Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” 20 Nisan 571 tarihinde Mekke-i Mükerreme’de dünyaya geldi. Kırk yaşına gelince, Mekke’nin kuzeyi

Peygamber efendimiz “sallallahü aleyhi ve sellem” 20 Nisan 571 tarihinde Mekke-i Mükerreme’de dünyaya geldi. Kırk yaşına gelince, Mekke’nin kuzeyindeki Hira Dağı’nda bulunan mağarada Cebrail “aleyhisselâm” tarafından bütün insanlara ve cinlere peygamber olduğu bildirildi. Üç sene sonra aynı melek sürekli gelmeye başlayarak bütün Kur’ân-ı Kerîm’i yirmi senede indirdi. Cebrail “aleyhisselâm” kendisine yirmi dört bin kere gelmişti. 8 Haziran 632’de Medine-i Münevvere’de vefat etti. Hicri sene hesabıyla 63, miladi sene hesabıyla 61 yaşında idi.
Kendisine peygamber olduğunun bildirildiği 610 yılından vefatına kadar 22 sene boyunca İslam dinini insanlara bizzat tebliğ etti. Vefatından sonra dört halifesi ve onlardan sonra da Peygamber efendimizin kurduğu İslam devletinin devamı olan Emevîler, Abbâsîler, Selçuklular ve Osmanlılar İslam’ın bayraktarlığını ve dünya Müslümanlarının hamiliğini yaptılar. Bu İslam devletleri zamanında yetişen binlerce İslam âlimi, yüzbinlerce kitap yazarak İslam dinini bozulmadan devam etmesini temin ettiler.
İslam dininin gönderilmesi ile diğer bütün semavi kitaplar ve dinler yürürlükten kaldırıldı. Bu kitaplar zaten, daha önce insanlar tarafından tahrif edilmiş ve bozulmuş idi. Nitekim bugün aslı üzere Tevrat ve İncil yoktur. Olsa bile hükümleri yürürlükten kaldırılmış olduğundan geçerli değildir. Muhammed “aleyhisselam”ın gönderilmesi ile peygamberlik de son buldu. Ondan sonra peygamber gelmeyecektir. Onun dine davetinden başka diğer davetler kabul olunmaz.
İsa “aleyhisselâm” otuz yaşında peygamber olmuştu. Kendisine sadece on iki havarisi iman etti. Dünyada az kalıp otuz üç yasında, diri olarak göğe kaldırıldı. İncil ve Hristiyanlık tahrif edilerek kısa zamanda tanınmayacak hâle geldi.
EN BÜYÜK VE GERÇEK MÜFESSİR PEYGAMBERİMİZDİR
Peygamber efendimiz vefat ettiğinde 124 binden fazla ashabı vardı. Cebrail “aleyhisselâm” Kur’ân-ı Kerîm ayetlerini yirmi sene boyunca peyderpey şu anda okuduğumuz harflerle ve kelimelerle kendisine okumuş, o da mübarek kulakları ile işiterek ezberlemiş ve her vahiyden sonra hemen ashabına okumuştur. Kur’ân-ı Kerîm’in hepsinin tefsirini, hadis-i şerifleri ile ashabına bildirmiştir. Din âlimlerimiz büyük gayretlerle bu hadis-i şerifleri toplayıp tefsir kitaplarını yazmışlardır. Kur’ân-ı Kerîm’in gerçek müfessiri Peygamber efendimiz olduğundan, onun Kur’ân-ı Kerîm’den anladığının ve anlattığının dışındaki yorumlar geçersizdir.
Mezhep imamı demek, Peygamber efendimizin Kur’ân-ı Kerîm’den çıkardığı manaları, bilgileri, ashab-ı kiramdan ve onları gören ve dinleyen tabiinden işiterek toplayan, kitaplara geçiren büyük âlim demektir. Resûlullah’ın Kur’ân-ı Kerîm’e verdiği manaları ve açıklamalarını anlamak isteyen, bir mezhep imamının kitaplarını okur, bunlara uyar. Bu kitapları okuyup bunlara uyan kimse, o mezhepten olur. Bu ise, Resûlullah’a ve Kur’ân-ı Kerîm’e uymak demektir.
Ehl-i sünnet itikadındaki dört mezhebin imanları, ashab-ı kiramın ortak olan imanıdır. İmanları arasında esasta ayrılık yoktur. Birbirlerini din kardeşi bilirler. Birbirlerini severler. İmam-ı A’zam Ebû Hanife ve İmam-ı Malik tabiîndendir. İmam-ı Şafiî ile İmam-ı Ahmed b. Hanbel tebe-i tabiindendir. Asr-ı saadete en yakın zamanlarda yaşamış bu büyük insanların yazdıkları kitapları beğenmeyip bozuk asırların bozuk adamlarının kitaplarına güvenenlere çok şaşılır. Sonraki asırlarda, hele 14 asır sonraki günümüz din adamlarının söz ve yazılarına itibar edip etmeme konusundaki ölçü, “kudemâ”nın yazdıkları ve söyledikleridir. Onlara uygunsa kabul edilir, uygun değilse çöpe atılır.
AMELDE VE İTİKATTA MEZHEP İMAMLARIMIZ EHL-İ SÜNNETTİR
Ehl-i sünnet itikadını ortaya koyan Resûlullah’tır. İman bilgilerini ashab-ı kiram bu kaynaktan aldılar. Tabiîn de bilgilerini ashab-ı kiramdan öğrendiler. Daha sonra gelenler, bunlardan öğrendiler. Böylece, Ehl-i sünnet bilgileri bizlere nakil ve tevatür yoluyla geldi. Bu bilgiler akıl ile bulunamaz. Akıl bunları değiştiremez. Akıl bunları anlamaya yardımcı olur. Yani bunları anlamak, doğruluklarını ve kıymetlerini kavramak için akıl lazımdır.
Hadis âlimlerinin hepsi Ehl-i sünnet itikadında idiler. Amelde dört mezhebimizn imamları da bu mezhepte idi. İtikatta mezhebimizin iki imamı olan İmam-ı Mâtürîdî ve Eş’arî de Ehl-i sünnet mezhebinde idi. Her iki imam da hep bu mezhebi yaydılar. Sapıklara karşı ve eski Yunan felsefesinin bataklıklarına saplanmış olan maddecilere karşı bu tek mezhebi savundular. Bu iki büyük Ehl-i sünnet âliminin zamanları aynı ise de bulundukları yerler birbirinden ayrı ve karşılarındaki saldırganların düşünüş ve davranışları başka olduğundan, Ehl-i sünneti savunma metotları ve tenkitleri birbirinden farklı olmuştur. Ancak bu hâl, mezheplerinin ayrı olduğunu göstermez. Bunlardan sonra gelen yüzbinlerce derin âlim ve veli, bu iki yüce imamın kitaplarını inceleyerek ikisinin de Ehl-i sünnet mezhebinde olduklarını söz birliği ile bildirmişlerdir.
DİNİN BÜYÜK BİR DİREĞİ: İMAM-I A’ZAM
Ehl-i sünnetin dört büyük imamının birincisi İmam-ı A’zam Ebû Hanife, Muhammed “aleyhisselâm”ın parlak dininin büyük bir direğidir. Peygamber efendimizin vefatından 67 sene sonra, 699 yılında Kûfe şehrinde doğdu. Adı Numan, babasının adı Sabit’tir. Dedesi Sâsânilerin Huzistan valisi Hürmüzan (öl. 644), Hazret-i Ömer’in elinde Müslüman olmuştu. Ashab-ı kiramdan Enes b. Mâlik, Abdullah b. Ebî Evfâ, Sehl b. Sa’d-i Sâ’idî ve Ebu’t-Tufeyl Âmir b. Vâsile zamanlarına yetişmiştir. Tabiînden birçok büyük zatlarla ve İmam-ı Cafer Sadık’la sohbet etti. Çok hadis-i şerif ezberledi. Üstün bir aklı ve herkesi şaşırtan zekâsı vardı. Fıkıh ilminde az zamanda eşi, benzeri olmayan bir dereceye yükseldi. Talebesinden büyük müctehid Muhammed Şeybânî, derslerini ve sözlerini kitaplara geçirdi.
Son Emevî halifesi Mervan b. Muhammed’in (öl. 750) Irak valisi Yezîd b. Ömer b. Hübeyre (öl. 750), kendisine Kûfe Mahkemesi hâkimliğini teklif etti ise de zühd ve takvası da ilmi ve zekâsı gibi son derece fazla olduğundan kabul etmedi. İnsanlık icabı Cenabı Hakk’ın kullarının hakkını gözetmekte kusur edeceğinden korktu. Bunun üzerine vali kendisini hapsedip dövdürdü. Başına yüz on kamçı vurdurduğu hâlde yine kabul etmedi. Mübarek başı ve yüzü şişti. Ertesi gün hapisten çıkararak tekrar teklif edip sıkıştırdığında “Danışayım.” diyerek izin aldı. Mekke-i Mükerreme’ye gidip beş altı yıl orada kaldı.
ZEHİRLENEREK ŞEHİT EDİLDİ
Bu defa ikinci Abbâsî halîfesi Ebû Cafer Mensûr (öl. 775) tarafından Bağdat’a çağırıldı. Halife’nin emrettiği temyiz başkanlığını kabul etmediği için zindana atıldı. Her gün on kamçı artırılarak dövüldü. Kamçı sayısı yüz olduğu gün, İmam yıkıldı. Yatarken ağzına zehir akıttılar, şehit oldu. Büyük Selçuklu hükümdarlarından Sultan Melikşah’ın vezirlerinden Ebû Saîd-i Harezmî, Bağdat’taki mezarının üzerine mükemmel bir türbe yaptırdı. Daha sonra Osmanlı padişahları bu türbeyi çok defa tamir ve tezyin ettiler. Bağdat’ın A’zamiyye semtindedir.
Hanefî mezhebi, Osmanlı Devleti zamanında her yere yayıldı. Devletin resmî mezhebi gibi oldu. Bugün dünya yüzünde bulunan Müslümanların yarıdan fazlası ve Ehl-i sünnetin %80’i Hanefi mezhebindedir. Cenabı Hak, hükûmet adamlarının teklif ettiği dünya makamlarını elinin tersiyle geri çeviren ve bu sebeple1251 sene önce, 6 Mayıs 767 günü hapiste zehirlenerek şehit edilen bu büyük imama, sonsuz hazinelerinden bol bol karşılıklar ihsan etsin.