YAĞMUR TANYILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...
ESİN’in yazarı ZEYNEP ÖZDEMİR DOĞAN ile bir araya geldik. Yazmaya nasıl başladığından, hayatından, bundan sonraki projelerinden ve en çok da Esin’den konuştuk.
Hoş geldiniz Zeynep Hanım. Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Kimdir Zeynep Özdemir Doğan? Neler yapar?
Çok teşekkür ederim öncelikle. 1972 doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım Zonguldak'ta geçti. Yaklaşık 35 yıldır İstanbul’da yaşıyorum. Evliyim ve iki çocuğum var. Eşimle birlikte kendi firmamızda şehir rehberleri ve haritalar üretiyoruz. Bunun dışında kitap okumak ve yazmak en büyük tutkularımdan biri. Hayatımdaki küçük mutluluklar ise sakin vakit geçirmek, yürüyüş yapmak, müzik dinlemek ve sıcak bir kahve eşliğinde sevdiğim biriyle sohbet etmekle tamamlanıyor diyebilirim. Bunlar hayatın tadı benim için.
Yazmaya nasıl başladınız? Sizi teşvik eden biri ya da bir olay oldu mu?
Yazmak, çocukluğumdan beri kendimi ifade etmenin en doğal yolu oldu. Okumayı da yazmayı da hep çok sevdim. Okul hayatım boyunca kompozisyon ve şiir yarışmalarında okulu temsil eden öğrencilerden başında yer aldım. Sonraki yıllarda daha çok kısa metinler ve şiirlerle devam ettim, zamanla yazmaktan çok okumaya yöneldim. Ama üç yıl önce kaybettiğim annem için yazdığım kısa bir metin, içimde yıllardır sessiz kalan duyguları harekete geçirdi. O yazı bana, ona dair eksik kalan bir şeyleri tamamlamışım gibi hissettirdi. Sanki kelimeler aracılığıyla ona ulaşabilmiş, ona dokunabilmişim gibi... Ve o an içimden güçlü bir ses yükseldi: “Evet, yazmalıyım.”
Ailemin de ısrarı ve desteğiyle, bir gün cesaretimi topladım ve kalemimi elime aldım. O gün bugündür yazı benimle, ben yazıyla yol alıyorum.
Gelelim Esin’e… Nasıl çıktı ortaya? Neler anlattınız?
"Esin, ismi gibi ilhamla yazıldı."
Esin, tıpkı adı gibi, kendi yolunu kendi çizen bir hikâye oldu. Yazmaya başladığımda ne karakterler ne de olaylar tam anlamıyla belliydi. Sadece bir şok anı vardı; gerisi sayfa sayfa benimle birlikte gelişti. Esin’in kim olduğunu, neye özlem duyduğunu, neyi aradığını yazarken keşfettim. Zamanla fark ettim ki; aslında hepimizde biraz Esin var. Belki en çok da bende. Tıpkı annem için yazdığım metinde onun yapamadıklarını yazıyla yapmış olmam gibi, Esin de bir yanıyla beni ve benim gibi binlerce kadını anlattı. Kimi zaman bir suskunlukta, kimi zaman bir isyanda, kimi zaman da bir hayalin kıyısında... Bu hikâye sadece bir karakterin değil, aynı zamanda kendini arayan, ait olduğu yeri sorgulayan ve yeniden var eden tüm kadınların hikâyesi oldu.
“Her kadın gibi binlerce duyguyu yoğuran, şekillendiren ve göğe savuran bir kadının hikâyesi...” diyorsunuz Esin için. Kadınların bu kitaptan çıkaracağı bir ders var mı sizce? Eğer varsa nedir kitabın verdiği mesaj?
Özellikle bizim gibi toplumlarda ve hatta tüm dünyada kadın, bir bedene birden fazla kimlik sığdırmak zorunda. Biraz da naturamız bu. Bu bizim bereketli yanımız ama hangi kimliğin ruhunu taşıyacağımız bize bırakılmadığında, çorak bir toprağa dönüyor pek çok kadın. Rengini, kokusunu ve sesini kaybediyor zamanla. Aslında nasıl olduğunu o bile unutuyor. Bu kitap tam da bunu anlatıyor aslında. Kim olduğumuzu hatırladığımız o büyülü an, geç kalmış olmayalım. Başkaları için değil, aynada yabancı bir yüzle karşılaşmamak için kim olduğumuz önce biz keşfedelim. Sevilmeyi bekleyen desenlerimiz önce biz görüp fark edelim ve sevelim.
İsmi neden “Esin” oldu peki?
Bu isim, tıpkı hikâyenin kendisi gibi içimden geldi. Ne planladım ne düşündüm; ilk kelime, ilk ses o oldu. Belki de hem bir kadının adı hem de bir ilhamın adı olabildiği içindir.
Yazarken en çok ihtiyacım olan şey, “esin”di gerçekten de. Ve bu hikâyenin, başka kadınlara da ilham vermesini çok istedim. O yüzden bu isim sadece bir karakterin adı değil, aynı zamanda bir çağrı gibi benim için. İçindeki sesi duyan her kadına, “Senin de yeniden doğabileceğin bir yer var,” diyen bir isim. İlginç olan şu ki, hayatımda Esin ismini taşıyan yalnızca bir tanıdığım varken, bugün bu kitap sayesinde pek çok Esin tanıyorum. Her biri ve tanışma şansı bulamadığım her Esin, bana kitabımın hediyesi oldu.
Aynı zamanda 2 çocuk annesi bir kadınsınız. Hatta kızınızın doktor olduğunu biliyorum. Yazarlık yolculuğunuzda çocuklarınızın desteğini görüyor musunuz? Biraz da annelikten bahsedelim isterim.
Evet, kızım doktor; oğlum da tıp fakültesi öğrencisi. Onlar, Deniz’im ve Barış’ım, benim göğe uzanan dallarım… Yazarlık yolculuğumda en büyük gücü onlardan aldım. Her aşamada yanımda oldular, beni motive ettiler, gururlandırdılar. Annelik, benim için tarif edilemez bir bağ. Aşkla eşdeğer bir his. Her geçen gün yeni bir yüzünü keşfettiğim, hiç tükenmeyen bir derinlik. Ben anneliği hiçbir zaman “fedakârlık” olarak tanımlamadım. Hatta çoğu zaman alanın anne olduğunu düşünürüm. Çünkü böyle bir sevginin gerçek karşılığını, sadece evlatlarımız kendi çocuklarına verebilir. Yani biz anneler, sevgide hiçbir zaman alacaklı değiliz; bu bağ zaten başlı başına bir armağan. Çocuklarım bana, onlar için saçını süpürge edip kendini yok sayan bir anne istediklerini hiç hissettirmedi. Aksine, ben kendi varlığımla görünür oldukça, onlar daha da mutlu oldu. Bu da en büyük itici gücüm oldu. Her konuda danıştığım, akıllarına ve duygularına sonsuz güven duyduğum ekip arkadaşım oldular aynı zamanda. Onlar benim kendime yaptığım en büyük iyilik.
Bundan sonraki projeleriniz neler? Yeni kitap çalışmalarınız var mı? Okurlarınıza da buradan duyurmuş olalım.
Elbette var. İkinci kitabım Cam Koza basıma hazır; sadece onu okurlarla buluşturmak için doğru zamanı bekliyorum. Aynı zamanda üçüncü kitabımın yazım süreci devam ediyor.
Bunlara ek olarak, düzenli olarak öyküler yazıyorum. Şu anda iki farklı edebiyat dergisinde yazı ve şiirlerimle yer alıyorum. Yazının olduğu her yer benim için bir ifade alanı. Sözün, duygunun, düşüncenin iç içe geçtiği o alanlarda var olmak, hem bir üretim süreci hem de bir yolculuk benim için.
Sizin kendinize örnek aldığınız yazarlar var mıdır? Ya da başucu kitaplarınız var mıdır?
Aslında yazarlık söz konusu olunca “örnek almak” demeyi çok doğru bulmuyorum. Çünkü her kalemin tadı, kokusu farklıdır; her yazarın yürüdüğü yol kendine özgüdür.
Ama hayranlıkla okuduğum, benim için bu toprakların en büyükleri olan yazarlar var elbette. Listenin en başında Yaşar Kemal, Nazım Hikmet, Vedat Türkali ve Zülfü Livaneli gelir.
Yabancı yazarlardan ise José Mauro de Vasconcelos ve Gabriel García Márquez benim en sevdiğim isimler arasında. Kadın hikayelerine gelince; çocuk yaşta beni derinden etkileyen Duygu Asena’yı unutmamak gerek. Ve elbette her kitabını severek takip ettiğim Ayşe Kulin, Elif Şafak ve buket Uzuner de benim için çok özel isimler. Onlardan öğrendiğim çok şey var ama her yazarın kendine ait bir sesi ve yolu olduğuna inanıyorum; benim yolum da kendi hikayemi anlatmak üzerine kurulu.
Sizi tanıdığıma çok memnun oldum. Son olarak neler söylemek istersiniz?
Ben de sizi tanımaktan çok mutluyum, teşekkür ederim. Hayatımın her aşamasında yazmak, kendimi ifade etmenin en özel yolu oldu. Okurlarımla bu yolda buluşmak, düşüncelerimi ve duygularımı paylaşmak benim için büyük bir mutluluk.
Umarım Esin ve diğer çalışmalarım, herkesin içinde saklı kalan cesareti ve umudu keşfetmesine vesile olur. Herkese kendi sesini bulma cesareti dilerim.
Ve unutmayalım; her hikâye, anlatılmayı bekleyen bir mucizedir.