Özellikle son bir haftadır Türk Lirası’nın değerinde yaşanan kayıp finans tarihimize geçecek olumsuz bir dönem olarak

Özellikle son bir haftadır Türk Lirası’nın değerinde yaşanan kayıp finans tarihimize geçecek olumsuz bir dönem olarak karşımıza çıkıyor. Daha bir ay öncesinde Amerikan Doları, Türk Lirası karşısında 4,00’ın üzerinde kalıcı olur mu sorusu gündemde iken, bir anda 4,92 pariteyi görmek tam bir domino etkisi ile açıklanabilir. Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının peşpeşe yaptığı açıklamalar, Asya piyasalarının açık olduğu saatlerde pozisyon kapamaların hızlanması, ekonomi yönetiminin ‘tatmin edici’ açıklamaları yapmalarının belki de gecikmesi gibi sebepler birbirini tetikledi ve üstü örtülü bir devalüasyonla karşılaştık. Aslında ekonomi ile siyasetin ne kadar içiçe olduğunu gösteren bir dönemdeyiz. Ülke seçim tarihinde belki de en önemlisinin yaklaşmış olduğu bir dönemde bu hareketliliğin yaşanması tesadüf olamaz. Herkesin ekonomi ve piyasalarla ilgili yorum yaptığı, ama bu yorumların siyasi tercihlerden bağımsız olamadığı, ekonominin bilimsel temellerini ortaya koyan tespitlerin azınlıkta kaldığı bir dönemi yaşıyoruz. Kimileri bu dönemin sadece faiz lobisinin bir manevrası olduğuna inanırken, kimileri de ekonomi yönetiminin yetersiz kaldığını dile getiriyor. Dış borcun milyarlarca dolar olduğundan dem vuruyorlar. 10 gün önce de dış borcumuz bu seviyelerdeydi.( Son dalgalanmanın kur farkı hariç) O dönemde de ekonomi yönetimi aynıydı. Ne oldu da bu dalgalanma şimdiki zamanda yaşandı? Aslında bu sorunun cevabı ‘güven’ kavramı ile ilgilidir. Ekonomimiz dışa bağımlı bir yapıya sahip olduğu için, sürekli olarak yabancı yatırımcılara ‘havuç’ vermek durumunda… Havucun adı faiz… Bu havucu almayıp bir de güven unsurunda şüphe ederlerse hemen kaçıyorlar. Hatta ‘faiz artışı’ ortamımızı bile onlar hazırlıyor diyebiliriz. İşte o faiz lobisine bağlanan senaryo tam da bu. Bu görüş yanlış mı? Hayır… Gayet de doğru bir tespit. Faizi arttırdığımızda dövizin en azından daha fazla artışının olmadığı, belli bir bantta kaldığını gördük. İstediklerini kısmen ve şimdilik aldılar. Ama bu yeterli olmayacaktır. Yeni dalgalar, yeni senaryolarla karşılaşacağız. Seçim dönemimizdeki bu durgunluktan onlar faydalanacaktır. Şimdi diğer kanada gelelim. Bu noktaya gelmek bir kader miydi? Piyasamızın temellerini daha sağlam yapabilir miydik? Geç mi kaldık?


Borcun yüksekliğinden ziyade, bu borcu alıp nereye kullandığınız daha önemlidir. Yatırım yapıp, dış ticaretin gelişimine odaklanmayan bir borç sistemi eninde sonunda ‘faiz lobisinin’ eline düşer. Vakti zamanında IMF’ye olan borçlarımız çok konuşulurdu, şimdilerde, şimdilik IMF yok. Ama verimsiz büyüyen bir borç silsilesi var. Aldığımız o kadar borç nereye gitti? İnşaata, konuta, lüks tüketime, arabaya vb… Dolayısıyla bu ekonomik saldırıya hazırlıksız yakalandığımız gerçeği de doğrudur. Dünya ticaretinde söz sahibi olan markalarımız olabilseydi, enerjiye bağımlılığımız bu noktaya varmasaydı, ithalata dayalı bir ekonomi modeline bu denli ısınmasaydık şimdilerde daha az zararla karşılaşabilirdik.


Gördüğünüz gibi, ekonomi sadece belli bir noktadan bakılarak yorumlandığında ‘sığ’ bir bakış açısı oluşturur. Ekonomik saldırıya uğradığımız ne kadar gerçekse, bu saldırıya hazırlıksız olduğumuz da o kadar doğru bir tespit olacaktır.


Sonuç olarak; bu bir süreç ve belli bir süre sonra tekrar normalleşmeye başlayacak. Ama lobinin istedikleri daha bitmedi. Biraz daha zamanı var. Ülke ekonomisi battı mı, batıyor mu çığırtkanlığı yapmanın da lüzumu yok.  Farklı konjonktürde, farklı rakamlarla, farklı kurlar, faizlerle ve tabi ki biraz daha zor bir döneme giriyoruz. Bu ülke %100’lerin üzerinde gecelik faizleri görmüş bir ekonomik hafızaya sahiptir. Gemi sağlamdır, sadece gemiyi yüzdürdüğümüz suları gözden geçirip, her türlü fırtınaya hazırlık yapmalıyız.