Emre Çakmak kardeşim aramıştı. Ses tonundan iyi olmadığını hissetmiştim. Hayrola diye sormaya kalmadan "İbrahim Toru vefat etmiş" dedi. Şaşırdım, yutkundum. Kendisini o kadar güzel ifadelerle bana anlatmıştı ki "Urfa'ya ilk gidişimde mutlaka tanışacağım" demiştim. Hatta Emre ile bu hususta sözleşmiştik. Urfa'ya sırf bu güzel insanın gönül sofrasına misafir olmaya gidecektik. 

Lakin gelen telefon bu hayalimizi bir anda hüzne, tebessümümüzü ise tefekküre dönüştürmüştü.

O güzel insanlar, güzel atlara binip gittiler ifadesi var ya...

Tam da o ifadeye muhattap bir adamdı İbrahim Toru...

Emre bana bununla olan dostluk bağından söz ettikten sonra hemen her gün bahsi geçiyordu. Ben de çeşitli sosyal medya uygulamalarından takip ediyordum.

Takip ettikçe takdir ediyordum...

Hayatımda hiç görmeyip tanımadığım bir adamı sevmiştim.

Duruşu, vizyonu, yüreği ile gerçekten Urfa'da bir dostumuz daha olacak diye seviniyordum.

Öldü, tanışamadık ama yine de dostumuz oldu!

Emre ile cenazesine katılmaya karar verdik. Ailesini görmeye, zor günlerinde acılarına ortak  olmaya gittik.

Urfa'ya hayatımda ilk kez o zaman gitmiştim. Tabi biz gidene kadar cenaze kaldırılmıştı. Taziyesi ise "Kanal Urfa" binasında...

Taziye adresine uğramadan önce kendisiyle tanışmaya, mezarlığa gittik. Yabancıyız. Urfa'yı bilmiyoruz, cenaze sahiplerine de soramıyoruz. Nasıl olsa tanınan biri, sora sora buluruz hesabıyla sormaya başlamıştık.

Beni şaşırtan esas nokta tam da burada...

Bir insan bu kadar mı güzel anılabilir? Bu denli mi sevilebilir? Görmeyen kaldıysa bile duymayan kalmamıştı İbrahim Toru'yu...

Polisinden esnafına, dilencisinden çiftçisine...

Her gönülde bir iz, gök kubbe altında hoş bir sada bırakmıştı İbrahim Toru.

Kime sorduysak adres göstermek yerine bir iç çekerek başlıyordu hasbihale...

Kendisini hiç görmeyen bir adam bile "yahu ne kadar iyi bir adamdı" deyip girdi cümleye...

Mezarlığı ve Toru'nun mezarını bulana kadar birkaç kişiye sorduk.

"Valla her kimse de çok iyi bir adammış, heryerden gelip soruyorlar, helal olsun" diyene bile rastladık...

Tabi bunları duydukça ve gördükçe daha çok sevmiştim Toru'yu...

Hüznüm daha ziyade artmıştı.

Nihayetinde mezarına ulaştık.

Kabuğuna sığmayan o koca yürekli adam 2 metre kareyi bulmayan bir toprak parçasına sığmıştı işte...

Hayat ne kadar garip gelmişti gözüme...

Tüm çaba ve koşuşturmalar boşu boşunaydı. İnsan bir şekilde yaşıyor ve mutlak sona ulaşıyordu. Dünya senin de olsa yar olmuyordu mezarına...

Herkesi, herşeyi terk edip Rabbine gidiyorsun ya...

İbret alıp idrak edebilene ne mutlu!

Mezarlıkta belki de ilk defa bu denli hüzün sarmıştı beni. Emre'den utanmasam ağlayacaktım. İyisi mi "gönlümden damıttıklarım, göz pınarlarımda biriksin" demiştim...

Taziye adresine geçmiştik. Kardeşleri ve yakınları ile hasbihal eylemiştik.

Samimiyet, vakar, tevazu...

Hepsi ayrı bir Toru idi sanki.

Bizimle özel olarak ilgilenseler de her misafirle tek tek ilgilenmeleri çok hoşuma gitmişti. Misafirperverliklerini taziyede dahi en üst düzeyde hissettiriyorlardı. Takdir edip şaşırıyordum sadece. Bizim normal hayatta başaramadığımız dostane yaklaşımı acılı günlerinde dahi en iyi şekilde yaşatıyorlardı insana... 

Taziyeye Stk'lardan tutun da vekillere ve bürokratlara kadar, dilencisinden tutun, ayakkabı boyacısına kadar iz bıraktığı herkes geliyordu. Herkesin bir anısı vardı ve anlatıyordu. Çoğu insanın darında ve zorunda yanında olmuş gönüllere taht kurmuştu. Hiç görmediği halde hayatına dokunduğu insan azımsanmayacak kadar çoktu. Kendisini hayra adayan güzel bir adamdı İbrahim Toru...

Bizim gibi dışarıdan gelen kişiler için Urfa'da bulunan otellerden tutulmuştu. Sadece taziye misafirlerine ayrılmıştı. Geceyi otelde geçirdik ama benim için zor bir geceydi. Emre ile kıvranıp durduk. Dayanamayıp duygusala bağladık.

Nasıl dayansın insan...

Selam, dua ve rahmetle...