette Diyanet İşleri Başkanlığının asli vazifeleri arasındadır. Şu günlerde gördük ki bu vazife ziyadesiyle önemlidir. Şahıslardan, kişilerden bağımsız olarak Başkanlık, bu kurumsal vazifesini ifa etmek durumundadır. Bu kötü tecrübenin ardından şunu ifade etmeyelim: Başta şahsım olmak üzere bütün din âlimleri, sureti haktan görünen karanlık yapıların kirli emellerine karşı müminlerin kalplerini, zihinlerini vakitlice uyandırmak zorundadır. Kur'an, sünnet ve aklıselimin gerçek esaslarını güçlü ve hikmetli bir sesle hatırlatmak âlimlerin en büyük vazifesidir. Aksi halde yeniden bu kötülük örgütleri galebe çalacak ve bugün olduğu gibi âlimler hep mahcup olacaktır. Allah bir daha bizleri mahcup eylemesin. Durum böyleyken on yıllardır konuşan FETÖ elebaşını neden daha önce ifşa edemediğimiz sorgulanmak durumundadır, sorgulanabilir elbette ve sorgulanmalıdır. Bunlar ortaya çıktıkları günden, cinayetlere başvurmaya başladıkları andan itibaren ben bu özeleştiriyi yapageldim. Fakat bu sorumluluk sadece Diyanet’e mi aittir, sadece din alimlerine mi aittir? Başkanlık, halkı din konusunda aydınlatmak, onu basiretli kılmak, onu yalancı dindarlıklara terk etmemekle mükelleftir. Peki ya üniversitelerin görevi yok mudur? Türkiye’de 100 ilahiyat fakültesi var. Bir tane mastır tezi olmaz mı, bir tane doktora tezi yapılamaz mıydı? Yapıldı, ama övgülerle dolu tezler yazıldı. Maalesef… Bu tarz yapılar karşısındaki sorumluluk hepimizindir. Millet olarak hepimizindir. Bu sorumluluktan elbette kaçamayız. Onu başkalarına yükleyemeyiz. Onu birbirimize de yükleyemeyiz. Basiretli olmalıyız. Basireti, feraseti birbirimize öğütlemeye devam etmeliyiz.
Ancak bu duyarlılıkta ifrat ve tefrite kaçmamalıyız. 80'li 90'lı yıllarda FETÖ bütün bunları yaparken, bir yandan İslam'ın en masum çalışmaları irtica diye damgalanıyordu. İslam'da aşırılık eğilimlerini tespit etmeye karşı, Kur'an kurslarındaki çocuklar düzeyine inecek derecede açık olan gözler, FETÖ'ye karşı tuhaf bir körlükle buğulanıyordu. Bunu hiç kimse unutmamalıdır. Bugün ise FETÖ örgütüne karşı gözlerimiz açıldı, fakat yine ferasetli olmalıyız. Belki bu tarafa açtığımız gözler, başka noktaları kaçırıyor, oralara karşı kapalı kalıyordur. Başkanlığın, kurumların ve üniversitelerin görevi, her yöne gözü açık kalmaktır. Bu gözler cemiyete sadece güzel ahlaklı bireyler yetiştirmekten başka bir amaç gütmeyen dinî yapılara karşı da ön yargılı olmamalıdır.”
2003’ten beri kesintisiz olarak 7 yıl Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı ve 7 yıl da Diyanet İşleri Başkanı olarak 14 yıl görev yapan Prof. Dr. Mehmet Görmez’e bundan sonraki görevlerinde başarılar dilerim.