Zor bir süreçten geçiyoruz.

İnsanların dünyası çökmüş.

Sevdikleri toprağın altında kalmış

Elleriyle çıkarmışlar.

Yeniden toprağa vermişler.

Şartlar kelimelerin anlatacağı türden değil.

Kelimeler kifayetsiz.

Binlerce insanımız açgözlü "Müteahhitler" güvenli olmayan binalara izin verenler tarafından katledildi. (İşini düzgün yapanlar hariç)  

Anadolu'ya gelip yerleşik hayata geçeli 1000 yılı geçti, ama hala yerleşik hayatı idrak edemedik. 

Ve de öğrenemedik ev yapmayı, öğretemedik ev yapmayı. 

"Deprem Dede" olarak tanınan Prof. Dr. Ahmet Mete Işıkara, 1 Kasım 2010 günü Kayseri'de öğrencilere depremden korunma yollarını anlatırken, Türkiye'de nereye giderseniz gidin, deprem üretim odaklarıyla karşılaşırsınız. Bundan kaçarınız yok. Cennet bir ülkede yaşıyoruz, ama deprem açısından maalesef özürlü" demişti. 

Ve de ardından "Unutmayın deprem öldürmez, binalar öldürür demişti.

Öyle de oldu. Sütçü İmam'ın Maraş'ı yıkıldı. 

Şahin Bey'in Antep'i yıkıldı.  

Medeniyetler şehri Hatay yıkıldı.

Adana, Urfa, Diyarbakır, Kilis, Osmaniye, Adıyaman, Malatya yıkıldı. 

Ama yıkanlar düşman değil. Yıkanlar deprem değil. 

Yıkanlar, o binaları içindekilere mezarlık olarak yapanlar. 

Yıkanlar, mimari projeyi tam olarak uygulamayıp hırsızlık yapanlar.

Her defasında suçluların gözünün yaşına bakmadan hesap sorulacağı günü beklerken, göz kapaklarımız ağırlaşıp uykuya dalıyoruz. Taa ki bir sonraki felakete kadar uyumaya devam ediyoruz. Sonra suçu içinden fay geçen şehirlere yüklüyoruz. İçinden haramzadelik, ahlaksızlık, kural tanımazlık geçenler ne olacak? Hastanenin gecekondudan önce yıkıldığı bir yerde hangi fayın yakasına yapışacağız?

Yaptıklarımızdan veya yamadıklarımızdan başımıza gelenler için Allah'ı suçluyoruz. O yaptı!

Elbette, o dilemezse, izin vermez olmaz da. Bir de elimizle yaptıklarımızdan dolayı başımıza gelenler var. 

Biz zemin etüdü yapmayalım, temeli düzgün atmayalım, kolonları kurallara göre yapmayalım, duvarları olması gerektiği örmeyelim, biraz kumdan, biraz çimentodan kısalım, denetlemesi gerekenler işlerini eksik yapsın.

Sonra bina yıkılmış.

Deprem bu, binaları yıkar. Yerin altını üstüne getirir. 

Ama deprem binaları un ufak edemez. Toz duman edemez. 

Deprem ülkesi Japonya'da yıkılan her binanın yapanı, onay vereni, göz yumanı, denetleyeni dirilir dirilir bir kez daha intihar ederdi. Onlarda suçluysan yapacağın harakiri, bizde ise hala  kakara kikiri. 

Neyse. Biz kendi gerçeğimize dönelim ve bundan sonrası için ne yapılması gerektiğine bakalım.

Deprem bölgesindeki hasarlı evleri kontrol edecek yetkililere burada çok iş düşüyor.   

Binalarda hasar tespiti yapacak yetkililer işin uzmanı olmalı.

Hiç kimsenin gözünün yaşına bakmayın, hiçbir vebalin altına girmeyin, hasarlı binalara asla "tolerans" göstermeyin.

Şayet bina sahibi hasarlı olduğu halde, "benim evim hasarlı değildir" diyorsa o zaman o evin girişine "bu bina oturuma uygun değildir" diye kazıyın. 

Hatta kayıt altına alın ev kiralamak isteyen önce belediyeden onay alsın.

Dahası form doldurmak zorunluluğu getirilsin. Hasar kayıt altına alınan evlerden insanlarımız uzak tutulsun.

Yüksek binalar tek tek yıkılsın depreme gerçekten dayanıklı binalar inşa edilsin.

Devlet her yurttaşı ev sahibi yapamayacağına göre deprem bölgesindeki belediyeler bina yapıp uygun fiyata kiralasın. 

Kiralanan evlerin bakımını güvenliğini belediyeler üstlensin.

Elde edilen kira ile yeni sağlam binalar yapılsın, insanların kazancına göre fiyatları belirlesin. 

Bize gelirsek. Artık hepimiz biliyoruz, ülkemiz deprem ülkesi. 

Hem depremden korkup, hem de elimiz kolumuz bağlı oturup beklemek tam da bizim kalemimiz. 

Kendimize çeki düzen vermemizin tam zamanı. 

Nasıl mı? 

Hemen evi değiştiremezsek birkaç dübel, birkaç vida alıp eşyalarımızı sabitleriz.

Yatağımızın başucuna bir düdük bırakalım. Bu bizim niyetimizi gösterir.  

Asıl olması gerekenleri zaten biliyoruz.

Çok hızlı bir şekilde keyfimizden feragat edip asıl ihtiyacımız olan, bizi hayata tutunduracak olan önlemlere bakalım.

Evdir, çadırdır, konteynerdir.

Hem depremzedelerin yaralarını saralım, hem kendimizi yeni depremlere hazırlayalım.

Başka çaremiz yok. Aksi takdirde üzülen, kaybeden biz oluruz. 

Birey olarak ölürüz. Devlet olarak kaybederiz. Acı, keder, yokluk bizi bekliyor olur.