Boğazı seyreden adam gayr-ı ihtiyari bir an geriye bakmış sonra tekrar arkasını dönmüştü. Şule bankta oturanın tam on beş yıl önce her şeyi bı

Boğazı seyreden adam gayr-ı ihtiyari bir an geriye bakmış sonra tekrar arkasını dönmüştü. Şule bankta oturanın tam on beş yıl önce her şeyi bırakıp giden Murat olma ihtimalini işte o an düşünebilmişti. Acaba gerçekten o muydu? Bu yüzden ağacının altında öylece kalakalmıştı. On beş yıl önce sadece semtin değil neredeyse tüm İstanbul’un tanıdığı hareketli, idealist ve deyim yerindeyse ateş parçası delikanlı Murat mıydı? Bir zamanlar kitleleri peşinden sürükleyen adamın etrafında neden kimseler yoktu şimdi? Yıllar öncesiyle ne kadar tezattı bu?
Bu arada banktaki adam kız kulesine bakmayı bırakıp kafasını hafifçe önüne eğmişti. Ressamların resimlerinde sık işlediği bir görüntüydü. Durgun maviliğiyle insanı cezbeden bir boğaz, martıların çığlıkları ve yaşlı bir banktan keder ve düşünceler içinde uzakları seyreden bir adam. Şuleyse adım atıp atmama konusunda hala tereddütler yaşıyordu. On beş yıldır haber alamadığı herkesin İstanbul’u bırakıp gitti dediği, aslında bu bırakmanın sadece şehri değil aynı zamanda, evet şimdi itiraf edebilirdi sadık ve gizli sevgiliyi de bırakan Murat mıydı? Hiç beklenmedik bir zaman ve mekânda karşısında gördüğü kişi gerçekten o muydu? Tereddüt yerini hafif hafif heyecana ve sebebini bilemediği, belki de bilip de söyleyemediği korkuya bırakmıştı. Titreyen adımlarını atmalı, gitmeli, karşısına çıkıp konuşmalı mıydı? Acaba nasıl tepki verecekti? Yıllar sonra ilk cümleleri ne olacaktı?
Muratsa çoktan daldığı mor ve loş düşüncelerde kaybolmuş bırak arkasındaki tereddüt denizindeki kadını koca kalabalıkları bile unutmuştu. Şu an kıyıya vuran her dalga sesinde biraz daha derinlere düştüğünü, evet düşmek en uygun kelimeydi hissediyor, geçen yılları düşünüyor, düşündükçe eski yaralarını bilerek kanatıyordu. Hızlı ve coşkulu bir geçmiş, belirsiz ve asık suratlı gelecek…
Şule nihayet bir iki adım atabilmiş, kafasındaki bin bir tereddüt ve karmakarışık duygular içindeyken banka iyice yaklaşmıştı. Murat’sa bir an kafasını kaldırdı kolunu banka yaslayıp hafifçe yana döndü. Şimdi Şule’nin tüm soruları gitmişti. Bu evet oydu, Murattı.
Fakat beklenmedik bir şey oldu. O an Şule kendisini çarpan bir görüntüye tanık oldu. Murat’ı görmek onu bu kadar sarsacağını kim bilebilirdi. Yoo yo bu hiç de iyi olmamıştı. Çünkü artık yüzünü daha iyi gördüğü ve artık o olduğuna emin olduğu kişi perişan bir haldeydi. Yıllarca hayallerini meşgul eden adamın bu durumundan hiç hoşlanmamıştı. Şimdi boşluğa bakan adamın yıllar önce çevresindekilere ışık ve motive kaynağı olan kişi olduğu söylenemezdi. Karşısında duran ve görebildiği kadarıyla bakışlarında büyük savaşlardan dönmüş ama tüm hayat belirtilerini orada bırakmış kişilere benzeyen adamı Murat’ı keşke görmeseydi. Keder akan gözler, saçlara yağan erken karlar ve acı yaşanmışlıkların, hayal kırıklıkların tanığı yüzdeki çizgiler…
Şule bu kısa süre içinde yaşadığı karmakarışık duyguların yerini alan üzüntüye çoktan teslim olmuştu. Yıllar evvel yaptığını bir daha yaptı. Ani bir kararla geri döndü. Gözünde yaşlarla ve hızlı adımlarla arabasına yürüyor ve bir yandan da o idealist adamın neler yaşadığını, neleri görüp geçirdiğini,onu bu hale getiren şeyin ne olduğunu tahmin etmeye çalışıyordu. Kendisine göre büyük bir fedakârlık yapıp karşılaşmaktan vazgeçiren ve bir yandan da tüm geçmişini inkâr eden geri dönüşüne kahrederek arabasına girebildi… Gözü önünde geçmişin farklı yıllarından gelen kareler uçuşurken artık daha rahat ağlayabilirdi…
Murat arkasındaki Şule’den bu kısa zaman içinde nasıl bir duygu ve his anaforu yaşadığından habersiz tamamen kendi iç dünyasında sorular, hatıralar ve maalesef deprem enkazı arasında yüzerken son sigarasını yaktı. Sonra da eli ağır ağır cebindeki deftere ve kaleme gitti. Derin bir ah çektikten sonra şunları yazdı.
Aydınlanan ufuk, seher kuşları 
uykuya bulanmış çocuk bakışları.
Doğ bakalım doğ Her sabah inadına üzerimize yine ey acuze güneş.
Kaç milyon yıldır değişmez bu hep böyle...
Ve sen
hoş geldin yeni ve garip gün bir kez daha evimize.
Bilinmezlik getiren davetsiz misafir.
Şoklar, sürprizler, haberler heybende...
Nasıl da değişiyor hayatlarımız bak ellerinde!
Ne mahirsin sen!
Arasıra da dökülür neşe kırıntıların 
çatırdayan yıllarımızın 
kaybolan yollarımızın üzerine.
Yap bildiğin en iyi işi
çal azar azar umutlarımızdan
azalan hayatlarımızdan, 
Kandır biz avanelerini 
Kabulümüz ta en baştan.
Bir kere daha görsünler.
bir tarafta sen,
yani değişmez kazanan
ve diğer tarafta 
kaybetmek kaderi olan 
biz fukara çocukların...
Aynı saatlerde ise arabasının içinde Şule gözyaşlarının damladığı kağıda şöyle yazıyordu.
Her gecenin bir sabahı 
her kışın bir baharı var.
Bekle an gelir 
kapanır uçurumlar.
Yeter ki sen yıkılma! 
Ayakta kal!
Evet, gördüm yaran var. 
üstelik ağır, durmaz, kanar…
Bilirim acıtır 
bilirim canını çok yanar!
Sabret, zaman onu da sarar.
Yeter ki sen vazgeçme!
Ayakta kal!
Doğru krallar var, zalim
ama unutma insan ölümlü!
Toprak onları da yakalar.
Bu tipiler, sonsuz fırtınalar 
elbet bir gün geçer. 
Yeter ki sen düşme! 
Ayakta kal!
Sarsa da her yanı karanlıklar 
öldürme sakın umudunu
Aydınlanır elbet ufuklar.
"kün'" der bir gün Allah,
olura döner tüm olmazlar
Yeter ki sen inan
ve ayakta kal!