Ne mutlu bizlere ki İslam’ın beş şartından biri olan “hac” ile gerekli şartları sağlayanlara vacip olan kurban ibadetlerinin yapıldığı günlere bir defa daha eriştik. Dünyanın her yerinden Mekke-i Mükerreme’ye gelen iki milyondan fazla Müslüman, Arefe günü Arafat’ta vakfeye durarak “hacı” oldular. Bu mesut topluluğun arasında Türkiye’den giden 80 bin vatandaşımız da vardı. Hepsinin hacları mübarek olsun. Cenabı Hak kontenjan sebebiyle bu sene gidemeyenlere, ileriki yıllarda gitmeyi nasip eylesin.


Hem mal hem de beden ile yapılan ibadetlerden olan hac, Hicret’in 9. yılında farz oldu. Şanlı Peygamberimiz o yıl Hazreti Ebû Bekir’i emir tayin ederek Ashabını hacca gönderdi. Ertesi yıl yüz tane kurbanlık deve hazırlayıp kendisi hacca gitti. Bu Peygamber efendimizin hem ilk hem de son haccıdır. Hacdan döndükten üç ay sonra vefat etti. O sebeple bu hacca “Veda Haccı” denir. Bu sene Müslümanlar 1431’inci defa hacca gittiler. Kabul olan bir hac çok kıymetlidir. Peygamberimiz efendimiz, “Hac edenin geçmiş günahları af olur.” buyurmuştur.


YERYÜZÜNDE YAPILAN İLK MABET


Bir ibadet olarak “hac”, belli bir yeri, belli bir zamanda, belli şeyleri yaparak ziyaret etmek demektir. Bu belli yer Kâbe-i Muazzama’dır. Kâbe yeryüzünde yapılan ilk mabettir. Cenabı Hakk’ın emriyle Âdem Aleyhisselam tarafından inşa edilmiştir. Yeryüzünün en kıymetli yeridir. Dünyadaki bütün Müslümanların günde beş vakit namaz kılarken yöneldiği kıblesidir. Kıble, Kâbe’nin binası değil arsasıdır. Yani yerden Arş’a kadar, o boşluk kıbledir. Bunun için denizin altında, yüksek dağların tepesinde ve uçakta da namaz bu yöne doğru kılınır. Hacı olmak için de aslında Kâbe’nin binasına değil, o arsaya gidilir. Kâbe ilk görüldüğünde yapılan dua reddolmaz. Hacca veya umreye gidenler bu fırsatı iyi değerlendirmelidir.


Kâbe görünüşte dünyadaki evlerden biridir. Gerçekte ise ahirettendir. Kâbe dünya ve ahireti kendinde toplamıştır. Beytullahtır. Rabbimizin üstün ve faziletli kıldığı eşsiz bir yerdir. Müslümanlar asırlardan beri, heybetini ve haşmetini bizzat Cenabı Hakk’ın verdiği o binanın etrafında tavaf eder, gözlerini ondan alamazlar.


Dünyadaki camilerin en kıymetlisi Kâbe-i Muazzama, sonra bunun etrafındaki Mescid-i Haram, sonra Medine-i Münevvere’deki Mescid-i Nebî, sonra, Kudüs’teki Mescid-i Aksâ, sonra Medine-i Münevvere yakınındaki Kubâ Mescidi’dir.


 

 



 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

ÂDEM VE İBRAHİM ALEYHİSSELAM’IN HATIRASI

Rivayetlere göre Âdem Aleyhisselam’ın inşa ettiği temelin üzerine Cenabı Hak bir ev indirdi. Bu ev Cennet yakutlarından bir yakut olup parıl parıl parlıyordu. Cennetten gelen bu ev Âdem Aleyhisselam’ın vefatından sonra tekrar göklere kaldırıldı. Evlatları önceki temellerin üzerine taştan ve çamurdan bir bina yaptılar. Bu bina Nuh Aleyhisselam zamanındaki tufana kadar zaman zaman tamir edildi ise de tufanda yıkıldı. Ancak bulunduğu mevki insanlar tarafından daima bilinir ve saygı gösterilirdi. Nihayet İbrahim Aleyhisselam Kâbe’yi yeniden yapmak üzere Cenabı Hakk’ın emriyle Mekke’ye geldi. Oğlu İsmail Aleyhisselam ile Hacer validemizi yıllar önce oraya bırakmıştı. Hazreti İbrahim ile oğlu Zemzem kuyusunun başında karşılaştılar ve sevinçle birbirlerine sarılıp hasret giderdiler.


Bir rivayete göre Kâbe’nin yerini İbrahim Aleyhisselam’a Cebrail Aleyhisselam gösterdi ve binayı nasıl yapacağını tarif etti. İbrahim Aleyhisselam oğlu İsmail ile birlikte temel kazmaya koyuldular. Âdem Aleyhisselam zamanında kazılan temeli buldular. Aynı temel üzerine Kâbe’yi inşa etmeye başladılar. Nihayet Kâbe’nin duvarları yükseldi ve yukarıya taş yetişemez oldu. Bunun üzerine büyükçe bir taş getirdiler. İbrahim Aleyhisselâm bu taşa basarak duvarı örmeye devam etti. Mübarek ayağının izi çıkan bu taşa da Makam-ı İbrahim dendi. Tufanda kaybolan Hacerü’l-Esved taşı da Ebû Kubeys dağından getirilip Kâbe’deki yerine yerleştirildi.


PEYGAMBER EFENDİMİZİN HAKEMLİĞİ


Kâbe-i Muazzama, İbrahim Aleyhisselam’dan sonra zaman zaman yıkılıp yeniden inşa edilmiştir. Bunlardan biri Peygamber efendimize peygamberliği bildirilmeden önce olmuştur. Peygamber efendimiz inşaatın bitiminden sonra Hacerü’l-Esved’i yerine kimin koyacağı konusunda Kureyş kabileleri arasında çıkan anlaşmazlığı güzel bir şekilde çözmüştür. Bir örtü istemiş, onu yere sererek Hacerü’l-Esved’i örtünün üzerine koymuş ve “Her kabileden bir kişi bir ucundan tutsun.” buyurmuştur. Taşı, konulacağı yere kadar kaldırtmış, sonra kendisi taşı kucaklayıp yerine koymuştur. İşte 1431 senedir Müslümanlar bu mübarek mekânları ziyaretlerinde hem hac farizasını yerine getirmekte hem de Âdem, İbrahim, İsmail ve Muhammed Aleyhisselam’ın mübarek hatıralarının izlerini sürmekte ve sanki o günlerde yaşıyormuş gibi bunun manevi zevkini yaşamaktadırlar. Nimete kavuşanlara afiyetler olsun.


OSMANLILARIN HİZMETLERİ


Daha sonra Kâbe, Abdullah bin Zübeyr ve halife Abdülmelik bin Mervan’ın Mekke valisi olan Haccac bin Yusuf zamanlarında iki defa yıkılıp tekrar yapıldı. Haccac bin Yusuf kuzey duvarını yıkıp Hatîm’i dışarıda bıraktı. Batı kapısını kapattı, doğu kapısını yükseltti. Böylece Kâbe-i Muazzama bu günkü hâline geldi. Bundan sonra Kâbe artık tekrar yıkılıp yapılmadı. Ancak zaman zaman Osmanlı sultanları tamirat ve tezyinat yapmışlardır. Mesela 1612 senesinde Sultan Birinci Ahmed Han, seksen bin Osmanlı altını harcayarak tamirat yaptırmış, bundan sonra oğlu Dördüncü Murad Han 1630’da pek çok altın sarf ederek tamir ve tezyinatta bulunmuştur. Bu noktada önemli bir ayrıntı da Osmanlıların Kâbe’ye gösterdikleri büyük hürmet sebebiyle Mekke’de ondan daha yüksek bina yapmamış olmalarıdır.


Osmanlılar zamanında Harem-i Şerif’in etrafında, İstanbul camilerinin avlularında olduğu gibi üç sıra kubbe vardı. Osmanlı revakları denilen bu kubbelerin sayısı 500 idi. Kubbelerin altında 462 sütun vardı. Bunlardan 218 adedi mermer olup yuvarlaktı. Diğerleri ise Şemasi Dağı’ndan getirilmiş sarı renkli taştan yontma olup altı veya sekiz köşeli idi. Ne yazık ki Osmanlı hatırası olan bu kubbeler 2012 yılında yıkılmış, sütunlar ve kaideleri kaldırılmıştır. Hâlihazırda mermer sütunlardan bazıları yeni yapılan revakların altına yerleştirilmiştir.


Hacılarımızın kavuştuğu bir diğer nimet de Medine’de Peygamber Efendimizin kabrini ziyaret etmekle şereflenmeleridir. Peygamber Efendimizin kabri ile minberi arasındaki bölüme Ravza-i Mutahhara denir ki hadis-i şeriflerde buranın Cennet bahçelerinden bir bahçe olduğu bildirilmiştir.


Kıymetli okuyucularımın mübarek Kurban Bayramını candan tebrik eder, aileleri ile birlikte ağız tadıyla güzel bir bayram geçirmelerini dilerim.